

Can, tatili fırsat bilerek Gül Nine’yi
sık sık ziyaret ediyordu. O gece Gül
Nine’nin misafiri olmuştu. O eşsiz
poğaça kokularıyla uyanmış, mis gibi
süt eşliğinde kahvaltı etmişti. Keyfine
diyecek yoktu doğrusu. Gül Nine’nin
masayı toplamasına yardım etti.
Balkonda çiçeklere bakıyor, “Bugün ne
yapsam?” diye düşünüyordu ki Gül Nine,
bir elinde çantası bir elinde zarflarla
çıkageldi:
“Haydi bakalım Can! Gidiyoruz.”
“Nereye?”
“Postaneye.”
“Peki neden?”
“Evladım, postaneye neden gidilir?”
“Bilmem ki? Birçok sebeple gidilebilir.”
“Ah zamane çocukları! Bizim
zamanımızda akla ilk ‘mektuplar’ gelirdi.”
“Hımm. Peki, kime? Daha doğrusu
kimlere bu mektuplar?”
“Dostlarıma. Kadim dostlarıma...”
“Kadim?”
“İlahi! Bak şimdi haklısın. Yani “eski”
dostlarıma, eski ve sağlam... Bazı
dostlarım uzak illerde yaşıyor, yurtdışına
evlatlarının yanına gidenler de var.
Bizim adetimiz; yılda iki üç kez mektup
yazarız birbirimize. Hal hatır sorar,
birbirimize muhabbetimizi iletiriz.”
“Muhabbet yani sevgi, öyle değil mi?”
“Aferin sana. Bunu bildin.”
Nine ile torun gülüşerek, neşeyle
postanenin yolunu tuttular. Birlikte
güzel pullar seçip özenle yapıştırdılar.
Can, mektuplara ne zaman yanıt
geleceğini ninesinden daha çok merak
etmeye başladı. Sevmişti bu mektup
gönderme işini.
O akşam kendisi de mektup yazmaya
karar verdi. Geçen yaz tatilde tanıştığı
arkadaşına, memleketinde tanıştığı
komşunun oğluna, okul ve mahalle
arkadaşlarından bazılarına. Kimi
mektubu posta ile gönderecek,
kimisini de elden verecekti, tıpkı
bir postacı gibi. Mektupla da olsa
sevgisini dile getirmenin, arkadaşlarını
sevindireceğinden emindi.
Sepet Sepet Yumurta
Sakın Beni Unutma
12
Mavi Kırlangıç - Ağustos