

hanesine götürmek üzere istedi.
Delikanlı, tatlıyı tarttı (tahminen
bir kilo kadar vardı), hemen
paketleyip takdim etti. Uğur Bey,
bedelini sorunca aralarında şu
konuşma geçti:
-Bir lira yeter.
-Olur mu canım, sen gerçek fiyatı
ne kadarsa onu söyle!
-Bir lira, fiyatı bir lira ağabey, bu
kadar yeter, dua edin!
Şüphe yok ki, delikanlı dar
gelirliydi, belki de yoksuldu,
gün kazanıp gün yiyorlardı,
ama olsun, ona ecdadından bazı
değerler intikal etmişti, bunların
arasında “veren el olmanın,
yoksullara yardımın, insanlara
ikramın, bayram neşesini
paylaşmanın doyulmaz manevi
hazzını yaşama ve ebedi mutluğa
götüren sevaba erme” de vardı.
İşte bu noktada benim boğazıma
yaşlar düğümlendi, orada
da duramayıp gözlerimden
boşanmaya başladı; bu yaşlar
sevinç yaşlarıydı, Allah’a
şükran duygularımın gözyaşına
dönüşmüş kelimeleriydi.
Seviniyor ve şükrediyordum;
çünkü her şeye, bütün
yapılanlara ve yıkılanlara rağmen
hala böyle duygularımız, böyle
erdemlerimiz kalmıştı. Bu
değerlerin kaynağı şüphe yok
ki dinimizdi, bu yüce dinin
yoğurduğu geleneklerimiz
ve öz kültürümüzdü. Ferde
ve topluluğa huzur, barış
ve mutluluk getiren bu
değerlerimizi korumak, onları
koruyarak çağdaşlaşmak
yerine bu ülkenin okumuş
yazmış kesimi (tabii bir kısmı,
ama etkili ve hakim kısmı);
özünde egoizmin, bireyciliğin,
maddeciliğin yer aldığı bir başka
medeniyeti, bir başka kültürü
-daha iyisine, daha ilerisine gibi
boş laflar ederek- taklit etmeye
yöneldiler. Israrla uyguladıkları
kültür ve eğitim politikaları,
yetişen nesillerle dinin arasına
mesafe koymaya ayarlandı,
bunun sonucu da şu oldu:
Küçük yerleşim merkezlerinden
büyüklerine, az okumuşlardan
çok okumuşlara doğru gittikçe
bu programın daha fazla tuttuğu,
hedefine büyük ölçüde ulaştığı
görülüyor. Ama demokrasi
güçlendikçe halk, kendi öz
kültürünü okula ve eğitime
yansıtmanın yollarını aradı,
arıyor. Bir yandan da ailede
maziden gelen değerler yeni
nesillere intikal ediyor. Beni
sevinçten ağlatan ve bu bayramın
bana armağanı olan “insanlık
manzarası” işte bu aile okulunun
eseridir.
Eski bayramlarla günümüz
bayramlarının arasında nasıl
farklar var?
Bayramlara mahsus sevinme,
neşelenme, mutlu olma sebepleri
vardır; bunlardan dolayı
bayramı idrak edenler sevinirler,
çeşitli vesilelerle (ziyaret,
mektup, telefon, elektronik
posta, mesaj vb.) sevinçlerini
sevdikleriyle paylaşırlar, çocuklar
çevrelerindeki bu değişikliğin
farkına varırlar, buna bir de
büyüklerin onlara gösterdikleri
ilgi, bayramlık giysiler, el öpme
ve öpülmeler, şeker, mendil, hele
de para hediyeleri eklenince
bir başka sevinir, mutlu olurlar.
Bizim çocukluğumuzda
mahallenin, şehrin, ülkenin ve
dünyanın bayramını radyo veya
televizyondan seyredip haberdar
olmak ve bu yoldan onlara
katılmak mümkün olmadığı
için bayram yerleri kurulurdu.
Bayram yemeği yenip eller öpülüp
haşlıklar (harçlıklar) alınınca
arkadaşlarımızla uçar gibi bayram
yerine ulaşır, bir oyuncaktan
öbürüne koşar, paramız bitinceye
kadar eğlenirdik. Şimdi bayram
yerlerinin yerini evdeki elektronik
oyuncaklar ve televizyonlar aldı.
Bunlarla oynarken radyasyon
yüklenen çocuklarımız, gergin
ve neşesiz oluyor, mutlulukları
zor oluşup çabuk bitiyor, evlerde
bayramın manevi ve deruni
tarafı da fazla yaşanamıyor.
Benim burada paylaşmak
istediğim “bayram neşesi” farklı
bir neşe. Bir zamanlar Uğur
Arslan’ın sunduğu “Deniz Feneri”
programını seyrediyordum.
Uğur Bey, bir yoksul evine ilahi
rahmet inercesine, devlet kuşu
konarcasına inmek ve konmak
için giderken sokakta, camekanlı
arabasında tatlı satan bir
delikanlıya yaklaştı ve ondan tatlı
almak istedi. Delikanlı, gönlünden
bütün arabasındakileri vermek
istediği besbelli olarak tatlı ikram
etti. Uğur Bey, küçük bir parça
vermesinde ısrar etti ve büyücek
bir parçayı da satın alıp yoksulun
“Bizim çocukluğumuzda
bayram yerleri kurulurdu.
Bayram yemeği yenip
eller öpülüp haşlıklar
(harçlıklar) alınınca
arkadaşlarımızla uçar
gibi bayram yerine ulaşır,
bir oyuncaktan öbürüne
koşar, paramız bitinceye
kadar eğlenirdik.”
yaşam
Yeşilay
46