HAZİRAN 2018 41
Moralin iyi olması, kişinin tedaviye inanması,
hastalığın gidişatına dair umutlu olması,
tedavinin gerekliliklerine uyumlu olması olumlu
katkılar sağlıyor. Ancak bu, kişinin bir Polyanna olması gerektiği
anlamına gelmez. Genel olarak biz, ruhsallık, zihin ve beden
arasında bir uyumlanma ve denge ararız.
hastanın yaşayacağı üzüntüyü
karşılayamama endişesiyle
gizlemeyi tercih eden pek çok
aile var. Ancak, bu uzun tedavi
sürecinde hasta çoğunlukla
hastalığının ne olduğunun
farkına varır ama bilmiyormuş
gibi davranır. Bu tip gizli
durumlarda, hastayı kendi
üzüntüsü, korkuları, kaygıları,
hesaplaşmaları, sorularıyla
yalnız bırakıyoruz aslında.
Duygusal destek almasını
engellemiş oluyoruz. Kendi
hayatıyla ilgili karar alma
yetkisini ona sormadan elinden
almış oluyoruz. Aile ve doktor
arasında kendisinden gizlenenin
tam olarak ne olduğunu
bilmediği ve zihninde belki
de gerçek dışı korkunçlukta
hayal ettiği bir şeyle hatta ne
olduğunu bilmediği bir şeyle
baş etmesini umuyoruz. Bu
kişinin doktoruna ve ailesine
karşı, kendisine gerçekleri
söyleyecekleri konusundaki
güvenini kırmış oluyoruz.
Hep bir şüphe ile hastayı
kendi başına bırakmış
oluyoruz. Hasta, koruma ve
kollama niyetiyle bu şekilde
davranıldığını ve çok sevildiğini
hissetse bile, bu durum onu
duygusal olarak bir çeşit
yalnızlığa mâhkum etmiş
oluyor. Öte yandan, bu sırrı
saklayan hasta yakınlarının
da günleri bu açıdan çok
konforlu diyemeyiz. Onlar
da, söylemek istediklerini
filtreleyerek söylüyor, duygusal
paylaşımlarda bulunamıyor,
sırrın ve alınacak kararların
sorumluğu ve yükünü taşıyorlar.
Bunun tam tersi, aile içinde
açık bir şekilde durumun ortak
olarak paylaşıldığı, zorlayıcı
duyguların da paylaşıldığı ve
aile bağlarının daha da anlamlı
şekilde güçlendiği pek çok
sahneye de tanıklık ediyoruz.
Saklamak, belki de kültürel
olarak gördüğümüz, bildiğimiz,
bize aktarılan bir davranış
biçimi… Saklayarak kişi,
hastanın yaşayacağı üzüntüyü
de kendi omuzlarında
sırtlanmak, aile için fedakârca
davranmak, hastasını zor
duygulardan korumak
niyetinde oluyor; bu geçmişten
bugüne alışılagelmiş bir tutum;
ancak biz uzmanlar hasta
için de hasta yakını için de
en iyisinin paylaşmak olduğu
konusunda bilinçlendirmeye
devam etmeliyiz.
Kanser hastalarının psiko-
sosyal uyumunu arttırmak için
neler yapılabilir? Bu anlamda
aile üyeleri ve yakınlara nasıl
sorumluluklar düşüyor?
Aile üyeleri ve yakınlarının
bakım vermek gibi bazen
7/24 olabilecek önemli bir
sorumluluğu var. Hem evin
ihtiyaçlarını ve düzenini
sağlamak, gerektiğinde tıbbi
destek vermek (ilaç takibi,
acil durumlarda ne yapılacağı
gibi), finans ve sigorta
işlemleri, misafir trafiği,
hastane ziyaretleri, beslenme,
hijyen vb. gibi…Eğer
bakılacak küçük çocuklar varsa
ya da bakım veren kişinin aynı
zamanda çalışması gerekiyorsa
bu liste daha da uzuyor. Aile
üyeleri ve yakınlarının iş birliği
yaparak birbirlerinin gündelik
yükünü hafifletmeleri ve birlikte
daha uzun yolda koşabilmeleri
önerilebilir.
Hasta, fiziksel durumunu tehdit
etmeyecek, zora sokmayacak
şekilde olabildiğince normal
hayatına devam etmesine
müsaade ve hatta teşvik edilmeli.
Normal rutini ne kadar devam
ediyorsa, hastalığı o kadar daha az
hissetmesi mümkün olur. Fiziksel
durumuna ve ihtiyaçlarına bağlı
olarak, aktivitelerine yakınları
eşlik edebilir.
Duygusal olarak yapılabilecekler
ise, hem hastaya hem de hasta
yakınlarına karşı iyi bir dinleyici
olmak, tavsiye vermek, öneride
bulunmak, teselli etmek için acele
etmeden önce onu dinlemek ve
paylaştıkları her şeye karşı açık
ve kabul edici olmak, yanında
olduğunuzu, değerli olduğunu ve
sevildiğini hissettirmek…
Bizim kültürümüzde hasta
yakınları, fedakâr bir
şekilde bakım verirler.
Genellikle, kendilerini
neredeyse tamamen ihmal
ederek, adeta kendilerini
hastaya adarlar.
İştahsızlık, uykusuzluk,
çökkünlük, yoğun kaygıyla
birlikte herhangi bir
ihtiyaçlarında kendilerini
ertelediklerinden bu uzun
vadede çeşitli sağlık
problemlerine dönüşebilir.