

kültür
Yeşilay
58
atıyordum. “Ne olur, hizmetçiniz
olayım, yerleri süpüreyim, yeter
ki beni kabul edin, sanatınızı
öğretin!” diye yalvardım.
Neden sizi böyle uğraştırdı?
Kendi kültürlerini öğretmek
istemiyorlar. Tutucular! Eserlerimi
görünce kabul etti. “Sana bir
hasır oda veririz, orada uyursun,
atölyedeki 80 işçiyle çorba içer
tuvaleti paylaşırsın.” dedi. Sert gibi
görünse de naif biriydi.
Böylece yeni bir hayatın
kapıları açılıyor…
Tipik bir Japon gibi yaşamaya
başladım. Onlar nasıl yer, nasıl
yatar, kaçta kalkar, yerleri nasıl
süpürür, hepsini öğrendim.
Hangi kentte yaşıyordunuz?
Nagoya’ya bağlı Tacimi diye bir
seramik şehrinde. Japonya’nın
Anadolu’su. Müstakbel
kayınpederimin atölyesinde
genç bir çocuk bana hamur
nasıl yoğrulur, onu öğretiyordu.
Meğer oğluymuş.
En heyecanlı yer geliyor... İlk
görüşte aşk ha?
Ama oğlu olduğunu bilmiyorum.
Nasıl tanımazsınız “patronun”
oğlunu?
Çünkü üçüncü oğlu. Japonya’da
birinci oğul soyun devamı için
çok önemli, ikinci oğul şöyle
böyle, üçüncünün esamesi
okunmaz. Hele kız çocuğun adı
bile yoktur.
Peki aşk var mı?
Oğlan bana tutuldu. Ne o benim
dilimi biliyor ne ben onunkini.
3 ayda söktüm Japoncayı. Hamur
yoğurarak başlayan yakınlaşma,
evliliğe uzandı.
Evlerine girmek zor olmadı mı?
Geleneksel ailelerde zor tabii.
“Kızım bir yabancı için Japon
kadını olmak zordur.” dedi
babası. “O zaman ben de Japon
olacağım” dedim.
yer teşkil ediyor. Bizi idare eden
üst aklın, sanat ve sporla sizi çeşitli
bağımlılıklardan kurtarması için
bir politikası olması gerekiyor.
Bunu yadsıyamayız. Artık iş
işten geçtikten sonra bunu tedavi
etmeye değil; bu politika küçük
yaştan itibaren hayatınızın
içerisinde olursa zaten buna
bağımlı kalamazsın. Bunun
yaşamın politikası olması gerekiyor.
Eğitimin içerisinde bağımlılıktan
kurtarma değil, bağımlı olmama
üzerine kurulmuş bir politika
olması gerekiyor.
Görüntünüze de yansıyan şu
Japonya sevdanızdan başlayalımmı?
Eğitimim, eski eşim, çocuğum,
hepsi Japonya’nın bana
armağanları. Görüntüm ise Allah
vergisi.
Türk gelenekleri üvey evlat
muamelesi görmüyor ama…
Geleneklerimize sıkı bir şekilde
bağlıyım. “Çılgın Kato” diye başlık
atıyorlar. Çılgınlıkla hiç alakam yok.
Dini inançlarınız kuvvetli galiba?
Bununla da gurur duyuyorum.
Bu düşünce tarzı, bu çılgın imaj
sizi halktan koparmıyor mu?
Otomobil kullanmıyorum, şoförüm
yok. Taksiye de minibüse de
biniyorum. Tarihi Yarımada’da,
Eminönü’nde çok vakit
geçiriyorum.
“Baştan başlayalım” dediniz
ama hâlâ neden gittiğinizi
söylemediniz...
Önce okumaya gittim. Tokyo Güzel
Sanatlar Fakültesi’ndeyken Osmanlı
geleneklerinden yola çıkarak
Japon resmi üzerinde çalışmalar
yapıyordum. Fakültenin rektörü,
beni sonradan kayınpederim
olacak kişiyle tanıştırdı. Branşımda
duayendi. Metropolitan’da bile
olmayan eserlerin bulunduğu özel
bir müzenin sahibiydi. İran ve
Selçuklu tekniğini yeni bir yorumla
Japon seramiğine dönüştürmüştü.
Yanında çalışmak için can
bile bağımlılıklar zararlıyken,
insansanız bağımlılık değil de
sevgi üzerinden konuşmak
gerekiyor ama bağımlılık
kelimesini kullandığınız an
orada hastalıkların pençesine
düşüyorsunuz. En büyük
örneği günümüzde de çok
fazla kullanılan sigara. Onu
içtiğiniz an bağımlısınız ve eğer
yanınızda yoksa eliniz ayağınız
titriyor. Bu ne kadar ağır bir şey.
Allah herkesi bağımlılıklardan
kurtarsın.
Sanatın bağımlılığında koruma
etkisi var mı?
Tabii ki var. Bir kere sanat
ile müzik ile tedavi diye bir
yöntem var. Bu yüzyıllardır
neredeyse dünya üzerindeki
tüm medeniyetlerde
kullanılmış, Osmanlı
döneminde de kullanılmıştır.
Bunu unutmayalım, her
zaman estetik ve güzellik sizin
bağımlılıklarınızı tedavi eder.
Sanatın her kolu her zaman
tedavi edicidir. Bunun için
siyaset ve politika da önemli bir
“Sanat ile müzik ile tedavi
diye bir yöntem var. Bu
yüzyıllardır neredeyse
dünya üzerindeki tüm
medeniyetlerde
kullanılmış, Osmanlı
döneminde de
kullanılmıştır.”