Background Image
Table of Contents Table of Contents
Previous Page  59 / 84 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 59 / 84 Next Page
Page Background

TEMMUZ 2019 59

ayağıma, saçımın dibine filan baktı.

Küçük elliyim, küçük ayaklıyım

zaten. “Asilsin sen” dedi.

Sınıfı geçtiniz yani!

Aynen öyle! Şimdi biri yapsa

bunları, iki tane çakarım

Peki bu iki gencin büyük aşkını

anlatan öykü, sonunda neden

melodrama dönüştü?

Sonradan anlaşıldı ki kocamda

kişilik bozukluğu varmış.

Çocukluğundan beri çok sorunlar

yaşamış, aslında ben ona sahip

çıktığım için aile de rahatlamış.

Zamanla ilişkimiz çekilmez bir hâl

aldı.

Ne yapıyordu mesela?

Geyşalık yapardım da yine

yaranamazdım. En sevdiği

yemekleri yapardım ama keyfi

yerinde değilse elinin tersiyle

hepsini devirirdi. Önce gelenektir

filan dedim ama iş çığırından çıktı.

15 yıl dayandım bu duruma.

15 yıl az buz zaman değil. Ben

olsam harakiri yapardım.

O yılları deliler gibi çalışarak

geçirdim. Tam bir meditasyondu

benim için çalışmak. Sergi

üzerine sergi açıyordum. İçimdeki

acı, dışarıya sanat eseri olarak

yansıyordu.

En son okuduğunuz veya

etkisinde kaldığınız kitap nedir?

Ben sanat, felsefe ve tasavvuf

üzerine kitaplar okuyorum. Son

zamanlarda okuduğum ve üzerine

incelikle titrediğim herhalde

İbnü'l Arabi'nin Fusûsu'l-Hikem

kitabı. Amerikalı tasavvuf ehli,

İbnü'l Arabi'yi ilk tercüme

eden kişi William Chittick'in

kitapları üzerinde gidip gelmeler

yapıyorum. Bunların hepsi kendini

bulma, insan olma sanatı.

Aşk, sen nelere kadirsin!

Ve kayınpeder kabul etti. Ben

de Türkiye’ye geldim. “Hocamın

oğluyla evleneceğim” dedim;

babam hiç düşünmeden “Vururum

seni, yabancıyla filan evlilik yok!”

demez mi?

“Evlilik Mücadelesi Part 2” yani...

Tam bu arada adam uçağa atlamış

habersiz gelmiş. “Sünnet olacağım”

diyor.

Japonya’dan Kemal Özkan’a

desenize…

Babam “Oğlum” diye kollarını

açtı. Anneannem rahmetli, onun

o Japon kibarlığını görünce

“Doğuştan Müslüman bu”

falan demeye başladı. Japonları

biliyorsun, oturmalarını

kalkmalarını falan. Her şeyde kafa

sallıyor adam. “Biliyor, anlıyor

Türkçeyi” derdi anneannem.

Kelime-i Şehadet getirdi bizim

samuray yani.

Tabii, tabii. Dünden hazır o.

Bir Japon için sünnet olmak,

Müslüman olmak çok sofistike bir

şey. Çünkü onlar o kadar dine açık

insanlar ki…

Bir de ailesini kız istemeye getirdi

demeyin, düşer bayılırım.

Hem de nasıl getirdi! Mor ipek

bohçalarla geldiler. O bohça

açılıyor, içinden lake portatif masa

çıkıyor. Kimonolar, arkasından

inciler; herkese inci broş, inci kol

düğmeleri... Japonya’da da aslında

bir kast sistemi var. Asil-asil

olmayan, zengin- zengin olmayan

gibi sınıf farkları var.

Kimlerdensiniz diye de sordular

mı size?

Sormazlar mı? Benim sülaleyi

de araştırdılar bu sırada. Hatta

kayınvalide beni bir soydu; elime,

Oğlan bana tutuldu dediniz ama

siz de iyice kafaya koymuşsunuz

onu…

Ama ailesi istemiyor. Kadın

Japoncayı bilmeliymiş, erkeğin

yerine imza atmalıymış. Adamlar

öyle banka işleriyle filan

uğraşmazmış…O sırada bursum

bitmiş, 5 kuruşum kalmamıştı.

Şansıma Japon Dışişleri

Bakanlığı’ndan teklif geldi. İyi

bir maaşla, Japon diplomatlara

Türkçe eğitimi vermeye başladım.

Mücadeleye devam yani…

Aynen. Bu arada kayınpederim

benim için “Bu kız çok iri”

demiş.

Eyvah, kavgada söylenmez!

En çok da bu koydu bana. 25

yaşındayım daha. Jane Fonda’nın

aerobik kasetlerini aldım, spor

salonuna yazıldım. 3 ayda 30 kilo

verdim.

Otomobil kullanmıyorum, şoförüm yok. Taksiye

de minibüse de biniyorum. Tarihi Yarımada’da,

Eminönü’nde çok vakit geçiriyorum.