

merkub, nalın, sandal, terlik, tomak,
yemeni başlıca ayakkabı çeşitleriydi.
Genellikle alçak ökçeli ya da ökçesiz,
yumuşak deriden yapılan rahat
ayakkabılar tercih edilirdi. Dışarıda
giyilen ayakkabılardan bazıları mest-
ayakkabı gibi iki parçadan oluşurdu.
GELENEKTENGELECEĞE...
Anadolu’da ayakkabıcılık usta ve
çırak ile sürdürülen bir el sanatıydı.
Kökeni Ahilik örgütüne dayanan
esnaf loncalarında, ayakkabıcıların
ayrı ve köklü bir örgütü vardı. İlk
ayakkabı fabrikası ise askeri ihtiyaçlar
için üretim yapılması amacıyla II.
Mahmut döneminde kurulan Beykoz
Debağat ve Kundura Fabrikaları oldu.
Bu bir nevi makineleşmeye geçişin
de başlangıcıydı. Yıllarca ordu için
ayakkabı, çizme, at takımları ve saraç
eşyası üreten fabrikada Atatürk’e
de ayakkabı üretildi.1933 yılında
Sümerbank Deri ve Kundura Sanayi
Müessesesi adını alan fabrikada
üretilip, “Fiyatlarımız kayalar gibi
sabit ve her yerden ucuzdur.” sloganı
ile satılan kunduraları giymeyen
kalmadı.
Zamanla loncalar gücünü yitirdi,
ustalar çırak bulamaz oldu, derken
sanayileşme alıp başını gitti…Böylece
el emeği göz nuru ayakkabılar yavaş
yavaş tedavülden kalktı. 1999 yılında
AYAKKABIDAZARAFETVE
KALİTENİNADRESİ: ANADOLU
O
rta Asya’dan Anadolu’ya göçerken
göçebe hayat kültürünün her türlü
alışkanlığını bu coğrafyaya getiren
Türkler, hayvancılıktaki maharetleri
sayesinde ayakkabıcılıkta da
ustalaşmışlar. Anadolu’nun hemen
her yerinde hayvan yetiştiriciliğine
bağlı olarak dericilik ve ayakkabıcılık
gelişim göstermiş. 16. ve 17. yüzyılda
yapılan ayakkabıların ünü ülke
sınırlarını aşmış sağlamlığı ve de
zarafetiyle nam salmış. Özellikle
İstanbul, Edirne ve Bursa ayakkabı
ustalığında başı çeken şehirler olmuş.
Arşivlerde ayakkabı ve ayakkabıcı
kelimelerine rastlamasak da babuççu
(babuçi), başmakçı, dikiçi ve haffaf
olarak ifade edilen terimlerin aslında
bu zanaata dair olduğunu biliyoruz.
Dünyanın her yerinde olduğu gibi
Anadolu’da da statünün, mevkiinin
simgesi olmuş ayakkabı. 16. yüzyılda
Osmanlı tebaasının kılık kıyafetiyle
ilgili fermanlarda, hangi grupların
hangi cins ve renklerde deriden
ayakkabı giyebileceği belirlenmişti.
Mesela Osmanlı'da kapıkulu ocağının
yüksek rütbeli subayları bir tür imtiyaz
simgesi olarak sarı renkli pabuç ve
çizme giyerlerdi. Osmanlı yeniçeri
ocağında ise yayalar sarı çizme, bölük
başları kırmızı çizme, küçük zabitler
siyah çizme kullanabiliyordu.
Kasabalılar ve köy halkı yaz
mevsiminde çarık, çapula, yemeni,
köşker, kış mevsiminde ise mest ve
lastik gibi ayakkabıları giyerken, gelir
düzeyi iyi olanlar ayakkabı modasını
takip ederek sayılı ustalara ayakkabı
siparişi vermeyi tercih ederdi. Ev içi
ayakkabılarıyla sokak ayakkabıları
arasında da fark vardı. Ev içinde
giyilen ayakkabılar daha çok atlas,
kadife ya da başka kumaşlardan
yapılır, sırmayla işlenirdi. Deri
ayakkabılara da sırmayla iş yapıldığı
olurdu. Kışlık ayakkabıların içi,
çoğunlukla kürk kaplanırdı.
Osmanlı döneminde ayakkabılar
yapıldıkları malzemeye, biçimlerine
ve kullanıldıkları yerlere göre de adlar
alırdı. Başmak, cicime, çapula, çizme,
yarım çizme, çedik, pabuç, edik,
fotin, galoş, mest, kalçın, kundura,
üretime son veren Beykoz Kundura,
bugün bir film seti ve kültür sanat
merkezi olarak ziyaretçilerini
karşılıyor. Ayakkabıcılıkta mahir
olan ustalar ise Anadolu’nun bazı
şehirlerinde çoğunlukla turisttik
amaçlarla çarık, yemeni, sandalet
yaparak bu zanaatın hâlâ nefes alıp
vermesini sağlıyor… Ayakkabı,
geleneksel Anadolu yaşam kültürüne
bazı inançların öznesi olarak da
sızmıştı. Bu geleneklere göre kadınlar
bekarsa sarı, evliyse kırmızı, dulsa
yeşil çarık veya ayakkabı giyerlerdi.
Çocuk pabucunun evlere nazarlık
olarak asılması, evdeki misafirin
çabuk gitmesi için ayakkabının içine
tuz konulması, kız ya da oğlanın
evden uzaklaşması istenmiyorsa
pabucunun evin eşiğine çivilenmesi
gibi birçok inanç halen Anadolu’nun
birçok yerinde yaşatılmaya devam
ediyor…Ayakkabı çevirmekse
tasavvufa ait bir inanış. Özellikle
Mevlevî tekkelerinde uygulanan
bir tür ceza. Buna göre Şeyh,
tekkeden ayırmak istediği dervişin
ayakkabılarını, topukları içeri, uçları
dışarı bakacak biçimde koydurur,
derviş bunu gördüğünde dergâhtan
ayrılırdı. Bağışlanması ve yeniden
dergâha dönebilmesi için denizden
ya da büyük bir sudan geçmesi
gerekirdi.
3WQERPØ H}RIQMRHI E]EOOEFØPEV ]ETØPHØOPEVØ
QEP^IQI]I FMpMQPIVMRI ZI OYPPERØPHØOPEVØ ]IVPIVI
K}VI HI EHPEV EPØVHØ
ĉML BZBLLBC GBCSJLBT
** .BINVU EÚOFNJOEF
LVSVMBO #FZLP[ %FCBĈBU
WF ,VOEVSB
'BCSJLBMBSøPMEV :MMBSDB
PSEV JÎJO BZBLLBC
ÎJ[NF BU UBLNMBS WF
TBSBÎ FĆZBTøàSFUFO
GBCSJLBEBø àSFUJMJQ
i'JZBUMBSN[ LBZBMBS HJCJ
TBCJU WF IFS ZFSEFO
VDV[EVS w TMPHBO JMF
TBUMBO LVOEVSBMBS
HJZNFZFO LBMNBE
KASIM 2019 53