

TEMMUZ 2019 43
paylaşacağım. Ele geçirerek değil,
ancak ele geçirmeyi reddederek
gerçek manevi doyuma ulaşabiliriz.
Başka bir deyişle, kendi kendini
sınırlandırma yoluyla. Kendi
kendini sınırlandırma, bugün bize
tümüyle kabul edilmez, zorlayıcı,
hatta itici bir şey olarak görünüyor,
çünkü atalarımız için gereklilikten
doğmuş bir alışkanlıktan yüzyıllar
boyunca gitgide uzaklaştık. Onlar,
çok daha büyük dış sınırlamalarla
yaşadı ve ellerinde çok daha
az fırsat vardı. Kendi kendini
sınırlandırmanın olağanüstü önemi,
bütün zorlayıcılığıyla ancak bu
yüzyılda çıktı insanlığın karşısına.
Yine de, çağdaş hayattaki çeşitli
karşılıklı bağlantıları göz önüne
alınca bile, ne kadar güç olursa
olsun, hem ekonomik hemde
politik hayatımızı yavaş yavaş
onarmayı ancak kendi kendini
sınırlandırmayla başarabileceğimiz
görülmektedir. Bugün pek çok
kimse kendisi için bu ilkeyi kolayca
kabullenmeyecektir. Ancak
modernliğimizin giderek daha
karmaşık hale gelen koşullarında
kendi kendimizi sınırlandırma,
hepimizin varlığını koruması için
yegâne doğru yoldur. Ayrıca bu,
bizimüstümüzde bir Bütüncül
ve Yüce Otorite bulunduğunun
-ve bu varlık karşısında tümüyle
unutulan boyun eğme duygusunun-
yeniden farkına varmamıza da
yardımcı olur. Ancak tek bir gerçek
ilerleme olabilir: Tek tek bütün
bireylerinmanevi ilerlemelerinin,
hayatlarının akışı içinde kendilerini
yetkinleştirme derecelerinin toplamı.
İnsanlar onları mutsuz eden
sorunlar karşısında psikiyatrist ya
da psikoloğa gitmek yerine neden
koç dediğimiz danışmanlara ya da
değişik öğretilere başvuruyorlar?
Güzel bir soru. Bir dostumla
hoşbeş edip yemek yiyoruz. Bana
son zamanlarda dinlediği bir
semineri ballandırarak anlatıyor.
“Kişisel gelişim” seminerlerinden
bir tanesi daha. “Senin aklında
ne kaldı bu seminerden?” diye
soruyorum. “Kendi önümüzden
çekilmemiz lazım” diyor. Bingo!
Milletçe kas geliştirir gibi kişilik
geliştiriyoruz. Meddahlık yeteneği
ileri psikologların huşû içinde
dinlenildiği seminerler, “yaşam
koçluğu”, Kuzey Amerika'nın kolaycı
formülleriyle şişirilmiş kişisel gelişim
kitapları derken gelişim ateşiyle
yanıp kavruluyoruz! Bumemlekete
akıl sır ermiyor. Kristal gibi, bir
yanda en pespayesinden “İçini
göster, yaralarını göster, bununla
rahatla” programları, öte yanda “Sen
aslında başka birisin, potansiyellerini
kaynaklara yönelir. Dışsal kaynaklara
yönelme olduğunda ise insanın
yaratılışından bugüne kadar emniyet
arayışının güç arayışı, makam
arayışı ve para arayışı ile beraber
gittiğini görüyoruz. “Habitüasyon”
dediğimiz bir mekanizma yahut
“alışkanlık kazanma” dediğimiz bir
mekanizmayla insanmaddi hazza
alışıyor. Maddi olanı yavaş yavaş
kanıksamaya başlıyor. Bu da maddi
olandan aldığımız lezzeti gün be gün
azaltıyor. Bu, “Para saadet getirir
mi?” tartışmalarının da ana nedenini
oluşturan bir konu. Dünyada yapılan
mutluluk araştırmalarının hemen
hepsinin söylediği bir şey var: İnsan
barınmasına, giyinmesine yetecek
kadar kazandıktan sonra onun
üstüne ekleme ona ilave mutluluk
olarak dönmüyor. Mutluluk olarak
geri dönen şey sadece paraya tahvil
edilemeyen değerlerde saklı. Sevgi
ilişkilerinde, saygı ilişkilerinde kendini
daha büyük bir bütüne ait hissetmede,
“inanç” gibi parayla değiş tokuş
edilemeyecek değerler mutluluğu elde
etmede asıl etkenlerdir.
Mutluluk konusunda yapılan
araştırmalar, bize bir şeyi daha
söylüyor: Ne kadar çok kazanırsanız
o kadar çok harcarsınız. Dolayısıyla
iki yakanızı yine denkleştiremezsiniz.
Her zaman harcamak da size mutluluk
olarak dönmez.
Kötü kitaplar hayata dair kolay
formüller öne sürerler. O kolay
formülleri bir tehlike anında namluya
sürdüğünüzde hepsi elinizde
patlar. Bu bölümü bilge romancı
Soljenitsin'den bir alıntıyla bitiriyoruz:
“Eğer arzularımızla taleplerimizi kesin
biçimde sınırlamayı, çıkarlarımızı
ahlâki ölçütlere tabi kılmayı
öğrenmezsek, insan doğasının en
kötü yanları dişlerini gösterirken
bizler-yani insanlık-paramparça
olup gideceğiz.” Çeşitli düşünürler
birçok kez dikkat çekmiştir buna,
ben de burada, 20. yüzyıl Rus filozofu
Nikolay Loski'nin sözlerinden alıntı
yapıyorum: "Bir kişilik, benlikten
daha yüksek değerlere yönelmemişse,
kaçınılmaz olarak yozlaşma ve
çürüme baş gösterir." İzin verirseniz
ben de kişisel bir gözlemimi sizinle
“Kendine yardım
kitaplarının, pozitif
düşünce gurularının
söylediğinin aksine
daima mutlu olmak
zorunda değiliz, zaten
buna imkân da yok. Dur
durak dinlemeden hep
en neşeli halleri ve en
keyifli anları çağırmak
ve onlar gelmediğinde
hüzünlenmek, dağın
tepesine bir kaya
parçasını yuvarlamaya
çalışmak gibi.”