bozulanlar da vardı. Ama hiç bir
zamanmükemmel bir toplum
bulamazsınız. Toplumun tamamını
da kurtaramazsınız zaten. İçinde
fireler mutlaka olur. Kanunlarla,
zorla, yasaklarla, inkılaplarla
halka bazı şeyler kabul ettirilmeye
çalışılıyordu. Hükümler umuma
göre verilir. Mutlaka istisnaları
vardır ama Türk halkı Batılılaştırma
faaliyetlerinden kendisini uzak
tutabildi. Bu anlayışladır ki biz tekrar
toparlanma ümidini yakalayabildik
Milli Mücadele yıllarında. Daha
sonraki inkılaplar dönemindeki
İslamsızlaştırma sürecinin karşısında
halk yine göğsünü siper etti. Ezanı
kaçak köçek okumaya, Kuran’ı
ezberlemeye çalıştı. Dinini, inancını
içine kapanarak da olsa yaşamaya
devam etti.
Peki, krizler, olaylar neyden
kaynaklı çıkmaya başladı?
Bizim toplumumuzda halk krizi
yoktur, aydın krizi vardır. Başka
yerlerde toplumsal çürümenin
olduğu dönemler veya ülkeler
söz konusu olabilir ama bizim
halkımızın bir irfanı oldu ve
bunu korumaya devam etti.
Atilla İlhan’ın çok güzel bir sözü
var. Diyor ki; “Türk aydını Türk
değildir.” Herhalde etnik bir şeyden
bahsettiğini düşünmüyoruz;
bu toprakların ruhunu, tavrını,
anlayışını, irfanını temsil eden
bir kişiyi kastediyor. Dolayısıyla
bundan kopmuş olan aydın, topluma
tepeden bakıp tepeden bir şeyler
empoze etmekten zevk alıyor.
Aydın olan halka inemediği ve
halktan yana kararlar alamadığı
içinmi bazı kabullenmeler
zorlaştı?
Bunu bir anıyla cevaplamak isterim;
bir gün NazımHikmet Bursa
Hapishanesi’nde Orhan Kemal’in
hücresine alınıyor. Bunu Orhan
Kemal, NazımHikmet’le Üç Buçuk
Yıl kitabında anlatıyor: “Ben de
şair baba gelmiş diye sevindim,
bir tava bulup sucuklu yumurta
yaptımhemen.” “Şimdi biz beraber
mi yiyeceğiz seninle” dedi. “Ee ne
yapacağız şair?” diye sordum. “Bana
ayrı kap getireceksin, ben ortak bir
kapta yemem” dedi. Bakın, Nazım
Hikmet sosyalist güya değil mi?
Sosyalist demek halkçı demek,
toplumcu demek. Bir hapishane
ortamında bile ona yabancılığını
ortaya koyan bir insan ne kadar
sosyalist ve aydın olabilir? Sorun
halka inememekte…
1920-1925 yılları arasındaMen-i
Müskirat kanununun değişiklik ve
kaldırılması serüveni oluyor. Peki,
ne oldu da 1920’de kanunu koyan
Meclis 1923 ve sonrasında kanunda
değişikliğe ve kaldırmaya gitti?
1922 sonlarında Milli Mücadelenin
askeri başarıya ulaşmasından
sonra; önce Fransa, sonra İngiltere
ile uzlaşma noktasına geldi
Milli Mücadele hareketi. Yani
Gazi Mustafa Kemal Paşa önce
Fransızlarla, sonra İngilizlerle anlaştı.
Gizli falan da değil, açık bir şekilde,
bu ortada. Nedir bu anlaşma?
Dünyada bir devlet kurulacaksa
Fransa ve İngiltere’nin izni olmadan
kurulma şansı yok. Bunu gördüler.
Bunu görünce de bu politikalarına
ters düşmeyecek bir yol bulayım
denildi ve bazı iddialarından,
Musul’dan vazgeçerek kabul
edilebilir, gerçekçi bir çözüm arandı.
1938’de yüzde 50’ye çıktı. Alakası
yok. 1938’de yüzde 21,36. On yıl
içerisinde yılda bir puan artmış,
bumucizevi bir başarı değil. Zaten
Latin alfabesine geçilmeseydi de biz
bu kadar bir artışı sağlayabilirdik.
İnsanların düşünme kapasitesini
dumura uğratmak için toplum
içkiye alıştı diyerek yalan
söylüyorlar. Toplumuyuşturucuya
da alışır verirsen.
O zamanki dönemin toplumsal
iç profili nasıldı, yaşam tarzı
açısından? Herkes topyekûn
mücadele halindemiydi, yoksa
sosyal hayat bir yandan da devam
ediyor muydu?
Tabi ki devam ediyor. Bir kere
Türkiye’nin tamamı işgal altında
değil. Bu, inkılap tarihinde söylenen
yalanlardan bir tanesidir. Mesela
Diyarbakır, Bitlis hiçbir zaman işgal
edilmedi o yıllarda. Urfa, Maraş
kendi kendini kurtardı. Antep
kurtarmaya uğraştı, kurtaramadı
ama her taraf işgal altında, herkes
de teslim olmuş değildi. Hatay’da,
Adana’da, İzmir’de, Trabzon’da
mücadeleler devam etti. Trabzon bir
kere Cumhuriyet’ten önce kurtuldu.
İşgal edilmiş bir yer değildi. Demek
ki Anadolu’nun tamamı işgal altında
değildi. Bir sosyal hayat, eğitim, iş
devam ediyordu. Ama içten de bir
zihin değişikliği oluşmaya başlamıştı.
Osmanlının yıkılmasında da etkili
olan Batılılaşma hareketi halka
ne kadar yansıdı, halk hemen
kabullenmeye geçti mi?
Halka çok temas imkânı olmadığı
için Batı etkisi büyük ölçüde sınırlı
kaldı. Halk irfanını, izanını, ahlakını
korumaya devam etti. Tabi içinde
Osmanlı toplumunda
vazgeçilmeyen en
önemli şey
hayırseverlik ve buna
bağlı kuruluşların
varlığıydı. Dernek
kurma Cumhuriyetten
sonra gerçekleşmeye
başladı.
özel röportaj
Yeşilay
128