

Nisan ayında İstanbul adeta dev bir lale
bahçesine dönüşür. Hafta sonu gelsin de
Gülhane Parkı’na gidip laleler içinde poz
verelim diye can atarız.
NİSAN 2018 73
Büyükada’dan
Heybeli’ye, Kınalıada’dan
Burgaz’a adaların her biri
mimozaların sarı
senfonisiyle şenlenmiştir
bu dönemde.
LALELERİN RENK
CÜMBÜŞÜ…
Mimozaların ardından
İstanbul’da bahar, şehrin
ana arterlerinde boyunlarını
doğrultmaya başlayan lalelerle
gösterir kendini. Onlar kendini
gösterir göstermez de her yıl
aramızda geçen bir tartışma
yeniden ve yeniden tekrarlanır:
Lalenin ana yurdu neresidir?
7’den 70’e hepimizin çok sevdiği
bir konudur bu. Arşivler
karıştırılır, hafızalar tazelenir
ve sonuç olarak hepimiz bu
güzel çiçeklerin aslen buralı
oluşunun haklı gururuyla bir
kez daha övünürüz. Lale sadece
baharın değil, İstanbul’un da
simgelerinden biridir. Sabahın
ilk ışıklarında serviste, otobüste,
dolmuşta, tramvayda ve
yahut takside uykulu uykusuz
bir yerlere, birtakım işlere
yetişmeye çalışırken trafiğin
orta yerinde rengarenk laleleri
görmek, hangi İstanbullu’nun
yüzünü güldürmez ki? Asya’dan
Avrupa’ya şehrin dört bir yanında
karşımıza çıkar laleler; parklarda,
meydanlarda, korularda, şehrin
yeşil kalan ne kadar alanı varsa
neredeyse hepsinde… Binlerce,
on binlerce, yüz binlerce,
milyonlarca lale. Nisan ayında
İstanbul adeta dev bir lale
bahçesine dönüşür. Hafta sonu
gelsin de Gülhane Parkı’na gidip
laleler içinde poz verelim diye can
atarız. Laleler de olmasa Emirgan
Korusu’nun yolunu zor buluruz.
Sarılı kırmızılı, beyazlı morlu,
pembeli turunculu, ebruli laleler
o kadar güzeldirler ki onlara dair
en büyük can sıkıntımız birkaç
hafta sonra boyunlarını yeniden
bükecek olmalarıdır. Keşke hep
böyle rengarenk, diri diri kalsalar
da gözümüz gönlümüz açılsın
isteriz. İstanbul Lale Festivali
bu yıl 18. yaşını kutluyormuş.
Lalenin İstanbul’a yeniden
dönüşü 18 yıl olmuş demek. O
halde takipte kalın, kutlamalarda,
şenliklerde yerinizi alın, buna
değer.
yüzündeki tebessümüMayıs’a
kadar garanti eder mimozalar;
çünkü bilirler ki seveni çoktur
bu sarı tomurcukların. Çalışma
masamızın bir köşesine iliştirip
iş yerini küçük bir yaşam
alanına dönüştürmek, yılın ilk
mimozalarından bir demeti
sevdiğimiz dostlara hediye
etmek, evimizin salonunda
kuruyuncaya dek kokusunu
duyumsamak, hatta o kurumuş
tomurcukları alıp kitaplarımızın
arasında saklamak, çoğumuz
için kayıtsız kalamayacağımız
bir yaşam ritüeli gibidir. Gerçi
daha dalında patlar patlamaz
tezgâha düşmesi, biraz içimizi
burkar burkmasına; ama vakit
bulamadığımız için gidip dalında
izleyemediğimiz mimozaları,
vazolarımızda görmek de bizi
mutlu etmeye yeter. Bir modern
zaman tesellisi! Vakti olan
şanslıların payına ise daha büyük
mutluluklar düşer. Baharda ada
vapuruna atladıkları gibi soluğu
Adalar’da almak zaten büyük
bir hediyedir de buna bir de
mimozalar eşlik edince mutluluk
ikiye katlanır. Büyükada’dan
Heybeli’ye, Kınalıada’dan Burgaz’a
adaların her biri mimozaların
sarı senfonisiyle şenlenmiştir
bu dönemde. Bir gün içinde
adalar arasında turlamak da
güzeldir, sadece içlerinden
birine odaklanıp zaman baskısı
hissetmeden ortamın keyfine
varmak da. Tercih sizin. Biz
tercihimizi Buzgazada’dan yana
yaptık. Biricik yazarımız Sait
Faik’e bir “hişt hişt” deyip yürüye
yürüye Hristos Tepesi’ne uzandık.
Bizi bu tepeye götüren yolların bir
bir karşımıza çıkardığı güzellikleri
mi anlatsak yoksa tepede bize
sevinç çığlıkları attıran manzarayı
mı, bilemedik. İyisi mi siz gidin
de kendi gözlerinizle görün,
kendi kulaklarınızla duyun; o
taptaze bahar kokusunu doya
doya içinize bir güzel çekin. O
zaman mimozaların ve baharın
İstanbul’a ne kadar çok yakıştığını
daha iyi anlarsınız.