

S
afiye Hüseyin Elbi,
hemşirelik mesleğine olan
tutkusunun başlangıcını
şu cümlelerle dile getirmiştir:
‘“Büyükbabam Miralay Şükrü
Bey, Kırım Harbi sırasında
Florence Nightingale’ı Kırım’a
götüren geminin süvarisiydi.
Çocukluğum hep Florence
Nightingale’ın hikayelerini,
efsanelerini ve hayatını
dinleyerek geçti. Evimizde
bu insanın resmi asılıydı. Bu
resmi seyrederken içimde hep
böyle bir kadın olmak arzusunu
duyardım. Babam Bahriye
Sermühendisi Ahmet Paşa, ‘Ben
Florence Nightingale’in elini
öptüm’ diye övünürdü.”
Türkiye’de modern hemşireliğin
tesisinde en önemli kişi
olan Safiye Hüseyin Elbi,
İngiltere’de deniz ateşesi
olan Ahmet Paşa ve İngiliz
soylularından Josephine
Wilward’ın çocuklarıdır.
1881 yılında dünyaya gelen
Safiye Hüseyin Elbi, eğitimini
Avrupa’da tamamladıktan sonra
ilk olarak Kızılay Hemşiresi
olarak Balkan harbinde gönüllü
olarak çalışmıştır. Onu diğer
gönüllülerden ayıran; bilgisi,
cesareti ve en önemlisi yoğun
vatanseverliğidir. Çanakkale
gibi birçok farklı milletin
evlatlarının yer aldığı destanda
var olan Safiye Hüseyin
Zeynep TEMEL
“TürkKadını” tanımınabaşarıları veyüreği ileyeni bir vizyongetirenSafiyeHüseyinElbi, Kurtuluş
Savaşımücadelesi ilebaşladığı yolahiç yılmadandevametmişdünyayaörnekolmuştur. İlkTürk
hemşireveYeşilay'ın ilk kadıngenel başkanı olanSafiyeHüseyinElbi’ninbaşarısı, çocukluğunda
evlerininduvarındaasılı olanFlorenceNightingale resmi ileaçıklanabilir.
İLKLERİN KADINI:
SAFİYE HÜSEYİN ELBİ
Elbi, yaralılara dost-düşman
diye ayırmadan bakmaktadır.
Gitmeden önce kendisini
vazgeçirmeye çalışanlara, “Her
sardığım, iyileştirdiğim yara,
benim için küçük madalya
olacak” demiştir. Kendisine
Çanakkale Savaşı’ndaki gönüllü
hizmetlerinin sonucunda
kırmızı şeritli harp madalyası
verilmiştir. O günleri şöyle
anlatır: "… Bir gün bir İngiliz
yaralısı bulduk, gemiye
getirdik. Zavallı, çiçek gibi
bir delikanlıydı. Başından
aldığı bir yara ile gözlerini
kaybetmişti. Gözlerinin üstüne
siyah uzun bir sargı sarmıştık.
Ağzına damla damla su akıttık.
Yaralıların sayıkladıkları
en tesirli kelimelerden biri
de budur: Su… Hiçbir ağır
yaralının susuz ölmemesine
son derece dikkat ederdik. Bir
İngiliz yaralısının da ağzına su
akıttık. Çok üzgündü, İngilizce
mütemadiyen ‘öleceğim’
diyor, arkasından nişanlısının
ismini söylüyordu. Ölüm
halinde bulunan adama son
vazifemi düşündüm. Ve onun
düşman askeri olduğunu bir
an için aklıma getirmeyerek
kendisini İngilizce, kendi
ana dili ile teselli ettim:
‘Katiyen ölmeyeceksin,
yaşayacaksın. Bütün bu
korkulu günler geçecek. İyi
kültür
Yeşilay
72
Yüzlerce yaralının önümde öldüğünü gördüm.
Vapurda muhtelif milletlere mensup yaralılar
vardı. Almanlar, Avustralyalılar, cepheden
topladığımız İngiliz yaralılar ve bizim
yaralılarımız… Hepsi kendi dilleri ile ekseriya tek bir kelime
sayıklardı: Anne...