Tütün Kontolü, Politikaları ve Gençlik - Mayıs-964.Sayı - page 43

Gençlik gelecektir, umuttur, barıştır, heyecandır de-
riz. Sizin dünyanızda gençlik bir toplumda neyi temsil
eder? İdeal bir gençlik kavramını tam olarak tanımla-
yabilir miyiz?
Her ideoloji dünyaya nasıl bakarsa gençliği de öyle
tanımlar. Ama bir toplumun ilerlemesi için genç ve
yaşlı olarak ikisini bir arada düşünmek gerekir. Biz
bir taraftan yaşlı, güngörmüş insanların tecrübelerini
önemseyeceğiz, bir taraftan da gençliği yüceltece-
ğiz. Genel olarak insanlık adına bakmamız lazım bu
soruya; yani başkasına yönelik kaygı geliştirmiş bir
insanlığın yetişmesine önem vermeliyiz. Ama iyi bir
geleceğin oluşması için de ilgili bakanlıkların, vakıf-
ların, sivil girişimlerin çaba sarf etmesi, edebiyatın,
sanatın gençlerde daha fazla yaygınlaşması gerekir.
Gelecekten söz ediyorsak eğer, gençliği es ge-
çemiyoruz. Burada potansiyeli, enerjisi yüksek
bir kitleden bahsediyoruz. Peki, bu kitlenin aile
ve çevredeki diğer yöneticiler tarafından başıboş
bırakılması halinde, nasıl bir durumla karşı karşıya
kalırız? Önlem mümkün mü?
Doğal olarak kötü durumlarla karşı karşıya kalırız.
Fakat bu konuda alınacak önlemler sınırlı. Alınsa dahi
dolaylı olacaktır bu. Gençliği korumak için onları çitle
çevirip bir yere hapsedemeyiz. Ne düşüncelerini, ne
duygularını, ne de hayatlarını! Bu önlemleri bir dola-
yıma sokmak zorundayız. Dolayıma soktuğumuzda
ise karşımıza basını, yayını, kültürü, sanatı, sokağı,
caddeyi, meydanı etki altına alan belli enstrümanlar
çıkacaktır. Şu anda bu konuda Türkiye’deki dönüşüme
destek verenlerin kaygısı az ve kimse ne yapacağını
tam olarak bilmiyor. Evet, Türkiye siyasi olarak değişi-
yor ama daha da önemlisi toplumun kendisi değişiyor.
Siyasi tercihlerin değişiyor olması bunun sadece bir
sonucu. Avrupa şehirlerine bakın; kuralları belirlenmiş
ve yerleşmiştir. Bizde öyle değil. Türkiye henüz bir
kasabalılık dönemi yaşıyor. Bu hem iyi hem de kötü.
Kötü bir şey; çünkü kasabalılığın bütün kötü çağrışım-
larını üzerinde taşıyor Türkiye. İyi bir şey; çünkü şehre
dönüşecek. Şehre dönüşürken başka bir hal içine
girebilir. Bu dönüşüm halinde de en iyisi olabiliriz. Bu-
nun için de Türkiye’nin kadim ruhunun toplum ruhuna
yansıması, kamuoyunda temayüz etmesi için herkese
büyük görevler düşüyor. Boş vaktimiz yok! Herkes bir
ucundan tutacak. Belki biz göremeyiz ama sağlıklı bir
sosyal hayatı, sağlıklı bir devlet düzeni kurabilmek için
herkesin müspet katkı vermesi gerekir.
Biz burada ahlaktan ve değerlere bağlı bir gelişim-
den de söz ediyoruz. Şüphesiz bunun cevabı bellidir
ama örneğin, değerler eğitiminin kaynağını ne olarak
gösterebiliriz? Veya nasıl gösterebiliriz?
Bizler uzun yıllardır Batı’ya doğru gitmekte olan bir
ülkeyiz. Hoş sadece biz değil bunu Rusya, Japonya,
Kore de yaşadı. Asya’daki toplumlar modernleşti.
Kaçınılmaz bir şey bu; biz de modernleşiyoruz. Ama
eksiğimiz modernleşirken sahip olduğumuz değerleri
bir kenara bırakmamız oldu. Zannettik ki bu değerleri
bir tarafa bırakırsak daha hızlı modernleşeceğiz ve
devleti, toplumu ve memleketi daha hızlı kurtaracağız.
Bunun böyle olmayacağı İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra, 1960-70’lerden itibaren anlaşıldı. Felsefi olarak
anlaşıldı önce, sonra siyaset olarak. Pozitivist batıcılar,
Durkheim’cılar insanlığın ve dünyanın tek bir ideali
var diye düşünüyorlardı. Ve bu ideal uğruna toplumu
bir mühendis gibi ölçüp biçeceğiz ve o ideale doğru
yönlendireceğiz; bu bizim hem kurtuluşumuz, hem
yükselişimiz olacak diyorlardı. Şimdi bu kurtuluşumuz
bir parça gerçekleşti, onu hepimiz görüyoruz. Fakat
yükselmemiz söz konusu olduğunda, bu mümkün
olmadı. Çünkü onlar tanrı tanımaz bir sosyolojinin,
siyasetin, felsefenin, insanlığın tek değişmez ufku ol-
duğunu düşünüyorlardı. Bu paradigma 1960-70’lerden
itibaren çöktü. Bir kafa karışıklığı ortaya çıktı. Kafa ka-
rışıklığından sonra Türkiye’de çok çeşitli felsefi gruplar
ortaya çıkmaya başladı. Buna post-modern durum
diyorlar. Dolayısıyla herkes kendi mahallesini savun-
maya başladı. İslamcılar da kendi mahallelerini savun-
maya başladılar. Bu yanlış bir şey. Biz bu memleketin
eski sahipleriyiz. Beyazıt’taki Osmanlı Arşivleri’nde
İsrail’in bile tapuları duruyor. Biz böyle bir memleketiz,
böyle bir gelenekten geliyoruz. Dolayısıyla Türkiye’nin
de içinde bulunduğu bütün bu İslam coğrafyasını
çok geniş bir perspektiften görmek ve onun kaygı-
sını taşımak, edinmek ve sonrasında da sürdürmek
zorundayız. Son zamanlarda bana kalırsa siyasetin
ön açmasıyla gelişen bir akım var. Bu anlayış yavaş
Gençliği korumak için onları çitle çevirip bir yere
hapsedemeyiz. Ne düşüncelerini, ne duygularını, ne de
hayatlarını!
Değişimaşamasında Türkiye’nin kadim ruhunun
toplum ruhuna yansıması, kamuoyunda temayüz
etmesi için herkese büyük görevler düşüyor. Boş
vaktimiz yok!
yesilay.org.tr
41
YESiLAY
MAYIS
2014
1...,33,34,35,36,37,38,39,40,41,42 44,45,46,47,48,49,50,51,52,53,...104
Powered by FlippingBook