Background Image
Table of Contents Table of Contents
Previous Page  59 / 84 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 59 / 84 Next Page
Page Background

MAYIS 2019 59

kayıt düşüyor bir bakıma:

“Kayserialı (Kayserili) Eusebios

şehrin kurucusu sayılan

Büyük Konstantin'in cenaze

törenini şu satırlarla betimliyor:

(Konstantin’in) Mor kumaşlara

sarılı altın tabut içindeki bedeni

kendi adıyla anılan kente

getirilmişti. Burada, sarayın anı

salonunda ölü hükümdar son kez

halkının önüne çıkıyordu. Sırasıyla

bütün maiyetindekiler, generaller,

senatörler ve imparatorluğun

daha alt kademelerinde olanlar,

başlarında tacı ile morlar içinde

yatan hareketsiz insanın önünde

eğilerek saygılarını sundular."

Peki ya Osmanlı derseniz?..

Erguvan, Osmanlı’da da değerini

korumuş. Tesadüf odur ki,

İstanbul’un fethini Mayıs ayında

gerçekleştiren Osmanlı, 15.

yüzyılda başlatılan erguvan

şenliklerini 19. yüzyıla kadar

sürdürmüş. Boğaziçi'nde ağaçların

çoğaltılması için fermanlar bile

yazılmış. Bursa için de ayrı bir

önem taşımış Erguvan. Yıldırım

Beyazıt’ın damadı, Anadolu

erenlerinden Emir Sultan, her yıl

müritleriyle Bursa’da, erguvanların

açtığı dönemde buluşur, bu

vesileyle erguvan şenlikleri

yapılırmış. Günümüzde Bursa’da

yeniden canlandırılmaya çalışılıyor

bu gelenek, şehrin her yanına

erguvan ağaçları dikilmeye devam

ediyor.

Cumhuriyet dönemine

baktığımızda Ord. Prof. Süheyl

Ünver’in tablolarında erguvana

rastlarız. Ünver, bu çiçekten öyle

yoğun bir şekilde ilham alır ki,

"Neden İstanbul'da mayıslara

erguvan ayı demezler; hem neden

Boğaziçi'ni 'Erguvan Boğazı' diye

anmazlar,” diye sorar.

Edebiyatta da erguvanın izini

sürmek mümkün. Nefi’den

Yahya Kemal’e, Ahmet Hamdi

Tanpınar’dan Orhan Veli’ye,

Hilmi Yavuz’a… “Beş Şehir”

Edebiyatta da erguvanın

izini sürmek mümkün.

Nefi’den Yahya Kemal’e,

Ahmet Hamdi

Tanpınar’dan Orhan

Veli’ye, Hilmi Yavuz’a…

Tanpınar, “Beş Şehir”

adlı kitabında, “Gülden

sonra bayramı yapılacak

çiçek varsa o da

erguvandır,” der.

pembeye, mora duran

erguvanların içime düşürdüğü

heyecan hâlâ baki. Şimdilerde

onları şehrin kalabalığı içinde

arayıp bulmak biraz daha zor

olsa da çaresiz gidip yerlerinde

görecek, çiçeklerine yüzümüzü

sürecek, kokularını ciğerlerimize

dolduracağız ki bahar bize

küsmesin. Hem erguvanlarını

selamlamadan geçip gittiğimiz

İstanbul’un da boynu biraz bükük

kalır.

ERGUVANLAR İSTANBUL’A

EMANET…

Erguvan’ın İstanbul aşkı, bize

Bizans’tan emanet diyebiliriz.

Stefan Zweig’ın “İnsanlığın

Yıldızının Parladığı Anlar” kitabını

okuyanlar hatırlayacaklardır. Fatih’i

ve İstanbul’un fethini anlattığı

bölümde Bizans’ın son imparatoru

Konstantin, altın kartallarla

işlenmiş bir çift erguvan renkli

ayakkabıyla yerde öylece yatar

bir şekilde gözlerimizin önünde

canlanır. Burada karşımıza mor

rengin çıkması, bir tesadüf değildir.

Bizans’ın uğurlu rengidir mor,

imparatorluğun gücünün simgesidir.

Çünkü kaynaklara göre Bizans,

erguvan ağaçlarının çiçeklendiği

Mayıs ayında kurulmuştur.

Bu rengi elde etmek oldukça zahmet

gerektirdiğinden (binlerce deniz

kabuğunun öğütülmesinden ancak

birkaç gram elde edilebiliyormuş)

sadece imparator ailesine özel

bir renk olmuş erguvan moru.

İmparatorluğun çocukları

mor renkli odalarda dünyaya

geliyor, ardından da “erguvan

içinde doğmuş” anlamındaki

“Porphyrogenitos” unvanını

alıyorlarmış. Hatta Bizans asilleri

daha da ileri gidip, damarlarında

dolaşan kanın da asil erguvan

renkli olduğuna inanıyorlarmış

(Aktaran Cyril Mango, Bizans: Yeni

Roma İmparatorluğu, Yapı Kredi

Yayınları).

Mimar ve tarihçi Doğan

Kuban’ın, “İstanbul Bir Kent

Tarihi” kitabındaki şu satırlar da

Bizans’ın erguvan moru sevgisini

Erguvan, Osmanlı’da da değerini korumuş.

Tesadüf odur ki, İstanbul’un fethini Mayıs

ayında gerçekleştiren Osmanlı, 15. yüzyılda

başlatılan erguvan şenliklerini 19. yüzyıla

kadar sürdürmüş. Boğaziçi'nde ağaçların

çoğaltılması için fermanlar bile yazılmış.