Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
1058
Yaşam
“Dünya Şiddetli Bir Merhametsizlik Hastalığına Tutulmuş Vaziyette”
İnsanın ancak ötekiyle anlam kazandığını, ötekiyle kurduğu bağ ile kimliğini oluşturduğunu söyleyen Klinik Psikolog Gökhan Ergür, günümüzde değerler hiyerarşisinin henüz okul çağında oluştuğunu; dünyevi, maddi ve bencil değerlerin birincil düzeye çıkarıldığını söylüyor. Ergür, “Öncelikle anne ve babaların iyi birer rol model olması gerekiyor. İhtiyacı olan bir kimseye yardımın nasıl yapılacağını, buradaki incelikleri, nezaketi evlatlarımıza anlatmamız gerekiyor.” diyor.
Yardımlaşma sorumluluğu tarih boyunca bireyler, aileler, devletler ve bazı cemiyetler arasında çeşitli şekillerde paylaşılmış. Bu sorumluluğun temel prensibi ise herhangi bir iyilik ve karşılık beklemeden yapılan yardım davranışı. Klinik Psikolog Gökhan Ergür, bu hayırseverlik anlayışının, gelenek ve göreneklerin din ile etkileşiminden ortaya çıktığını ve Müslüman toplumlarda hayatın ayrılmaz bir parçası olduğunu söylüyor. Hayırseverliğin İslami açıdan hem gönüllü (sadaka) bir eylem olması hem de zorunlu (zekât) kılınmasının bu durumu daha da pekiştirdiğini dile getiren Ergür ile tüm boyutlarıyla gönüllülüğü konuştuk.
“İYİ İNSAN OLURSAK DÜNYA DAHA YAŞANIR OLUR”
Klinik Psikolog Gökhan Ergür, iyiliğin, hayırseverliğin ve yardımseverliğin insana ve uygarlığa kattığı en büyük değerin sosyal adalet olduğunu dile getiriyor. Ergür, “Sosyal adaleti sosyal sınıflar arasındaki ekonomik dengesizliklerin giderilmesi, ekonomik bakımdan zayıf sosyal sınıfların diğer sosyal sınıflara karşı korunması olarak tanımlayabiliriz. Sosyal adalet, özellikle emeği ile çalışanların, yaşadıkları toplum içinde insan onuruna yaraşır bir asgari yaşam standardına kavuşmalarını sağlayacak şekilde yaşamalarına yönelik uygulamalar bütünü olarak da açıklanabilir. Burada temel mesele, sahip olduklarımızı ötekinin ihtiyaçları doğrultusunda kullanmak ve paylaşmaktır. Bu sayede insanlar dünyada yalnız olmadıklarını, zorluk yaşasalar bile kendilerini düşünen kişi, kurum ve devletler olduğunu bilerek daha emin ve daha huzurlu yaşayabilirler. Biz iyilik için uğraştıkça, iyi bir insan olmaya çalışıp imkânlarımızı yardıma muhtaç insanlar için kullandıkça dünya daha yaşanır bir yer haline gelecektir.” diyor.
“KENDİNDEN BİR ŞEY VEREN İNSANLAR DAHA MUTLU”
“Dünya üzerinde bugüne kadar yapılmış araştırmalar bize şunu gösteriyor; zengin ya da yoksul olsun, tüm ülkelerde kendisinden bir şeyler veren insanlar diğerlerine göre çok daha mutlu.” diyen Gökhan Ergür şöyle devam ediyor: “130 ülkeden elde edilmiş veriler incelendiğinde, bu durumun insanın doğasında olan, kültürden bağımsız, evrensel bir tutum olduğunu ortaya koyuyor. Harvard İşletme Fakültesinden Michael Norton, gelirinin bir kısmını başkaları için harcayan kişilerin uzun vadede, tüm gelirini kendisi için harcayanlara kıyasla çok daha mutlu olduğunu gösteren çok sayıda veri olduğunu söylüyor. Başkalarına bir şeyler vermek sosyal ilişkileri artırdığı gibi, yaşamın amacına dair daha pozitif düşünmeyi, farklılık yaratmış olmayı, olumlu duygular geliştirmeyi, işe yaramış hissetmeyi ve en önemlisi de inancı gereği dünyadaki vazifesini yerine getirmiş olmanın huzurunu yaşamamızı sağlıyor. İnsan ancak bir ötekiyle anlam kazanır, ötekiyle kurduğumuz bağ bizim kimliğimizi oluşturur. Bu bağ ne kadar kuvvetli ve değerliyse insan dünyada o kadar çok huzur bulur, mutlu olur. Dünyada kendimize bir yer edinmeyi ve içimizdeki o sıkıntının kaybolmasını istiyorsak yapacağımız tek şey iyiliktir.”
Gökhan Ergür, günümüz dünyasında insanın kendi çıkarlarını ön planda tuttuğu, sadece kendini düşünme ve geliştirmenin hedeflendiği, fedakârlığın göz ardı edildiği bir anlayışın hâkim olduğunu söylüyor. Özellikle batıda ve küreselleşmeyle birlikte giderek tüm dünyada, ailelerin fonksiyonunu yerine getiremeyen birer sosyal kurum haline geldiğinin altını çizen Ergür sözlerini şöyle sürdürüyor: “Eğitim kurumlarında, rekabet her şeyin üstünde tutuluyor ve bireyin başkalarını göz ardı ederek sadece kendini geliştirmesi üzerine odaklanılıyor. Bütün bunların yanı sıra, modernite-din etkileşiminde insan, dikkatini ve entelektüel eğilimlerini kutsal alandan uzaklaştırarak seküler alana yöneltiyor. Bu durum, insanların mal biriktirme gibi dünyevi hevesler peşinde koşuşturması sürecini hızlandırıyor. Artık değerler hiyerarşisi henüz okul çağında değişirken, dünyevi, maddi ve bencil değerler birincil düzeye çıkarılıyor.”
“NEZAKETİ EVLATLARIMIZA ANLATMALIYIZ”
Öncelikli olarak anne ve babaların iyi bir rol model olması gerektiğini vurgulayan Gökhan Ergür sözlerini şöyle sürdürüyor: “Eğer ebeveynler sadece kendi dünyasına, kendi ailesine odaklanırsa o evde yetişen çocuk da sadece kendi ihtiyaçlarını gözeten ve ötekinin derdini umursamayan biri olabilir. Ebeveynlerin ev ortamında mutlak suretle iyilik, gönüllülük, hayırseverlik gibi konu başlıklarını gündeme getirmeleri ve bu değerlerin bizlere ne kattığını anlatmaları gerekir. Ardından bu başlıklarla ilgili eyleme geçmeleri ve bu eyleme çocuklarını da dahil etmeleri önemli. İhtiyacı olan bir kimseye yardımın nasıl yapılacağını, buradaki incelikleri, nezaketi evlatlarımıza anlatmamız gerekiyor. Yine bu bağlamda çocuklarımızı çeşitli yardım kuruluşları ve sivil toplum kuruluşları ile tanıştırıp o kurumların yaptığı yardım faaliyetlerine katılımlarını sağlamalıyız. Sadece konuşmak, anlatmak yetmez, fiili olarak yardımın içerisinde bulunmaları, o kutlu hissiyatı doğrudan yaşamaları gerekir.”
“ÇOCUĞUN KALBİ YETİŞTİĞİ İKLİME GÖRE BOY VERİR YA DA KÖRELİR”
“Merhamet, gönüllülük, yardımseverlik doğuştan gelir. Her insan doğumuyla beraber kalbinde merhamet hazinesini taşır; dünyayla tanıştıkça ve yaşadıkça bu duygu bazen gelişir bazen de körelir.” diyen Gökhan Ergür sözlerine şöyle devam ediyor: “Çocukları düşünün, içlerinde en ufak bir kötülük yoktur; tanımadığı insanları, hayvanları, oyuncakları, ağaçları, yaratılmış ne varsa hepsini sever ve merhamet gösterirler. Fakat büyüdükçe, yavaş yavaş ailesinden ve çevresinden etkilenir, onlar gibi konuşmaya, davranmaya ve hissetmeye yönelirler. Çocuğun kalbi yetiştiği iklime göre boy verir ya da körelir. İşte bu sebepten dolayı kalp merkezli bir yaşam sürmek, iyiyi, güzeli ve doğruyu toplumun her alanında yaymak, öncelemek bize bir hediye olarak sunulan merhamet duygusunu çoğaltmamıza yardımcı olacaktır. Gönüllülük hâlihazırda tabiatımızda yer alan bir duygu olduğu için iyi oluşumuza büyük katkılar sağlar. İnsanların dertleriyle hemhâl (aynı durumda) olabilmek, empati kurabilmek, onların duygularını anlamaya çalışmak ve onlarla beraber olmak şüphesiz ki duygusal zekamızı, sosyal ilişkilerimizi ve empati becerimizi geliştirir. Küçük yaştan itibaren yardım faaliyetlerinde olan kişilere baktığımızda; daha öz güvenli, ikili ilişkilerde başarılı ve öz saygısı yüksek kişiler olduğunu görüyoruz. Gönüllülük hem ruh ve anlam dünyamıza hem de kişiliğimize büyük katkılar sunar. Yardım eden, iyilik yapan kişi iyileşir, güçlenir, psikolojik dayanıklılığı artar ve dünyada kendisine sağlıklı bir yer inşa eder. Bu sebepten dolayı da hem kendimizin hem de çocuklarımızın dünya yolculuğundaki refahı için yardımseverliği artırmamız gerekir.”
GÖNÜLLÜLÜK TOPLUMU BİR ARADA TUTAR
Gökhan Ergür sözlerini şöyle sürdürüyor: “Toplumsal eşitlik için gönüllülük olmazsa olmazdır. Güçlü olanın gücünü daha da artırmaya odaklanmasından ziyade ihtiyacı olana yönelmesi, onun dertleriyle dertlenmesi sosyal hayatın sağlıklı bir biçimde ilerlemesine de olanak sağlayacaktır. Çünkü günümüz toplumunda zayıf olanın daha da ezilmesi, oyun dışında kalması normal ve öğütlenen bir şey haline dönüştü. Bu yanlış algıyı yıkmak ise özümüze yeniden dönmekle mümkün olur. Çünkü merhameti içimize yerleştiren yüce yaratıcıdır ve bu güzelliğin hikmeti ise çaresiz olanlara yardım edip onların hayatlarını bu dayanışma ile kolaylaştırmaktır. Gönüllülük, toplumu bir arada tutar, insanlar bu sayede bir ötekine tutunarak, ondan destek bularak hayatına devam eder ve iyi hissederler. Fakat burada dikkat etmemiz gereken önemli bir husus var; gönüllülük ve merhamet ötekinin acısını önemsemek ve yakından bakabilmektir. İnsan sadece kendi sıkıntılarına değil komşusunun, akrabasının, dostunun sıkıntılarına da dikkat kesilmekle, o acılara kulak verip onun için bir şeyler yapabilmekle vazifelendirilmiştir. Ötekini duyabilmek, dinleyebilmek için öncelikli olarak odağımızı kendi hayatımızdan ve isteklerimizden çevirmemiz, karşımızdaki insanın gözlerine hesap tutmadan bakabilmemiz gerekmektedir. Bu bakışın ardından da şüphesiz ki bir eylem gereklidir çünkü merhamet pasif değil aktif bir duygudur. Sadece karşı tarafın acısını, derdini, tasasını anlayıp onunla beraber üzülmek merhamet için yeterli gelmez. O duyguları hissettikten sonra karşı tarafa el uzatmamız, gözyaşlarını silmemiz ve derdini ortadan kaldırmak için mücadele etmemiz gerekir. Ancak bu sayede merhamet tamamlanmış olur. İşte bu tamamlanmış merhamet ve gönüllülük eylemi de bizlere cesaret ve umut aşılar.”
DÜNYA ŞİDDETLİ BİR MERHAMETSİZLİK HASTALIĞINA TUTULMUŞ VAZİYETTE
Araştırmaların, insanların daha bireyci bir hale geldiğini gösterdiğini söyleyen Gökhan Ergür, günümüzde yapılan empati testleri ve 1970’lerde yapılanlar karşılaştırıldığında günümüzde yüzde 40 daha az puan alındığının ortaya konduğunu söylüyor. Ergür sözlerini şöyle tamamlıyor: ‘Şu an dünyada yaşadığımız en büyük sorun da işte budur. İnsanlar birbiriyle empati kuramıyor, derdini anlayamıyor. Dünya şiddetli bir merhametsizlik hastalığına tutulmuş vaziyette. Anaokulundan itibaren çocuklara önemli olan tek şeyin kendileri olduğu ve her daim kendilerini öncelemeleri gerektiği mesajı veriliyor. Sadece kendi isteklerine ve duygularına odaklanan çocuk bir zaman sonra aile üyelerini bile umursamayıp dünyayı sadece kendi penceresinden okuyarak dünyanın geri kalanını önemsiz ayrıntılar gibi görmeye başlıyor. Okul ve ebeveyn tutumları bu noktada buz dağının görünen kısmı aslında. İnsanın anlam ve inanç dünyasını hedef tahtasına koymuş ve her geçen gün daha da büyük bir hırsla bu değerlere saldıran bir dünya düzeni ile karşı karşıyayız. Gözle görülmeyen, her şeyi ötekileştirerek yok etmeye çalışan bu düzende merhamet kavramı insanı yavaşlatan, zarar veren, kâr elde etmesini engelleyen bir duygu olarak değerlendiriliyor. Sadece duygu olarak değil davranış olarak da merhamet duygusunun köreltildiği bir dünyadayız. Henüz ilkokul çağındaki çocuklarımıza oyun diye sunulan ve sadece insana zarar verme üzerine kurulu bilgisayar oyunları, diziler, sinema filmleri ve hatta ana haber bültenleri insanları giderek merhametsizleştirmeye; acı, ölüm, şiddet karşısında duyarsızlaştırmaya çalışıyor. Her gün saatlerce bilgisayar oyunlarında, telefonunda, tabletinde silahla insan öldüren, şiddet içerikli görsellere maruz kalan çocuk bir süre sonra insani duyguları önemsememeye ve nihayetinde de bu duyguları yitirmeye başlıyor. Bu duygular yitince de ne yazık ki insanlık yitiyor ve dünya yaşanmaz bir yer haline dönüşüyor.”
KLİNİK PSİKOLOG GÖKHAN ERGÜR KİMDİR?
İstanbul Bilim Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü’nü bitirdi. Yüksek lisans eğitimini ‘Şiddet içerikli bilgisayar oyunu oynayan ikinci kademe öğrencilerinin saldırganlık eğilimlerinin ve benlik saygı düzeylerinin incelenmesi’ başlıklı teziyle İstanbul Arel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Klinik Psikoloji alanında tamamladı. Üniversite eğitimleri sırasında Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatri Kliniği, Balıklı Rum Hastanesi Psikiyatri Kliniği, Florya Doğa Koleji ve T.C. İstanbul Valiliği İstanbul Çocukları Vakfında stajlarını sürdürdü. Doktora çalışmasına Yakın Doğu Üniversitesinde devam eden Ergür, Moodist Psikiyatri ve Nöroloji Hastanesi’nin etik kurulunda yer almasının yanı sıra burada psikoterapi hizmeti de sunuyor. Aylık edebiyat ve fikriyat dergisi İtibar‘ın yayın kurulunda bulunan Gökhan Ergür, üç aylık psikoloji dergisi Nefes’in Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de sürdürüyor.