Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
1086
Yaşam
Geçmişi Anlamlandırmak Kişiyi Rahatlatır
Danimarkalı filozof ve teolog Soren Kierkegaard, “Hayat, sadece geriye bakarak anlaşılabilir; ancak ileri doğru yaşanabilir” diyor… Geçmişin izleri her zaman zihnimizde ve kalbimizde, ancak bunları anlayıp ileri bakabilmemiz de şart. Peki, geçmişi nasıl anlarız? Geçmişi nasıl geçmişte bırakıp önümüze bakarız? Geçmişin yüklerinden kurtulup olumsuz izlerini silmek mümkün müdür? Klinik Psikolog Gizem Bodur Atalay ile geçmişi anlamayı ve onunla barışmayı konuştuk.
Bazen duyduğumuz bir şarkı, gittiğimiz bir yer, aldığımız bir koku; bazen de bir duygu bizi geçmişe götürür. Peki, geçmişi yalnızca hatırlamak ile geçmişe takılmak arasındaki fark ne? Klinik Psikolog Gizem Bodur Atalay, insan benliğinin geçmişine dair düşüncelerden tamamen kurtulmasının mümkün olmadığını söylüyor ve bunu sağlıklı bir durum olarak nitelendiriyor. Atalay’a göre anıların hissettirdiği duygularınız yoğunlaşıp günlük yaşantınızda çokça yer kaplamaya başlamışsa ve bu durum gündelik işlerinize odaklanmanızı zorlaştırıyorsa siz de geçmişe takılıp kalanlardan olabilirsiniz. Klinik Psikolog Gizem Bodur Atalay ile geçmişin farkında olarak bugünü anlamlandırmayı ve şimdiki anı yaşayabilmeyi konuştuk.
Bazen duyduğumuz bir şarkı, gittiğimiz bir yer, aldığımız bir koku; bazen de bir duygu bizi geçmişe götürür. Peki, geçmişi yalnızca hatırlamak ile geçmişe takılmak arasındaki fark ne? Klinik Psikolog Gizem Bodur Atalay, insan benliğinin geçmişine dair düşüncelerden tamamen kurtulmasının mümkün olmadığını söylüyor ve bunu sağlıklı bir durum olarak nitelendiriyor. Atalay’a göre anıların hissettirdiği duygularınız yoğunlaşıp günlük yaşantınızda çokça yer kaplamaya başlamışsa ve bu durum gündelik işlerinize odaklanmanızı zorlaştırıyorsa siz de geçmişe takılıp kalanlardan olabilirsiniz. Klinik Psikolog Gizem Bodur Atalay ile geçmişin farkında olarak bugünü anlamlandırmayı ve şimdiki anı yaşayabilmeyi konuştuk.
GEÇMİŞE TAKILMAK VE “YİNELEME ZORLANTISI” KAVRAMI
Geçmişe takılıp kalmak nedir? Bir insanı düşündüğümüzde onu; geçmişi, şimdisi ve geleceği üzerinden değerlendiririz. Örneğin, bir filmdeki ya da okuduğunuz bir romandaki bir karakteri düşünün, onun bugününü anlamaya çalışırken zihnimizde onun geçmiş yaşantısının nasıl olmuş olabileceği ve gelecekte nasıl bir hayatı olabileceği üzerine sorular oluşur. Kendimize bakış açımız da işte bu şekildedir. Bugünümüzü anlamaya çalışırken geçmişimizden parçalar bulup yapbozu tamamlamaya çabalarız ve bunun üzerine geleceğimizi inşa etmeye çalışır bunu kurgularız.
İnsanı algılarken onu kendi tarihçesi üzerinden çalışarak algılamak psikoloji biliminin de en temel yöntemidir. Yani, geçmişi anlama çabası aslında kendimizi anlama çabamızın bir parçası olduğundan oldukça olağandır. Geçmişe takılıp kalmak ise, bugünkü yaşantımızda bir şeyleri anlamakta zorlandığımızda geçmişe dönüp ne olmuştu onu anlayıp, buna göre şimdiye dair kararlar almamız için tekrar tekrar geçmişe dair düşünceler içine girmemiz anlamına gelebilir.
Psikanaliz alanındaki çalışmalarıyla tanınmış, modern psikolojinin öncülerinden olan Sigmund Freud, “yineleme zorlantısı” kavramı ile bazı travmatik olayların, örneğin, daha önce yaşanmış kazaların ya da olumsuz yaşam olaylarının, zihnimizde veya rüyalarımızda tekrar tekrar belirmesi durumundan bahseder. Freud, Birinci Dünya Savaşı sonrası nevroz olgularından yola çıkarak travmatik olayların tekrar tekrar kişinin yaşamında ve zihninde gündeme geldiğinin altını çizer ve bunun sebeplerini araştırır. “Kişi rahatsız olduğu hâlde neden geçmişiyle bu kadar yoğunlukla uğraşır?” sorusunun yanıtlarını bulmaya çalışır. Geçmişle haşır neşir olma hâli bir tarafıyla sağlıklı ve doğal bir eğilimdir, çünkü kişi geçmiş öyküsünü anlamadan bugününü anlayamaz. Ancak, geçmişe dair düşünceler çok yoğunlaşmışsa bu, bazen kişiye zarar verici bir boyuta ulaşabilir.
Hangi durumda bir sorun hâline geldiğinden söz edebiliriz?
Takıntılı bir şekilde zihinde beliren geçmiş yaşantılara dair düşüncelere yoğun duygulanımlar da eşlik ediyor, kişinin günlük yaşantısına uyumunu zorlaştırıyor ise o zaman ruhsal bir zorlanmanın varlığına işaret eden bir durum söz konusudur. Travma yaratıcı deneyimler, ruhsal dengenin korunmasında gerekli olan ruhsallıktaki uyarım kalkanını yarıp geçerler. Bu uyarımlar, terapi süreci içerisinde işlenip anlamlandırılamadıklarında ise kişinin yaşantısında tekrarlayan döngülere dönüşebilirler; tekrarlayan düşünceler ve eylemlerle dışa vurulan “yineleme zorlantıları”na yol açabilirler. Bu sebeple geçmişe dair takıntıların zihnimizdeki yineleme zorlantılarının bir ürünü olduğunu söyleyebiliriz.
BUGÜNÜ VE KENDİNİ ANLAMANIN ANAHTARI GEÇMİŞTE
Bilinçaltımız geçmişe neden ve nasıl takılı kalıyor?
Niçin ana ve geleceğe bakamıyoruz? Geçmiş ve şimdi birbiriyle oldukça bağlı kavramlar olduğu için bazen ikisini birbirinden ayırt etmek de zordur. Geçmiş aslında şimdinin de içindedir. Kişilik gelişiminin en temel aşaması erken ve orta çocukluk döneminde, 0-6 yaş arasında, tamamlanır. Gerisi, üzerine inşa edilen kimlik unsurlarıdır. Bu nedenle temel aşamalar, o dönemlerdeki anılar ve bilinçli olarak o anıları hatırlamasak dahi bilinç dışımızda o anıların bizde bıraktığı duygulanımlar, oldukça aktiftirler. Bu sebeple geçmiş, temelde her zaman zihnimizdedir. Bir şeyler olmuştur, yaşamışızdır ve bir çocuk olarak tüm bu yaşantılara maruz kalmışızdır. Yetişkin olduğumuzda da bugünü anlamak için, “Çocukluğumuzda bize ne olmuştu?”yu anlamak kişilik ve kimlik gelişimimizi anlamamız açısından önem taşır. Çoğu kişi bu sebeple psikoterapi sürecine başlayarak geçmişini ve şimdisini anlamak, yani aslında bir bütün olarak kendine bakmak ve anlamak, bunun üzerine çalışmak ihtiyacı duyabiliyor. Geçmişi çok anlamadan ya da anlamlandıramadan şimdiye ve geleceğe odaklanmak bazı kişiler için zor olabiliyor. Anlamlandıramadığımız geçmiş devamlı zihnimize takılabiliyor. Yakın veya uzak geçmişimizdeki travmatik olaylar zihnimizde her zaman canlılığını koruyabilirler. Bundan dolayı da geçmişe takılmak ve ana odaklanamamak da söz konusu olabilir. Zihnimiz devamlı bir problem çözme sürecinde gibi geçmiş anılara odaklanır ve böylece bulunduğumuz anı ıskalayabiliriz. Bazen de geçmişteki travmatik anılar tamamen zihnimizden silinebilir ancak onların duygusu günlük yaşamda birtakım çağrışımlarla açığa çıkabilir ya da güncel eylemlerle tekrar tekrar canlandırılabilir.
Geçmişe takılıp kaldığımızı nasıl anlayabiliriz?
Bunun çok direkt ve somut göstergeleri yok, çünkü geç miş hep bizimle ve biz fark etsek de etmesek de zihnimizin önemli bir kısmını kapsıyor. Ancak, eğer geçmişe dair bazı hatırlanan anıların hissettirdiği duygular yoğunlaşmışsa ve günlük yaşantımızda oldukça alan kaplamaya başlamışsa, bu, zihnimizin geçmişle haşır neşir olduğunun bir göstergesi olabilir. Geçmişe yoğunlaşıp gündelik işlerimize odaklanma güçlüğü yaşıyor ve günlük işlerimizi gerçekleştirmemiz bu sebeple zorlaşıyor ise o zaman da zihnimizin geçmişe yoğun bir şekilde takılma hâlinde olduğunu düşünebiliriz.
Bazı anıların zihnimizden tamamen silinmesi de o anıların zihnimiz tarafından bastırıldığını gösterir. Zihnimiz, geri planda tutmaya çalıştığı bu anılarla aslında oldukça meşguldür ve bir savunma yöntemi olarak onları bastırarak unutmayı tercih eder. Ancak, tekrar tekrar belli semboller ve bunların getirdiği temalar üzerinden görünen rüyalar geçmişe takılıp kalma alanlarının neler olduğuna dair bize bilgi sağlarlar. Bazen de güncel korkularımız ya da fobi diye nitelendirdiğimiz korku hissimizi dışa vurduğumuz nesneler ya da varlıklar takıntılı bir şekilde zihinsel uğraşı unsurlarımız olabilir. Bugün de var olan korku unsurlarının aslında geçmişle birtakım bağlantıları olabilir ve zihnimiz bu bağlantıları kurmak üzerine yoğun bir uğraşı içerisine girebilir. Tüm bunlar geçmişe takılıp kalmışlığın göstergeleri olabilir.
“GEÇMİŞE TAKILI KALMA HÂLİ, YIKICI VE ZARAR VERİCİ BİR FORMA DÖNÜŞEBİLİR”
Geçmişe takılıp kalmak bizleri nasıl etkiler, psikolojimize nasıl yansır?
Herkes zihninde geçmişiyle, geçmiş yaşantısı ve anılarıyla belirli düzeylerde uğraşır. Bazen, geçmişteki bazı yaşantıların olumsuz etkileri ile ilgili öfke, üzüntü, suçluluk, pişmanlık, kırgınlık gibi duygular hissedebiliriz. Bu tür duygular yoğunlaştığında bugünkü yaşantımızı, yaşam biçimimizi ve ilişkilerimizi de etkileyebilir. Geçmiş yaşantıların getirdiği duygular ve düşünceler geleceğimizle ilgili alacağımız kararları da şekillendirebilir. “Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer” dedikleri durum ortaya çıkabilir. Geçmişteki bazı olumsuz deneyimler sonucu bize kalan en temel duygu kaygı olabilmektedir. Bu da geleceğe dair temkinli adımlar atmamıza bazen de adım atamayacak düzeyde hareketsiz kalmamıza yol açabilir.
Bazen de “yineleme zorlantısı” ile zihinde takılı kalan geçmiş anının bir benzeri bugünde de düşüncemizde ve/veya eylemimizde tekrar tekrar canlanarak yeniden ifade bulabilir. Örneğin, bir kişi geçmişinde sıklıkla fiziksel bir şiddete maruz kalmışsa, şimdiki yaşantısında bu deneyimlerin çağrıştırdığı anılar ve bunların getirdiği duygular zihninde tekrar tekrar belirebilir. Bazen de kişi kendi maruz kaldığı eylemlerde sıklıkla kendisi bulunarak bu anılarla bir tür baş ediş içerisine girebilir. Tüm bunlar bu travmatik anıların getirdiği etkilerden benliğimizi koruma çabamızdır. Ancak, bu düşüncelerin ya da eylemlerin tekrarlayıcı bir şekilde olması, bazen kişinin kendine ya da çevreye zarar vermesi gibi olumsuz sonuçlara yol açabilir. Freud, “yineleme zorlantısı”nı “ölüm dürtüsü” kavramı üzerinden açıklar. Ölüm dürtüsü, kişinin bilinç dışı biçimde kendisine ya da çevresine zarar verme girişimlerine sebep olan yönelimidir. Aslında çok derinde “yaşam dürtüsü”, yani hayatta olma, onarma ve üretme eğilimi ile ilişkili olan bu kavram, travmatik anıların etkisi sonucu yıkıcı etkilere yol açan bir şekle gelebilmektedir. Zihne takılı kalan geçmişe dair düşünceleri de bu kapsamda düşünebiliriz. Bir tarafıyla benlik bütünlüğümüzü ve ruhsallığımızı onarma çabamızla gelişen bu geçmişe takılı kalma hâli, yoğunlaştığı bazı zamanlarda yıkıcı ve zarar verici bir forma dönüşebilir.
“PSİKOTERAPİ EN GÜVENLİ ALANDIR”
Geçmişe takılı kalmaktan nasıl kurtuluruz?
İnsan benliği geçmişiyle bir bütün içerisinde olduğu için geçmişine dair düşüncelerden tamamen kurtulması mümkün değildir. Geçmişte bizi oldukça etkileyen, yaşantımızdaki dönüm noktası olarak nitelendirebileceğimiz olaylar ise bugünkü yaşantımızdaki bazı deneyimlerimizle zihnimizde yeniden çağrışabilir, tekrar tekrar bu olaylara dair duygu ve düşüncelerimizin yoğunlaşmasına yol açabilir. Aslında zihnimiz bu olayları tekrar tekrar hatırlayıp anlamlandırmak, yaşantımızda bir yere konumlandırmak ve normalleştirmek istemektedir. Rüyalarımız vasıtası ile geçmiş yaşantımıza ait zihnimizdeki sembollerle bilinç dışımızdakileri yeniden ifadelendirme, işleme ve alan açma imkânı yakalarız. Rüyalar zihnin kendisini ifade etme biçimidir. Bu sebeple, anıların getirdiği duyguların ve düşüncelerin çeşitli temsillerle açığa çıkmasına imkân sağlarlar. Rüyalar bazen hissettirdiği duygular açısından bizi rahatsız edip zorlasa da, bilinç dışımızda olup bitenleri bize ifade etme ve dışa vurma alanı sağladığından aslında iyi oluş hâlimize katkıda bulunurlar. Geçmişte başımıza gelenleri güvendiğimiz, yanında iyi hissettiğimiz ve bizi yargılamadan dinleyebilen kişilerle paylaşmak da anıların getirdiği duygusal yükleri boşaltmamıza ve hafiflememize yardımcı olur. Bazı geçmiş travmatik yaşantılar bedenimizde ve beden hafızamızda izler bırakabilir. Bu sebeple, bedensel egzersizler, bedeni gevşetme ve nefes çalışmaları bedenimizde geçmişin izleriyle taşınan enerjiyi dışa vurmamıza, deşarj olup iyi hissetmemize katkı sağlayabilir. Eğer geçmişe takılı kalma hissi ve bunun getirdiği duygusal bir yoğunluk içerisindeysek bunu açabileceğimiz en güvenli alan psikoterapi ortamıdır. Psikoterapi sürecinde terapistimizle geçmiş anıların getirdiği duygulanımları, bugüne etkilerini konuşup anlamak, duygularımızı terapinin güvenli alanında açığa çıkarmak ve kendimize yönelik kişisel farkındalık edinmek geçmişe takılı kalma hissimizi yatıştırmada bize yardımcı olacaktır.
GEÇMİŞİ ANLAMLANDIRARAK GEÇMİŞLE BARIŞMAK
İnsan geçmişiyle nasıl barışır? Geçmişin yüklerinden kurtulup olumsuz izlerini silmek mümkün müdür?
Geçmiş anılar bazen kızgınlık, kırgınlık, korku, endişe, üzüntü, pişmanlık ve suçluluk gibi duyguları hissetmemize sebep olabilirler. Bu anıların getirdiği duygusal yüklerden kendimizi güvende hissettiğimiz sosyal ortamlarda ya da yakın hissettiğimiz bir kişiyle kişisel paylaşımlarda bulunarak kurtulabiliriz. Bir psikoterapi sürecinden geçmek için psikoterapist olan bir psikoloğa/psikiyatra başvurabiliriz. Psikoterapi, kişinin geçmişine dair içsel bir keşif yolculuğu ile geçmişe dair yolları açarak, kişinin kendi geçmişini anlayarak bugünkü benliği ile ilişkilendirmesine ve birleştirmesine katkı sağlayacak güvenli ortamı yaratan bir süreçtir. Kişi geçmişini anlamlandırdıkça kabullenip ona uyumlanarak kendisini daha rahat hisseder. Geçmiş, şimdi ve geleceğe bir bütün olarak bakma becerimizi geliştirmek, geçmişimizde acı verici deneyimler olsa da, bunları kabul edebilmemize, başka bir deyişle geçmişimizle barışmamıza yardımcı olur. Geçmişin izleri temelde ve güçlü olduğundan, bizi etkileyen olayları görmezlikten gelip yok saymak ve olmamış gibi davranmak hiçbir işe yaramayacaktır. Geçmişi zihnimizden silmek mümkün değildir, anılar bastırılıp silinse de anıların duygusu ve anıların canlandırılması yoluyla dışa vurulan eylemler bilinç dışı olarak devam eder. Psikoterapi sürecinde, geçmiş yaşantıların getirdiği etkiler incelenip geçmiş yaşantılar ve bu yaşantıların şimdiye olan etkileri ele alınarak kişinin bunlara yönelik öz farkındalık geliştirmesi üzerine çalışılır.
“GEÇMİŞİN VE BUGÜNÜN DUYGULARINI AYRIŞTIRMAK GEREKİYOR”
Geçmiş kaygısı ve gelecek kuşkusu arasında anı nasıl en kaliteli ve sağlıklı bir şekilde yaşayabiliriz?
Zihnimiz geçmiş ve gelecekle haşır neşirken bazen içinde bulunduğumuz anı ve anın getirdiği duyguları fark edemeyebiliriz. Bazen de geçmişimizin getirdiği duygular ve kaygılar şimdiki anımıza bulaşabilir ve biz farkına varmadan günlük yaşantımızı etkileyebilir. Geçmişin getirdiği hislerle, geleceğe dair kaygı ve kuşku hissi geliştirebilmemiz de olasıdır. Psikoterapide geçmiş ve bugünün duygularını ayrıştırma üzerine çalışılabilmektedir. Geçmişin duygusunu şimdiden ayrıştırma, geçmişin duygusal yüklerini bugünden arındırmaya katkı sağlar. Kişiler “Şu anki duygum şimdiye mi dair, yoksa geçmişten zihnimde bir şey çağrıştı da mı bu duyguyu hissediyorum?” diye kendi kendilerini sorgulayarak da şimdiye dair duygularını geçmişten ayırt etme çalışması yapabilirler. Bunun yanı sıra geçmiş olayların etkisinin bugün açığa çıkan duygulara etkisi de psikoterapide konuşulmaktadır.
Kişiler kendi içsel diyaloglarında da “Geçmişte yaşadığım bu anı şu anda ne tür duygular hissetmeme yol açıyor?”, “Şu anki yaşam biçimimi, tercihlerimi ve ilişkilerimi nasıl, ne ölçüde etkiliyor?” gibi soruları kendi kendilerine sorabilirler. Kendimize yönelttiğimiz sorularla şimdi ya da geçmişe dair hissettiğimiz duyguları ifade etmemiz, onları isimlendirmemiz öz farkındalığımızı destekler; geçmişi ve geçmişin bıraktığı izleri anlamlandırmamızı ve şimdiki ana odaklanmamızı sağlar. Ayrıca, bizi iyi hissettiren kişisel alışkanlıklarla, hobilerle, uğraşılarla ilgilenerek güncel yaşama aktif katılım sağlamak, şimdiki ana odaklanmamıza ve yaşantımızda yeni deneyimler inşa ederek genel iyi oluş hâlinde olmamıza, yaşantımızdan memnuniyet duymamıza katkı sağlar. Kişisel yaşam öykümüzde geçmişimizi anlamamız, anlamlandırmamız ve şimdiki yaşantımıza entegre ederek yaşayabilmemiz ruhsal açıdan bütüncül bir benlik içinde olmamızı sağlar ve böylece sağlıklı ve kaliteli bir yaşam sürmemizi destekler.