Makaleler
yesilay-yeme-bozukluklari.jpg

Yeşilay, Yeme Bozukluklarını Bir Halk Sağlığı Meselesi Olarak Ele Alıyor

YEDAM Uzmanı Klinik Psikolog Aleyna Bal ile yeme bozukluklarının nedenleri, tedavisi, özellikle alkol ve madde kullanımıyla ilişkisi ve Yeşilay’ın bu konudaki yaklaşımları hakkında konuştuk.

Yeme bozuklukları ile alkol ve madde kullanımı arasında nasıl bir ilişki var? Birbirini nasıl tetikler?
Yeme bozuklukları ile madde ve alkol kullanım bozuklukları, özellikle duygu düzenleme zorlukları ve dürtü kontrolündeki güçlük nedeniyle sıklıkla birbiriyle ilişkilendirilen klinik alanlardır. Birey, yoğun duygusal stres karşısında baş etme kapasitesi zorlandığında dışsal bir rahatlatıcıya yönelme eğilimi gösterebilir; bu bazı kişilerde yeme davranışının kontrolsüzleşmesi, bazı kişilerde ise alkol ya da madde kullanımına yönelme şeklinde ortaya çıkabilir. Araştırmalar, yeme bozukluğu olan bireylerde madde veya alkol kullanım bozukluğu görülme oranının %20–40 arasında değiştiğini gösteriyor. Özellikle Bulimia Nervoza (aşırı yeme atakları ve ardından kilo alımını önlemek için kusma) ve Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu tanılarında bu oran daha yüksek. Bu durumun temelinde hem yeme davranışının hem de madde kullanımının beyindeki ödül sistemini benzer biçimde aktive etmesi yatıyor. Dopamin salımı sonucu kişi geçici bir rahatlama hisseder fakat bu kısa süreli etki, davranışın tekrarını tetikler ve zamanla bağımlılık döngüsü oluşur.

Yeme bozukluğu yaşayan bireyler, kilo kontrolü ya da duygu regülasyonu amacıyla madde veya alkol kullanımına yönelebilirken; madde kullanan bireylerde de iştah, dürtü kontrolü ve beden algısı üzerindeki değişimler yeme bozukluğu davranışlarını tetikleyebilir. Travmatik geçmiş, düşük benlik değeri ve sosyal baskılar, bu döngüyü daha da güçlendirir. Sonuç olarak, yeme bozuklukları ve bağımlılıklar benzer nörobiyolojik ve psikososyal süreçlerden beslenen, duygu düzenleme güçlüklerinin farklı biçimlerde dışa vurumlarıdır. Tedavi sürecinde bu iki alan birbirinden ayrı düşünülmemeli, duygu düzenleme becerilerini güçlendiren bütüncül yaklaşımlar tercih edilmelidir.

YEME BOZUKLUKLARI MADDE VE ALKOL KULLANIMIYLA İLİŞKİLİ

Yeme bozukluğu olan bireylerde bağımlılık görülme olasılığı nedir? Oran verebilir misiniz?
Yeme bozukluğu yaşayan bireylerde bağımlılık davranışlarının görülme oranı, genel topluma göre belirgin biçimde yüksek. Geniş katılımlı bir araştırma, yeme bozukluğu tanısı almış bireylerin yaklaşık %22’sinde bir tür madde ya da alkol kullanım bozukluğu bulunduğunu gösteriyor. Ancak bu oran, yeme bozukluğunun türüne göre değişiyor: Bulimia Nervoza ve Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu vakalarında madde veya alkol bağımlılığı oranı %30–50’lere kadar çıkarken, Anoreksiya Nervoza olgularında bu oran genellikle daha düşük. Bu durum yalnızca bir istatistik değil aynı zamanda ortak bir psikolojik zeminle ilgili. Her iki bozuklukta da birey, yoğun duygusal gerilim ve öz değer algısındaki kırılmalarla baş edebilmek için dışsal bir düzenleyiciye başvurur; kimisi yemekle, kimisi madde veya alkolle geçici rahatlama sağlar. Beyindeki dopamin mekanizması, bu davranışları geçici bir rahatlama ya da ödül deneyimi olarak kodlar. Bu durum, bireyin benzer bir haz ya da rahatlama hissini tekrar yaşama isteğini güçlendirir ve davranışın süreklilik kazanmasına neden olur. Ayrıca dürtüsellik, anksiyete, beden algısında bozulma ve travmatik yaşam öyküleri gibi psikososyal etkenler hem yeme bozukluğu hem de bağımlılık riskini aynı anda artırır. Bu nedenle yeme bozukluğu tedavisinde yalnızca beslenme alışkanlıkları değil, bireyin duygu düzenleme becerileri ve bağımlılık eğilimleri de birlikte ele alınmalı.

BEDEN ALGISI BOZUKLUĞU ETKİLİ OLUYOR

Yeme bozukluğu yaşayan bireylerde beden algısı bozukluğu ne ölçüde rol oynuyor? Kişinin kendini algılama biçimi, bozukluğun sürdürülmesinde nasıl bir etkiye sahip? Bireyin bundan kurtulması için neler yapılabilir?
Yeme bozukluklarının en temel bileşenlerinden biri beden algısındaki bozulmadır. Kişi, fiziksel görünümünü nesnel gerçeklikten bağımsız biçimde, genellikle olumsuz bir gözle değerlendirir. Bu durum sadece kendini kilolu hissetmek ya da bedeninden memnun olmamakla sınırlı değildir; bireyin benlik saygısı, öz değer duygusu ve sosyal ilişkilerini de doğrudan etkiler. Araştırmalar, yeme bozukluğu olan bireylerin yaklaşık %70–90’ında belirgin bir beden imajı bozukluğu bulunduğunu gösteriyor. Bu bozulma genellikle ergenlik döneminde başlar ve medya, sosyal çevre, aile tutumları gibi dışsal etkenlerle pekişir. Sosyal medyada sürekli ideal beden vurgusu yapan içeriklerin görülmesi, kişinin kendi bedenini kıyaslayarak değersizleştirmesine yol açar. Beden algısındaki bu çarpıklık, yeme bozukluğunun sürdürülmesinde ciddi bir rol oynar. Kişi, gerçekte düşük kiloda olmasına rağmen kendini yeterince zayıf hissetmez; kontrol hissini yalnızca yeme davranışı üzerinden kurmaya başlar. Bu durum hem fiziksel sağlığı tehdit eder hem de psikolojik olarak başarısız olma korkusunu sürekli canlı tutar. Tedavide amaç, bireyin yalnızca kilo alımını ya da yeme davranışını düzenlemek değil, aynı zamanda bedeniyle kurduğu ilişkiyi yeniden inşa etmektir. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), beden algısına yönelik bilişsel çarpıtmaların fark edilmesini sağlar. Aynı zamanda beden farkındalığı temelli yaklaşımlar (örneğin mindfulness, beden odaklı terapi ve kabul temelli yaklaşımlar) kişinin bedenini eleştirel değil, kabul edici bir bakışla yeniden tanımasına yardımcı olur.

TOPLUMSAL GÜZELLİK ALGISI VE SOSYAL MEDYANIN ETKİSİ

Toplumsal güzellik algısı ve sosyal medyanın özellikle gençler arasında yeme bozukluklarının artışına katkı sağladığı söylenebilir mi? Nasıl?
Evet, günümüzde toplumsal güzellik normları ve sosyal medyanın etkisi, özellikle ergenler ve genç yetişkinler arasında yeme bozukluklarının artışında belirleyici bir rol oynuyor. Artık bireyler, yalnızca çevrelerindeki insanlarla değil, dijital ortamda idealize edilmiş binlerce bedenle karşı karşıya kalıyor. Bu durum, özellikle kimlik gelişiminin sürdüğü gençlik döneminde, “Bedenim yeterince güzel mi?” sorgusunu neredeyse sürekli hâle getiriyor. Yapılan çalışmalar, sosyal medya kullanım süresi ile beden memnuniyetsizliği, diyet davranışları ve yeme bozukluğu semptomları arasında güçlü bir ilişki olduğunu gösteriyor. Özellikle Instagram, TikTok gibi görsel ağırlıklı platformlar, “fit”, “kusursuz”, “zayıf” bedenleri ödüllendirirken, bu estetik standartların dışında kalan bedenlerin görünmezleşmesine yol açıyor. Bu da gençlerde beden karşılaştırması, benlik değeri düşüklüğü ve yeme davranışlarında aşırılıklar gibi sonuçlar doğuruyor.

Sosyal medya yalnızca güzellik algısını şekillendirmiyor; aynı zamanda yeme bozukluğunun sürmesini pekiştiren bir çevre de oluşturabiliyor. “Pro-ana” (anoreksiya yanlısı) ya da “fitspiration” etiketli paylaşımlar, sağlıklı yaşamı teşvik ederken bile gerçekte katı diyetleri, aşırı egzersizi ve bedensel mükemmeliyetçiliği normalleştirebiliyor. Ancak aynı araç, doğru kullanıldığında koruyucu bir faktöre de dönüşebilir. Sosyal medyadaki “beden çeşitliliği” ve “kendini olduğu gibi kabul etme” mesajlarını öne çıkaran içerikler, gençlerin kendi bedenlerine karşı daha şefkatli bir bakış geliştirmelerine yardımcı oluyor. Bu nedenle dijital okuryazarlık, gençlerin sosyal medyayı eleştirel biçimde kullanabilmesini sağlamak açısından büyük önem taşıyor.

Yeme bozukluklarının kökeninde genetik, psikolojik ve çevresel etkenlerin rolü nedir? Bu etkenlerden hangisi daha baskın?
Yeme bozuklukları, tek bir nedene indirgenemeyecek kadar çok katmanlı ve etkileşimsel bir yapıya sahiptir. Genetik, psikolojik ve çevresel faktörler, yeme bozukluklarının gelişimini açıklayan biyopsikososyal model çerçevesinde birbiriyle etkileşim hâlindedir. Bu bileşenlerin hiçbiri tek başına bozukluğu ortaya çıkarmaz ancak birlikte çalıştıklarında hastalığın gelişim riskini anlamlı düzeyde artırırlar. Genetik etkenler, bireyin yeme bozukluğu geliştirmeye olan biyolojik yatkınlığını belirler. İkiz ve aile çalışmaları, özellikle Anoreksiya Nervoza ve Bulimia Nervoza için genetik geçiş oranlarının %40–60 arasında değiştiğini göstermiştir. Bu oran, yeme davranışı, dürtüsellik ve ödül sisteminin işleyişini düzenleyen dopaminerjik genlerle ilişkilidir. Psikolojik etkenler, genetik yatkınlığı tetikleyen en önemli alanlardan biridir. Özellikle mükemmeliyetçilik, duyguları bastırma, düşük benlik saygısı ve beden algısında bozulma gibi kişilik özellikleri yeme bozukluğu için risk yaratır. Duygu düzenleme güçlüğü yaşayan bireyler, kontrol hissini genellikle yeme davranışı üzerinden kurar. Bu da yemek ya da yememek eylemini bir duygu regülasyon aracı hâline getirir. Çevresel faktörler ise bu bireysel yatkınlıkları görünür hâle getiren zemini oluşturur. Kültürel olarak zayıflıkla özdeşleştirilen güzellik idealleri, medya ve sosyal medya baskısı, aile içi iletişim biçimi, travmatik deneyimler ve sosyal karşılaştırma süreçleri, hastalığın tetikleyicileri arasında öne çıkar.

Bu üç etken arasında tek bir belirleyici saptamak güçtür. Çünkü her bireyde bu bileşenlerin etkileşim düzeyi farklıdır. Bununla birlikte, psikolojik ve çevresel süreçlerin genetik yatkınlığı harekete geçiren temel tetikleyiciler olduğu yönünde güçlü kanıtlar bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle, genetik duyarlılık biyolojik altyapıyı oluştururken; çevresel koşullar ve psikolojik süreçler bozukluğun ortaya çıkışını başlatan kritik etmenlerdir. Bu nedenle koruyucu çalışmalarda yalnızca biyolojik risklere değil, bireyin çevresel stres kaynaklarına ve duygusal baş etme becerilerini güçlendirmeye yönelik müdahalelere de öncelik verilmelidir.

YEŞİLAY’IN YAKLAŞIMI

Yeşilay’ın halk sağlığı misyonu doğrultusunda obezite başta olmak üzere yeme bozukluğu ile ilişkili sorunlara yaklaşımını özetler misiniz
Yeşilay, yeme bozukluklarını ve obeziteyi yalnızca bireysel bir sorun değil, toplumun fiziksel ve ruhsal sağlığını doğrudan etkileyen bir halk sağlığı meselesi olarak ele alıyor. Bu kapsamda Yeşilay, mücadele vizyonunu sadece madde veya alkolle sınırlamıyor; düzensiz yeme davranışları, obezite, fiziksel hareketsizlik ve dijital etkileşim sonucu bozulan yaşam alışkanlıklarını da birer risk alanı olarak değerlendiriyor. Sağlıklı bir toplum için bireylerin dengeli beslenme, yeterli uyku, düzenli fiziksel aktivite ve psikolojik iyi oluş arasında denge kurmasını hedefliyor. Yeşilay, halk sağlığını desteklemek amacıyla Bisiklet turları, Yeşilay Spor Kulübü ve benzeri etkinlikler düzenleyerek topluma aktif yaşam bilinci kazandırıyor. Bu etkinlikler, yalnızca fiziksel sağlığı değil, aynı zamanda ruhsal dayanıklılığı ve toplumsal bağları güçlendirmeyi amaçlıyor. Yeşilay Danışmanlık Merkezleri (YEDAM) ise, danışanların yalnızca bağımlılıkla değil, beslenme düzeni, uyku alışkanlığı, stres yönetimi ve duygusal denge gibi alanlarda da desteklendiği bütüncül bir model uyguluyor. Çünkü Yeşilay’a göre, sağlıklı yaşamın temeli yalnızca madde kullanmama değil, kendine iyi bakmak ve bedeniyle barış içinde yaşamaktır.

Ayrıca Yeşilay, çeşitli sempozyumlarda yeme bozukluklarına özel oturumlar düzenleyerek, bu konuyu bilimsel perspektiften ele alıyor. Bu oturumlarda yeme bozukluklarının psikolojik kökenleri, toplumsal yansımaları ve erken müdahale stratejileri tartışılıyor; böylece hem akademik hem klinik düzeyde farkındalık oluşturuluyor.

Eklemek istedikleriniz varsa alabilir miyiz?
Yeme bozuklukları, oluşumunda birden fazla biyolojik, psikolojik ve sosyokültürel etkenin rol aldığı çok bileşenli bir klinik durumdur. Bu nedenle etkin bir müdahale için disiplinler arası bir yaklaşım büyük önem taşır. Psikiyatrist, psikolog ve diyetisyenlerin iş birliği içinde çalıştığı bütüncül modeller, hem tedavi başarısını hem de uzun vadeli iyilik hâlini artırır. Öte yandan bu alanda yalnızca klinik müdahaleye değil, koruyucu ve önleyici halk sağlığı çalışmalarına da ihtiyaç vardır. Erken yaşlarda beden farkındalığı kazandırmak, sosyal medya içeriklerini eleştirel biçimde değerlendirme becerisini öğretmek ve ebeveynleri bilinçlendirmek, yeme bozukluklarının görülme sıklığını azaltan önemli etkenlerdir. Sonuç olarak, yeme bozukluklarının önlenmesi ve tedavisinde temel hedef; bireyin bedenini kontrol etmesi değil, bedeniyle barış içinde yaşayabilmesidir.