Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
1049
Sağlıklı Yaşam
Ağır Yaşamların Yükü Hafifliyor Mu?
Fazla kilolu ve obez bireylerin sayısı her geçen gün daha da fazla artıyor. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)'nün 2016 verilerine göre, dünya genelindeki obezite sıklığı 1975'ten bu yana hızlı bir artışla üç katına çıktı. Bu çerçevede, tekstilde büyük beden üretimi ve kilolu mankenlerin sayısı doğru orantılı bir şekilde artış göstermeye, obez kişilerin “ağır” yaşamları, zor hayatlarıyla ilgili televizyon programları da dikkat çekmeye başladı. Peki, bu artışın arkasında yatan düşünce nedir? Bu artış yeni bir sektörün doğuşunun yansımasımıdır, yoksa obez bireylerin yaşam motivasyonlarını artırıcı ya da televizyon programları bazında düşünürsek, kilolarından kurtulmaları yönünde motive edici bir akım mıdır? Bu konuda biraz beyin fırtınası yapmaya ne dersiniz?
Çağımızın en yaygın hastalıklarının başında gelen obezite, son yıllarda dünya genelinde hızla artıyor. Uluslararası Kalkınma Enstitüsü (Overseas Development Institute) dünya çapında neredeyse her üç kişiden birinin aşırı şişman olduğunu söylüyor ve hükümetleri sigara bağımlılığına karşı yürütülen kampanyaların benzerlerini başlatarak beslenme alışkanlıklarına müdahale etmeye çağırıyor. Teknolojiye olan “düşkünlüğümüz” artıp evlere kapandıkça, ve hatta içinde bulunduğumuz pandemi dönemiyle birlikte evde kalma süresi, endişe ve kaygı günden güne arttıkça, yeme bozukluklarıyla birlikte kilolu birey sayısında da akılalmaz bir artış kaçınılmaz oldu.
OBEZİTE EKONOMİSİ YÜKSELİŞTE
Obezite insan sağlığını tehdit eden hatta gelecek kuşakları etkisi altına alacak bir sağlık sorunu olarak kabul edilse de diğer taraftan, obez sayısındaki artış beraberinde ciddi bir ekonomik büyüklük yaratmış durumda. Bu durum, büyük beden tekstil ekonomisinden, spora, diyet yemek paketlerinden televizyon programlarına kadar pek çok sektörde ekonomik “fırsatlar” ortaya çıkarıyor. Bu yönüyle obezite aslında, kendi dev ekonomisini de yaratmış durumda diyebiliriz. Zayıflama amacıyla yapılan cerrahi operasyonlardaki artış ile birlikte kilolu insanlar en çok sağlık sektöründen faydalanıyor. Aynı şekilde, zayıflama ürünlerine, adrese teslim sağlıklı yemek paketlerine yapılan harcamalardaki artışlar, diyetisyen ve spor salonları veya kişisel eğitmenlere olan artan talepler de dikkat çekiyor.
İDEAL BEDEN İMAJININ DEĞİŞİMİ VE MEDYA
En az sağlık sektörü kadar talebin ve arzın yoğun olduğu diğer bir pazar ise tekstil sektörü. Markaların büyük beden koleksiyonlarındaki artış dikkat çekici; hatta şirketler, artık bu alana özel markalar çıkarıyor, ayrı mağazalar açıyor. Tabii ki bu durum beraberinde “büyük beden model” ihtiyacını da ortaya çıkardı ve bu mankenlerin sayısında ciddi artış yaşanıyor. Oysa moda, tarih boyunca Avrupa’da toplumsal roller, statü, hiyerarşi gibi kavramlarda belirginleştirme aracı olarak kullanılmıştı; bireylerin kendilerini ortaya koyma aracı olmuş gibi görünmekteydi. Toplumsal olarak bazı beden imajlarının ideal olarak benimsenmesi medya aracılığıyla dayatılmaktaydı. Şimdi ise aynı medya bedeninle barışabilirsin vurgusu mu yapıyor, yoksa ekonomik potansiyele mi işaret ediyor? Evet, bu hem bir ekonomi vurgusu hem de bir yanıyla, bazı görüşlere göre, tabuların yıkılmasına katkı sağlayan ve büyük bir ihtiyacı karşılayan önemli bir gelişme.
TV YAPIMLARI UMUT MU VAAD EDİYOR UMUTSUZLUĞA MI SÜRÜKLÜYOR?
Bu büyük ekonominin diğer bir yanında ise aşırı kilolu kişilerin hayatlarını, yaşadığı sıkıntıları her detayı ile ortaya koyan Ağır Yaşamlar gibi televizyon yapımları var. Ancak bu yapımı katkı sağladığı ekonomik değerden çok psikolojik boyutuyla incelemek daha doğru olur. Bu noktada şu soruyu sormakta fayda var: Bu tür programlar obez kişilere umut mu vaad ediyor yoksa bu insanların yaşamları üzerinden bir reyting unsuru mu ortaya çıkarıyor? Örneğin, TLC kanalıyla hayatımıza giren Ağır Yaşamlar programı ilk bakışta, umudunu kaybetmiş, çaresiz, sağlıklı hale döneceğine asla inancı olmayan ve özgüvenini kaybetmiş kilolu bireylere, değişebilecekleri, onların da sağlıklı ve mutlu olabilecekleri noktasında umut ışığı yakar nitelikte bir yayın olabileceğini düşündürüyor. Hatta bu yapım, bireylerin aşırı kilolu kişilere karşı empati yapmalarını da sağlıyor olabilir. Ancak diğer taraftan, bu konunun uzmanları, bu tarz programlarda kişisel mahremiyetin yok sayıldığı noktasına dikkat çekiyor. Bu formattaki programlar üzerine yapılan akademik çalışmalarda, kişinin hastalığının televizyon şovuna dönüştürülmesi, geçmiş yaşantısı ve ruhsal hali, kendisi ile ilgili düşünceleri, ailesinin onunla ilgili görüşleri, ağladığı ve öfkelendiği tüm anların sanki gösterinin bir parçası olarak sunulduğu sonucuna varılmış. Öte yandan, programın başlangıç kısmında hastanın banyo yaparken yarı çıplak olarak gösterilmesi, üzerini değiştirirken zorlandığı anların verilmesi, ameliyat sırasında ve sonrasında baygın yatarken ekrana getirilmesi gibi sahneler, “teşhircilik” olarak ifade edilebilecek görüntüler olarak değerlendirilmiş. Programlardaki tüm bu unsurlar, mahremiyetin yok sayıldığının ve teşhirin ileri boyutlarda olduğunun göstergesi olarak görülmüş. Neticede, obez hayatların izleyici üzerinde ilgi çekici etkiler yaratan bir televizyon şovuna dönüştürülüyor olması düşüncesi de bu programlara eleştirel bir bakış açısı getirmesi açısından dikkate değer.
İYİLEŞEN HAYATLAR SEVİNDİRİYOR
Ancak bu programlara daha bütüncül bir açıdan bakacak olursak, birine bağımlı olmadan yaşayabilme becerisinin tekrardan kazanılması, aile içi çatışmanın azalması, kurtulan aile ilişkileri, bireyin kendine inancının artması, anne, baba, çocuk aktivitelerinin gerçekleştirilebilir olması, iş hayatına ve sosyal hayata katılabilme özgüveninin sergilemesi önemli bir değer oluşturuyor. Özetle program sayesinde kurtulan hayatlar anlamında bakıldığında programın bu kişilere katkısı yadsınamaz; ancak bazı etik noktalara dikkat edilmesinin gerekliliğini de vurgulamak gerekiyor. Ayrıca bu noktada yine belirtmek gerekir ki, bu tarz yapımların en önemli yanı bu programlar sayesinde edinilen faydanın sürekliliğinin takip edilip edilmediğidir. Çünkü süreklilik olmazsa tüm emek ve özveri boşa gider ve bu durum da bu kişilerde daha büyük hayal kırıklığı ortaya çıkarabilir.
YÜZLEŞMEK UTANDIRIR MI?
Bu tarz yapımları mercek altına alırken sorulması gereken bir diğer soru da şu olabilir: Bu programlar veya aşırı kilolarıyla yüzleşmek kişiyi utandırır mı, yoksa motive mi eder? Acaba beden ağırlığının yüze vurulması bazı kişilerde depresyon ve anksiyeteye yol açıp ters etki oluşturur mu? Bu konuda, önceki yıllarda Amerika’nın en gözde talk showcularından, siyasi hiciv ustası komedyen Bill Maher’in “Şişmanları utandıralım ki yemesinler.” çıkışı aklımıza geliyor. Yine Amerika’da talk show yapan James Corden ise Bill Maher'e, "Senin gibi günde 35 bin kalori yakacak üstünlüğe sahip olacak kadar şanslı değiliz." cevabını vermişti. Bu noktada sosyal medya ve televizyonlardaki tartışma programlarında, beden olumlama akımıyla birlikte rafa kaldırılan “fat shaming (kilosundan dolayı karşı tarafı utandırma)” davranışı irdelenmişti. Corden, “Şişmanları utandırmak, sadece utandırır. Ve utanç depresyona, anksiyeteye yol açar; insanı kendine zarar verecek şekilde daha çok yemeye sevk eder. Şişmanı utandırmak zorbalıktır.“ demiş ve obeziteyi gelir düzeyindeki düşüklüğe bağlı sağlıksız beslenmeye bağlamıştı. Bu da obezite ve etkilerine farklı bir bakış açısı olarak bizleri bu konu üzerinde biraz daha fazla düşünmeye sevk ediyor. Bu aynı zamanda ağır yaşamların yükünün hafiflemesi için toplumun her kesimi tarafından alınacak çok daha fazla sorumluluk olduğunun işareti olarak da değerlendirilebilir. Unutmamak gerekir ki obezite, yalnızca kişisel bir sorun olmanın çok ötesinde toplum psikolojisini ilgilendiren sosyal, ekonomik ve hatta siyasal bir sorundur.