Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
1071
Yaşam
“Bir An Önce Normalleşmeliyiz”
Pandemi ve ardından yaşanan deprem hepimizi olduğu gibi çocukları ve gençleri de derinden etkiledi. Yaşanan bu olayların çocuk ve gençler üzerindeki psikolojik etkileri neler oldu? Size göre çocukların yaşadığı olaylarla baş etme mekanizması yetişkinlere göre daha mı fazladır, onlar bu süreçlerden ne oranda etkilendiler?
Ruhsal dayanıklılığımızı birçok faktör belirler. Çocukların dayanıklılığı, travma ile baş etmeleri erişkinlere göre biraz daha güçlü olabiliyor. Temel bakımlarının sağlanması ve okulların açılmasıyla günlük rutinlere hızlıca dönebilirlerse, sevdikleri de yanlarında ise, travmanın olumsuz etkilerini daha kolay atlatabiliyorlar. Çocukların travma sonrası verdikleri tepkileri yaşlara göre özetleyecek olursak; 0-2 yaş arası çocuklarda ölüm teması uzun süreli ayrılık anlamına gelir. Huzursuzluk, uyku ve beslenme alışkanlıklarında değişiklik, gelişimsel gerilik gibi semptomlar gözlenebilir. 3-6 yaş çocuklarda ölüm geçici bir durumdur. Sürekli, ölen kişinin ne zaman döneceğini sorgularlar. Geride kalana çok bağlanırlar. Huzursuzluk, kolay ağlama, davranış sorunları, kabus gibi uyku sorunları, ayrılık kaygısı, karın ağrısı gibi fizyolojik bulgular, öz güven sorunları veya tersine vurdumduymazlık gibi bulgulara rastlayabiliriz. Okul çağı çocuklarında ölüm geri dönülmezlik olarak anlaşılır ama kendi başlarına geleceğini pek düşünemezler. Kendilerini suçlarlar. Hayallerinde olayı geri çevirmeye çalışırlar. Gündüz irkilmeleri olabilir. Oyunlarında tema olarak travma belirginleşir. Akademik sorunlar, huzursuzluk, ayrılık kaygıları, fizyolojik bulgular, davranış sorunları, tedirginlik, öz güven kaybı yaşanabilir. Bu yaşa özel bulgulara ilaveten, çocukların genel olarak ortak dili olan oyunlarda her yaş döneminde travma teması yoğun işlenir. Bu, onların baş etme becerilerini artıran bir durumdur ve bunun için izin verilmeli, teşvik edilmeli, fırsat sunulmalıdır. Yine rüyalar ve kâbuslar yoğun yaşanabilir. Bunun yanı sıra uykuya dalamama da oldukça belirgin şekilde gözlenir. Çocukların yas tutma şekli de farklıdır. Sürekli bir üzüntü hali nadir görülür. Arada gülüp eğlenirler ve bu biz yetişkinlere şaşırtıcı gelebilir. Ergenlik döneminde ise ölüm hakkında soyut ve felsefi düşünceler yoğun olur. Bu yaş döneminde ölüm kavramı daha anlaşılırdır ama ölüme hâkimiyeti çok sorgularlar ve bu nedenle riskli davranışlar gösterebilirler. Kaybettikleri kişilerin eşyalarına sahip çıkar, farklı yakın ilişkiler kurmaya çalışırlar. Kendilerini yargılayabilirler. Davranış sorunları gösterebilirler. Bu bulguların yanı sıra ergenlik döneminde ruhsal travma belirtileri genel olarak erişkinlere benzer.
“İHTİYAÇ DUYDUĞUNDA YANINDA OLMAK ÇOCUĞUN TRAVMASINI AZALTIR”
Depremi yaşayan çocuklara destek olmak için neler yapılması gerekiyor? Depremin travmatik etkilerinden onları nasıl koruyabiliriz? Özellikle yakınlarını kaybeden çocuk ve gençlere yas sürecinde nasıl davranılmalı?
Öncelikle çocukların temel bakım ve ihtiyaçlarını hızlıca gidermeli ve günlük rutinlerine mümkün olan en erken zamanda dönmelerini sağlamalıyız. Hem izlemek hem de konu olmak anlamında çocukları medyadan korumak ise bir diğer önemli sorumluluğumuz. Çocukların resimlerini ve videolarını paylaşmamalıyız. Onlara deprem hakkında olur olmaz yerlerde sorular sormamalıyız. Öncelikle yakınlarını kaybeden çocukların her türlü fiziksel ihtiyaçları ve güvenlikleri sağlanmalı ve sağlık sorunları giderilmeli. Sonrasında kendilerini yanlarında en iyi hissettikleri ve geride kalan en sevdiği kişiler eşliğinde, gelişim düzeyine uygun yaklaşımla onları ölen yakınlarından haberdar etmeli ve bu sırada da mümkün olduğunda az ama doğru ifadeler kullanmalıyız. Sonrasında sevdiği ve güvendiği kişilerle zaman geçirmesine olanak tanımalı ve o soru sormadıkça ona gereksiz açıklamalardan kaçınmalıyız. Onlara acıyan bir ifade ve beden dili kullanmamalıyız. Çocuk ağlamıyor ve soru sormuyorsa bu, yas tutmadığı anlamına gelmez. Çocuklar bu süreçte genellikle fiziksel semptomlar gösterir, uykuları bozulur veya karın ağrısı baş ağrısı olabilir, oyunlarında ruhsal yaşantılarını gösterirler. Oyunların içeriği değişebilir, az veya çok oynayabilirler. Bazen gülüp eğlenebilirler. Bunlara şaşırmamak gerekir. İhtiyaç duyduklarında yanlarında olacak şekilde onlara sevgi ile güvenli ortam sağlamak ruhsal travmalarını azaltacaktır. Gençler ise yakınlarından uzaklaşabilir. Eğer belirgin bir içe kapanma ve davranış sorunu yok ise bu duruma anlayışla yaklaşıp belli bir mesafede onlardan uzak durmak ama yanlarında olduğumuzu hissettirmek gerekir. Veya gençler çok umursamaz da davranabilir, bizleri rahatsız edecek düzeyde vurdumduymaz olabilirler. Bu tarz davranışların da bir baş etme yolu olduğunu aklımızda tutup sinirlenmememiz gerekir.
“DEPREM GÖRÜNTÜLERİ HEPİMİZİ OLUMSUZ ETKİLEDİ”
Depremi yaşayanların yanı sıra depremin etkilerine medya yoluyla maruz kalan çocuklar da var. Bu konuda anne ve babalar ile medyaya düşen görevler nedir? Yaşanan süreçler çocuğa nasıl anlatılmalıdır?
Öncelikle bu maruziyete sebep olmamamız gerekirdi. Medyanın travmatik etkisi maalesef çok. Hem depremin direkt görüntüleri, hem de özellikle çocuk temalı acıklı müziklerle hazırlanan videolar, çocukların yanı sıra biz erişkinleri de çok olumsuz etkiledi. Bu demek değil ki haberdar olmayacağız. Ama haberin ötesinde görüntüler izledik. Çocuğa deprem gerçeğini anlatmak, yaşananlardan yaşına ve gelişimine uygun ifadelerle bahsetmek yeterli. Duyarsız olamayız elbet, hayali bir dünya da kuramayız. Ama ajite edici cümle ve haberler son derece gereksiz. Sonrasında çok ağır sonuçlarını beraberce yaşayacağız. Okul döneminde bir çocuğa, depremin bir yer sarsıntısı olduğu kısa, bilimsel bir dille anlatılabilir. Sonrasında, depremin şiddeti yüksek olursa ve binalarımız buna dayanıklı yapılmazsa yıkılabileceği eklenebilir. Eğer çocuk sorgularsa, ülkemizde bazı depreme dayanıksız binaların yıkılması nedeniyle insanların öldüğünü söylemek uygun olur. Çocuk bu durumda hemen kendi güvenliğini merak eder. Bu durumda elimizden geldiğinde ona kendisini güvende hissettiren ama doğru ifadeler kullanmamız gerekir. Örneğin; binamız sağlam değilse, “Binamızı uzmanlar görecek ve gerekli önlemleri alacağız” denilebilir. Ölümle ilgili sorularına da uygun ortamda ama doğru yanıtlar vermeliyiz. Örneğin; aile bireyinin öldüğünü söylemek gibi, “Onu kaybettik, melek oldu.” gibi soyut ifadelerden kaçınmalıyız. Çok ayrıntılı ve uzun konuşmamalıyız.
“KAYGILI BİR EBEVEYNİN ÇOCUĞU DA KAYGILI OLUR”
Pandemi, deprem gibi toplumsal olaylarda çocuklarla birlikte bulunulan ortamda nelere dikkat edilmeli? Ebeveynlerin yaşadığı kaygılar çocukları nasıl etkiler?
Bir aradayken konuştuklarımıza dikkat etmeli, onlara mümkün olduğunca güvenli bir ortam hazırlamalı ve günlük yaşantılarına dönmelerini sağlamalıyız. Burada devletimize de çok görev düşüyor. Okulların açılması, yıkılan okulların yerine ivedi şekilde konteyner okullar hazırlanması gibi eğitimde sürekliliğin sağlanması öncelikli hizmet olmalı. Buralarda hizmet veren öğretmen, personel ve uzmanlar da travmatize oluyor ve yoruluyorlar. Motivasyonları düşüyor. Onların mesailerini kısa tutmak, nöbetleşe çalıştırmak gibi koruyucu önlemler de alınmalı. Çocukların akranları ile birlikte olmaları, yaşlarına göre oyun oynamaları ve ergenlerin de arkadaşları ile sohbet edebilmeleri, yaşadıkları travmaların olumsuz sonuçlarını azaltır. Eğer fizyolojik ve ruhsal bulguları yaşam kalitelerini etkilerse uzman görüşü almaları önemlidir. Davranışlarımız çocuklar tarafından çok iyi gözlemlenir. Çocuklar bizlerin olaylar karşısındaki tepkilerimizi gözlemleyerek yaşanan olayın nabzını tutarlar. Sonrasında da kendi tepkilerini gösterirler. Bunun yanı sıra kaygı bulaşıcıdır. Kaygı ayrıca genetik olarak da geçer. Bunları alt alta topladığımızda ‘kaygılı bir ebeveynin çocuğu da kaygılı olur’ diyebiliriz. Elbette korktuk, hem de çok korktuk ve çok üzüldük. Tepkisiz kalmamız beklenemez ama bir an önce tepkilerimizi kontrol etmemiz ve abartılı davranış ile ifadelerden kaçınmamız, çocuklarımızın travmanın ruhsal sonuçlarını daha hafif geçirmeleri adına önemlidir. Kaygı içeren ifadeler ve sürekli kontrolcü yaklaşımlardan uzak durmalıyız. Ağlayabiliriz, onlara sarılıp üzgün olduğumuzu söyleyebiliriz. Burada demek istediğim; duygularınızı doğalıyla yaşayın, gizlemeyin ama abartılı tepkilerden, ağıt yakmaktan uzak durun.
“DEPREM BÖLGESİNDEKİ HİZMETLERİN SÜREKLİLİĞİ ÇOK ÖNEMLİ”
Depremi yaşamış çocukların okul ve sosyal ortamlarda bulunmasının, bir anlamda hayatlarının yeniden normalleşmesinin, onlar üzerindeki iyileştirici etkileri hakkında neler söylersiniz?
Bu sorunun tek kelimeyle cevabı; “Bir an önce normalleşmeliyiz”. Normalleşmeye çalışmak insan ruhunun travmalar sonrasındaki ilk ve en iyileştirici arayışıdır. Ölüm ve yaşam aslında iç içedir. Deprem dışında da ölümler yaşıyoruz. Hepsinin sonrasında yapılan da bu olmalıdır. Çocuğa bu konuda örnek olmalıyız. Yasımızı tutacağız, öleni unutmadan ama bir yandan hayatta kalanların yaşamını sürdürebildiğini çocukların görmelerini sağlayacağız. Ruhsal travmalarda insanın kalbi sanki fiziksel bir durum gibi acır. Bu acının hepimiz için ama özellikle çocuklar için en iyi ilacı, büyüklerinin kaldıkları yerden hayata tutunmalarını gözlemlemektir. Bu nedenle ölümlerden ve yıkımlardan sonra hayatın devam edebildiğinin örneğini en dar alanda bile sağlamaya çalışmalıyız. Devlet burada biz büyüklerin, toplumun ebeveynidir, erkidir. Bize sahip çıktığı ve yanımızda olduğu oranda biz, temel ihtiyacımız olan güveni hisseder ve onarılmaya başlarız. Deprem bölgesinde bizzat bulunduğum bir konteyner kentteki gözlemlerimi sizlerle paylaşmak isterim. Devlet, AFAD, diğer sivil toplum hizmetleri, bazı bakanlıklar, üniversiteler ve iş adamlarının desteği büyüktü. Barınma, okul, yemek gibi birçok acil ihtiyaç olabildiğince karşılanmıştı. İnsanlar hayata tutunma çabası ile bu yeni yaşama ellerinden geldiğince uyum sağlamışlardı. Çocukları izlediğimde, yaralarını sarmanın erişkinlerden kolay olacağını düşündüm. Parklar, oyun çadırları eğlenen çocuklarla dolu idi. Gönüllülerin emeğini de takdir etmek gerek. Çocuklarla çadırda oyuncaklarla, dışarıda iple, topla oynuyorlardı. Hasan Kalyoncu Üniversitesinin ilk günlerden itibaren kurduğu “Umut Çadırı” gerçekten birçok çocuğa umut olmuştu. Bu hizmetlerin sürekliliği ve genele yayılması çok önemli. Daha önümüzde uzun mücadelelerle dolu yıllar var.
“GÖÇ ETMEK HAYATIN SÜREKLİLİĞİ ADINA GÜVENLİK SAĞLAYICI BİR DAVRANIŞTIR”
Deprem bölgesinden farklı illere göç eden ailelerin çocuklarının ruh halini nasıl anlayabiliriz? Bu bağlamda çevreleri (komşuları, okul arkadaşları, öğretmenleri) bu çocuklara nasıl davranmalıdır? Onlara destek olma konusunda nasıl bir davranış ve tutum geliştirmelidirler?
Deprem sonrası göç etmek elbet ikincil travmaya neden olur ama kalınacak yer güvensizse buna mecbur kalınır. Göç etmenin hayatın sürekliliği adına güvenlik sağlayıcı bir davranış olduğunun anlaşılması çok önemlidir. Bunu, önce ailenin kabullenmesi ve sonra da kısa ve öz olarak çocuklarına anlatması iyi olur. Göç edilen yer geçici mi? Tekrar dönülecek mi? Bunlar bir an önce netleştirilmelidir. Ona göre yeni yaşam planı kurgulamak ruhsal açıdan toparlamaya yardım eder. Göç, böylesi bir yıkım sonrasında “geçmişin kaybı” ile birliktedir. Konuştuğum gençlerden biri “Maraş’la birlikte gençliğim gitti, tarihim silindi.” şeklinde çok güzel ifade etmişti yaşadığı acıyı. Ölenler, yıkılan binalar, kaybedilen eşyalar hepsi geçmişimizin bir parçası ve anısı. Elbette çok zor. Sadece ölümle ilgili değil yaşanan yas. Yas bir çocuk için kaybettiği oyuncak bebeği; büyükler için evi, eşyası, geçmişi, anıları, tarihidir de aynı zamanda. Göç edilen yerdeki komşuların, öğretmenlerin, velilerin, arkadaşların yapabileceği en doğru davranış meraklı tavırlarla karşısındakileri soru yağmuruna tutmamak, acıma duygusu ile yaklaşmamak ancak yardımcı olmak olmalıdır. Gelenleri aramıza almak, ihtiyaçlarına yanıt vermek ama dozunu iyi ayarlamak önemlidir. Travmalarının yanı sıra bu kişiler çok yorgunlar, bunu mutlaka aklımızda tutmalıyız. Öğretmenler sınıf içinde kaynaşmayı sağlamalı, çok soru sorulmasını engellemek adına öğrencilerine ve velilerine önden bilgi verilebilir. Öğrenciler arasında belirgin ayrımcılık yapmadan ihtiyaçları oranında pozitif ayrımcılık yapılabilir. Görüştüğüm göç etmiş bir depremzede ilkokul çocuğu, “Bana soru sorulmasından o kadar sıkıldım ki sokağa çıkmak ve okula gitmek istemiyorum.” demişti.
“ÇOCUK BAŞ ETME BECERİSİNİ OYUNLA GELİŞTİRİR”
Travma oluşturmaması sebebiyle depremi yaşayan çocuklara verilmemesi gereken oyuncak türleri, yanında konuşulmaması gereken konular, okutulmaması gereken kitap türleri var mı?
Bazı uzmanlar arasında “Travmaya uğrayan çocuklara travmayı hatırlatan iş makinesi vs gibi oyuncaklar vermeyin.” şeklinde oldukça yanlış bir paylaşım var. Tersine bu çocuklar bozulan ruh sağlıklarını legolardan, tahta bloklardan binalar inşa edip yıkıp yeniden yaparak, iş makinesi oyuncakları ile oynayarak tamir etmeyi oyun ortamında deneyimleyecekler. Bu çocuklar küçük parçalar içeren ve kolay kırılabilen oyuncaklar dışında her türlü oyuncakla oynayabilirler. Ahşap bloklar, ahşap aile setleri, tamir setleri, ambulans, itfaiye, kepçe, kamyon, doktor setleri, oyun hamurları, boya kalemleri en ideal oyuncaklardır. Oyun çocuğun ortak dilidir, ruhsal dünyasıdır. Her türlü baş etme becerisini oyunla geliştirir. Yapar bozar ve yeniden kurgular. Böylece ruhsal dünyasını da tamir eder. Özellikle bu dönemde sonu acıklı ve ölümle biten kitapları okutmamak iyi olur. Yoksa çocukların gelişimine ve yaşına uygun onaylı hikâye kitapları okumalarına hiçbir engel yoktur. Yanlarında yıkım, ölüm içeren konuşmalardan kaçınmak, dövünerek ağıt yakmak, sürekli aynı şeyleri anlatmak çok sakıncalıdır. Çocukların yıkım görüntüleri izlemesi engellenmelidir.
“TRAVMA ETKİSİ ÜÇ AYDAN UZUN SÜRERSE UZMAN DESTEĞİ GEREKEBİLİR”
Çocuk ve gençlerin depremin etkilerinden tamamen kurtulması mümkün müdür? Hangi noktada uzman desteği almak gerekir?
İnsan beyninin limbik siteminde özellikle hipokampus duygusal hafıza olarak anılarımızı depolar. Elbette böylesine travmatik bir yaşantının kaydolmaması ve unutulması mümkün değildir. Ama zamanla beynin diğer bölümlerinin onarıcı etkisi ile travmanın acıtıcı etkisi azalacaktır. Geriye kendimizi korumaya yönelik hatıraların yer ettiği kısım kalır. Ama bazı kişilerde yas uzar, limbik sistem acılarla mücadelede yeterince işlev göremez, geçmişte yaşanan başka travmalar hatırlanır ve şu anki travmamızın olumsuz etkisi artar. Bu durumlarda ruhsal semptomlarımız belirginleşir ve bizleri olumsuz etkiler. Eğer travmaya verilen ruhsal yanıtlar artarsa, üç aydan uzun süre devam ederse veya herhangi bir zaman diliminde çocuğun okula gidememe, anneye aşırı yapışma, akranları ile oynamama, uzun süren uykusuzluklar gibi günlük yaşam becerilerini ciddi etkilerse uzman desteği gerekebilir.
PROF. DR. ŞAZİYE SENEM BAŞGÜL KİMDİR?
1994 yılında Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesinden derece ile mezun olan Prof. Dr. Şaziye Senem Başgül, 2007 yılında Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesinden Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı unvanını aldı. Sonrasında Bakırköy Mazhar Osman Ruh ve Sinir Hastalıkları, Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları ve Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesinde görev yaptı. 2012 yılından bu yana Hasan Kalyoncu Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışıyor. 2015 yılında Doçent, Aralık 2020’de Profesör unvanı alan Senem Başgül, 2009 yılında Güneş Çocuk ve 2019 yılında Güneş Çocuk Akademi’yi kurdu. Yerli ve yabancı çok sayıda yayını ve kongre sunumları bulunan Prof. Dr. Başgül aynı zamanda Çocuk ve Gençlik Ruh Sağılığı Derneği Özel Gereksinimli Çocuklar Komisyonu Kurucu Başkanı, Down Türkiye Derneği Danışman Doktoru ve Yeşilay Bilim Kurulu Üyesi olarak görev yapmaktadır. Prof. Dr. Başgül, biri kız diğeri erkek 18 yaşında ikiz çocuk annesidir.