Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
1062
Yaşam
Biraz Yavaşlamaya Ne Dersiniz?
“Yaşamak değil beni bu telaş öldürecek…” dizesiyle başlayan şiirdeki gibi ömrümüz bir koşuşturmaca içinde başlayıp bitiyor. Sabah çalan alarmla birlikte günlük yarışımız da başlamış oluyor. Daha ilk andan itibaren yetişmemiz gereken işlerin derdine düşüyoruz ve tüm günümüz bitiş çizgisini göremediğimiz bir maratonun içerisinde geçiyor. Çoğu zaman otomatik pilotta hareket ettiğimiz için aslında günümüzün nasıl geçtiğini anlayamıyoruz bile. Bu sayede aynı anda pek çok işi yapabiliyor, hiçbir şeye hayır demeden yetişebiliyoruz. Bu da zamanımızın bir gerekliliği olarak görüldüğünden kendimizi başarılı hissediyoruz. Oysa bu bitmeyen tempo içinde aslında anda kalarak deneyimlememiz gereken hayatı çoğu zaman kaçırıyoruz. Yaşadığımız dönemde iletişim ve ulaşım araçları sürekli gelişmekte ve dönüşmekte. Her daim bir değişim olduğundan bunu yakalayabilmemiz için hızlı olmamız gerektiğine dair yaygın bir düşünce var. Fark etmediğimiz şey ise, bu değişimlerin peşinde giderken birey olarak temel ihtiyaçlarımızı göz ardı ediyor oluşumuz. Ait olmak, sevmek, sevilmek ve görülmek ihtiyacı mutlu ve huzurlu bir yaşam için her bireyde karşılanması gereken ihtiyaçlar; ancak bu koşturmacada en önemli ihtiyaçlarımızı maalesef kaçırabiliyoruz. İçinde bulunduğumuz tüketim kültüründe ne kadar hızlı olursak o kadar iyiyiz ve bu her alanda geçerli bir kural. Alışveriş yaparken, kitap okurken, yemek yerken veya ebeveyn olarak içinde bulunduğumuz sisteme entegre olmalıyız; bu yüzden de hızlı olmalıyız; hatta en hızlısı olmalıyız. Ancak bunu yaparken çok önemli bir detayı atlıyoruz: ruhumuzu. Ruhumuz bu hızımıza yetişemiyor. İşte bu noktada bir soluklanma, biraz dinlenme ve etrafımıza bakma ihtiyacı ortaya çıkıyor. Bugün tüm dünyada savunucuları olan ve desteklenen “Yavaş Yaşam Hareketi” de hayatımızın her alanına bu yavaşlamayı getirmeyi amaçlıyor.
YAVAŞ YAŞAM HAREKETİ NASIL BAŞLADI?
Yavaş Yaşam Hareketi aslında bir protesto olarak başladı; sonrasında ise genişleyerek ve kitlelere yayılarak büyüdü. 1986 yılında İtalya’da Roma Piazza Di Spagna’da İspanyol merdivenleri mevkiinde bir fast food zincirinin açılışı yazar ve gazeteci Carlo Petrini önderliğinde protesto edildi. Protestonun amacı küresel yemek zincirlerine karşı yerel tatları korumak, hızlı yemek kültürünün yerine yemekten zevk alarak yemek ve her lokmadan ayrı bir tat alınmasını sağlamaktı. Bu protestonun ardından ‘’slow food’’ yani ‘’yavaş yemek’’ hareketi doğdu. 1999’da Geir Berthelsen ‘’yavaş gezegen’’ vizyonuyla The World Institute of Slowness’ı (Dünya Yavaşlık Enstitüsünü) kurdu. Enstitü, dünyanın yavaşlamaya ihtiyacı olduğu görüşünü savunuyor. Yavaş yemek hareketi başka alt dallara yayılarak bugünkü ‘’yavaş yaşam felsefesini’’ ortaya çıkardı. Bu hareket organize edilen veya tek bir organizasyon tarafından yönetilen bir hareket değil. Bu hareket, daha hızlı olmanın, aynı anda daha çok iş yapmanın daha iyi olduğunu söyleyen toplumsal düzen karşısında yavaşlamanın, az iş yapmanın daha yararlı olduğunu savunuyor. Bugünlerde yemek yeme eylemini bile başka bir eylemin yanında gerçekleştiriyoruz. Çoğu zaman ayaküstü bir şeyler yiyip geçiştiriyoruz. Nitelikten çok niceliğin değer gördüğü bu dönemde okuduğumuz kitabın, dinlediğimiz müziğin ve izlediğimiz filmin bize kattıklarından çok sayısı ile ilgileniyoruz; ve adeta skor tablosu gibi sürekli bu sayılarla övünüyoruz. İşte yavaş hareket tam olarak bu noktada bize durmamız gerektiğini söylüyor. Aynı anda birçok işe değil, tek bir işe odaklanarak stres altında kalmadan o işten verim alarak yapmamızın bizim için çok daha iyi olacağını söylüyor.
HAYATIMIZI HANGİ ALANLARDA YAVAŞLATABİLİRİZ?
Yavaş yaşam felsefesine göre en doğru hız kişinin kendisinin belirlediği hızdır. Hepimizin doğal bir ritmi var. Şehirleşmeyle birlikte doğa ile olan ilişkimizin kopmasıyla hem kendi ritmimizi kaybettik hem de doğal saatimizi unuttuk. Kentteki hızlı ve tüketim temelli yaşam bize kendi özümüzü unutturdu. Özümüzü yeniden bulmak için ise hayatımızın birçok alanında yavaşlamayı ve sakin yaşamı seçmeliyiz. Yavaş yaşam felsefesinin içinde bulundurduğu alt akımlar da bunu amaçlıyor: Yavaş Şehir: Bu hareket 1999 yılında İtalya’da ortaya çıktı. Şu an yaşadığımız şehirler de bizleri hızlı yaşamaya teşvik ediyor. İçerisinde her şeyin bulunduğu büyük alışveriş merkezleri, büyük marketler, yerel esnafı yok etmeye başladı. Bizler de bu tüketim ve hızdan etkilenerek yaşam tarzımızı büyük şehirlere entegre etmeye başladık. Bu hareket, şehirlerin yerel kültürlerini koruyarak, yenilenebilir enerjiyle birlikte sürdürülebilir bir şehir oluşturmayı amaçlıyor. Yavaş Moda: Bu akım, tüketicinin kullandığı ürünlerin hammaddesi hakkında bilinç sahibi olmasını amaçlayan bir anlayışı ifade ediyor. Sürekli yenilenen moda akımlarının karşısında bir kıyafeti uzun süre kullanmayı, yeni bir ürün yerine ikinci elin tercih edilmesini teşvik eden bu hareket, aynı zamanda aşırı giysi tüketimi ile çevreye verilen zararı da en aza indirmeyi amaçlıyor. Yavaş Seyahat: Bugün bir seyahat acentasına gidip seyahat etmek istediğimiz şehir için bir tur paketi aldığımızda şehre vardığımız andan ayrılacağımız ana kadar her şey planlı bir şekilde ayarlanmış oluyor. Sabah uyanış vaktimizden gece otele varış zamanımıza kadar… Şehirdeki önemli mekanlar hızlıca gezilir, gerekli bilgiler rehber tarafından bizlere verilir ve şehri anlamadan turu tamamlamış oluruz. Yavaş seyahat hareketi ise, bu hızın aksine, gittiğimiz şehrin yerel halkıyla iletişime geçmeyi, yerel lezzetlerini tatmayı, kültürünü öğrenmeyi ve bir şehri bütün olarak keşfetmeyi amaçlıyor. Yavaş Okuma: Okuduğumuz kitapların listesini çıkartıp, ne kadar kitap okuduğumuzun sayısını gösterdiğimiz uygulamaların olduğu günümüzde, artık kitapların içeriğinden çok sayısıyla ilgileniyoruz. Yavaş okuma akımı ise nicelikten ziyade niteliğe odaklanarak okumanın zevkini almayı, derinlikli ve bilinçli okuma yapmayı ifade ediyor.
YAVAŞLAMAK BİZE NELER KAZANDIRIR?
Öncelikle bahsedilen yavaşlığın ‘’tembellik’’ olmadığını söylememiz gerekir. Bahsedilen yavaşlık otomatik pilottan çıkarak zamanı ve hızı kendimize göre ayarlamaktır. Yavaş hareket konusunda tanınmış konuşmacı ve yazar Carl Honore, ‘’iyi yavaş’’ ve ‘’kötü yavaş’’ ayrımını yaparak hareketin yavaşlık derken neyi kastettiğini anlatıyor: ‘’İyi yavaş’’ daha iyi bir sonuç elde etmek için bilinçli olarak yavaşlamak ve işleri doğru hızda yapmaktır. ‘’Kötü yavaş’’ ise sabahları otobüs durağında karşılaştığımız uzun kuyruktur. Peki bu yavaşlığı hayatımıza kattığımızda bizi bekleyen olumlu sonuçlar neler?
• İyi yavaş ile tek bir işe odaklanarak stres altında kalmadan daha nitelikli bir iş ortaya çıkarabiliriz.
• Aynı anda pek çok işi yapmaya çalıştığımız için sonrasında ortaya çıkabilecek anksiyete, depresyon gibi ruh sağlığı bozukluklarını engelleyebiliriz.
• An’ın içinde olduğumuz için kendi hayatımızı yaşadığımızı hissedebiliriz.
• Hızlı alınan kararlardan ziyade, üzerine düşünülmüş doğru kararlar alabiliriz.
• Hızlı yaşamın getirisi olan hızlı tüketimden uzaklaşarak bilinçli tüketici olabilir ve bu sayede doğaya verdiğimiz zararı da en aza indirebiliriz.
• Yavaşladığımız için hayatımızı ve çevremizi daha iyi gözlemleme fırsatı ediniriz.
• Kendi hızımızı, kendi zaman ritmimizi oluşturabiliriz.
• Teknolojiyi daha faydalı bir şekilde kullanabiliriz. Bazen bildirimleri kapayarak sadece kendimize ve an’a odaklanabiliriz.
Zamanın üzerinde kontrol sahibi olmaya çalışmak yerine, zaman akışı içerisinde olmak doğamıza daha uygundur. Her zaman koşmak zorunda değiliz; her an ulaşılabilir olmak, her işe aynı anda yetişmek, hep tüketim halinde olmak ve sürekli bir yarışın içinde hissetmek zorunda değiliz. Bazen durmak, nefes almak ve an’ı fark etmek bizim için en iyisidir. Kendinize bu değerli armağanı vermeye ne dersiniz?