
Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, hatta..
Eğitimin farklı kademelerinde öğretmen ve yönetici olarak görev yaparken çeşitli yayın organlarında eğitim üzerine makaleler yazan Salih Uyan; sosyal medya, oyun bağımlılığı, cep telefonu kullanımı, siber zorbalık ve dijital vatandaşlık gibi konuları ele aldığı Dijital Dünyada E-beveyn Olmak kitabı ile ebeveynlere bu zorlu yolculukta ışık tutuyor. Yol gösterici nitelikteki bu kitapla ilgili merak edilenleri ve dijital ebeveynlik konusunun detaylarını Salih Uyan’dan dinledik.
İçinde bulunduğumuz çağın kapısı yeni bir dünyaya aralandı. Kapı açıldı ve kendimizi ansızın adına dijital denilen yeni bir dünyada bulduk. Heyecanla keşfe çıktığımız dijital dünyaya bir şekilde uyum sağlamaya çalıştık, belli oranda başardık da. Hatta biraz da sevdi bu dijital dünyayı. Ama ebeveyn olunca işler değişti! Dijital dünyada ebeveyn olmak hiç de kolay değilmiş. Tam da bu noktada, eğitimci ve yazar Salih Uyan’ın kaleme aldığı Dijital Dünyada E-beveyn Olmak adlı kitap önümüze başka bir kapı açıp, durum tespiti ve çözümlerle ebeveyn ve eğitim dünyasında dikkat çekmeyi başardı. Salih Uyan ile ebeveynlerin dijital dünyayla olan imtihanını konuştuk.
Salih Uyan’ın kitaplarını okurken akıcı anlatım dili, keyifli ve yerinde tasvirlerle çok güzel bir okuma dünyasının içine giriyoruz. Sürükleyici kitapların yazarı Salih Uyan’ı tanıyabilir miyiz?
Elbette, 76 kuşağının Erzincan patentli, İstanbul ekolüyle yoğrulmuş bir temsilcisiyim. 25 yıldır, eğitim sektöründe farklı kademelerde çalışıyorum. Bu arada, bir yandan Türkiye gazetesinde eğitimle ilgili köşe yazıları yazıyorum, bir yandan da bildiğiniz gibi kitap çalışmaları yapıyorum. Kelam ve kalem hayatımın önemli iki parçası yani. Bu arada Yıldız Teknik Üniversitesi Eğitim Yönetimi Bölümü’nde doktoramı tamamladım ve tez çalışması devam ediyor. Yani öğrenerek, öğreterek, okuyarak ve yazarak devam ediyor hayat.
“KİTABIM EBEVEYNLERİN HAYATINI KOLAYLAŞTIRMAYI HEDEFLEDİYOR”
Sizinle söyleşimizin konusu Dijital Çağda E-beveyn Olmak adlı kitabınız. Bu kitabı yazmak için ana motivasyon kaynağınız neydi?
Asıl mesleğim öğretmenlik olduğu için uzun yıllardır anne-babalarla iletişim içindeyim. Bu konuşmalar sırasında, evde teknoloji kullanımıyla ilgili sorunların ebeveynlerin en çok konuştuğu konu olduğunu gözlemledim. Bazı veliler çocuklarının teknolojiyi ne kadar ustalıkla kullandığını övünerek anlatırken gurur duyuyor. Bazıları ise çocuklarını ekran başından bir türlü ayıramadığından şikâyet ediyor. Zamanla şunu fark ettim ki aslında iki farklı gruba ayırdığım bu veliler temelde aynı gruba dâhiller. Yani, çocukları küçükken ellerine elektronik cihazlar verenler ya da tablet ve telefonları bir nevi dijital bakıcı gibi kullananlar, ilerleyen yıllarda bu durumun kontrol edilemez bir hâle geldiğini görüyor. Örneğin, “Bizim çocuğu bir görsen, daha bir yaşında ama telefonun şifresini çözüyor, uygulamaları açıyor” diye övünen bir baba, birkaç yıl sonra çok daha çarpıcı ve zorlayıcı bir hikâye ile karşımıza çıkabiliyor. Ayrıca eskiden evlerde tek bir hayat yaşanırdı. Şimdi, evde kaç kişi varsa o kadar farklı hayat yaşanıyor. Benim de iki çocuğum var ve konuşmaya başladıkları andan itibaren tablet, telefon konuları ev gündeminden hiç eksik olmadı. Bütün bunlar bize aslında tek bir şeyi söylüyor. Anne babalar teknoloji kullanımı konusunda bilinçlenmeli, ev içi kuralları oluşturmalı ve çocuklarını buna göre yetiştirmeli. Gördüğünüz gibi, bu kitabı yazma fikri pek zor oluşmadı. Azmettiriciler bir hayli fazla. Kitabın ismi de konuya güzel bir şekilde uyum sağladı. Bildiğiniz gibi e-okul, e-devlet gibi uygulamalar hayatımızı kolaylaştırıyor. Benim yazdığım kitap da ebeveynlerin hayatını kolaylaştırmayı hedefliyor.
“EN BÜYÜK İMTİHAN, ÇOCUKLARLA ARAMIZDAKİ MESAFEYİ İYİ AYARLAMAK”
“Dijital çağda ebeveyn olanlar” yani ebeveynlikleri dijital çağa denk gelenler nasıl bir zorlukla karşı karşıya geldiler?
İnternet, çocuklar için hem karşı konulamaz derecede cazip hem de başıboş bırakılamayacak kadar riskli bir alan sunuyor. Bu yüzden veliler, yasaklamakla tam serbest kullanım arasındaki bölgede en uygun kararı almaya çalışıyor ve çok yoruluyorlar. Çünkü yasaklamak çözüm değil. Hiçbir sınır koymamak zaten olmaz. Ebeveynler olarak bizim hatıralarımızda, teknoloji kullanımıyla ilgili bir şeyler de olmadığı için, ev içi müfredatı kendimizin oluşturması gerekiyor. Bu arada hangisi doğru, hangisi yanlış derken zorluklar üst üste birikiyor. Aslında, ebeveynlerin bugün en büyük imtihanı, çocuklarla aralarındaki mesafeyi iyi ayarlamak. Bu noktada yapılması gereken, takip mesafesini doğru bir şekilde belirlemek. Eğer mesafe çok açılırsa, çocukla aranıza istenmeyen şeyler girebilir. Çok yakından takip ederseniz, bu kez çarpışma tehlikesi doğar. Mesafeyi sağlıklı bir şekilde ayarlamanın en etkili yolu ise, kuralları net bir şekilde ortaya koymaktır. Evlerde sıkça karşılaşılan sorunların temelinde, genellikle kuralların yeterince açık olmaması yatıyor. Yasaklamanın, işe yarayan bir çözüm olmadığını hepimiz deneyimlerimizle öğrenmişizdir diye düşünüyorum. Bu, trafik kazaları oluyor diye araba kullanmayı tamamen yasaklamaya benziyor; yani gerçekçi olmayan bir fikir. Elbette, çocuk yetiştirirken yasakların belirli bir yeri olabilir. Ancak günlük hayatımızın bu kadar içinde olan bir alışkanlık söz konusu olduğunda, yasaklardan söz etmek pek mümkün değil. “Ben çocuğuma güveniyorum, kendi kararlarını kendisi alıyor” demek de bir çözüm sunmuyor. Daha doğrusu, bu cümleyi kurabilmek için çocuğun belli bir olgunluğa ulaşmış olması lazım. Mesela, kalabalık bir caddede karşıdan karşıya geçerken dört yaşındaki çocuğunun elini bırakmayan bir anneyi düşünün. Bu anne, “Çocuğum kendi ayakları üzerinde dursun, kendi seçimlerini yapsın” diyerek elini serbest bırakabilir mi? Ya da bu yaşta bir çocuğa caddenin tehlikelerini anlatarak yeterince önlem alınmış olur mu? Tabii ki hayır. Teknoloji kullanımına yaklaşımımız da bundan pek farklı değil. Hatta internet konusunda çocuğunun elini tamamen serbest bırakan ebeveynler, az önceki örnekteki anneden bile daha riskli bir adım atmış oluyorlar.
Kitabınızda, içinde bulunduğumuz durumu sadece ortaya koymuyor, aynı zamanda da çözüm önerileri sunuyorsunuz. Bu öneriler ebeveynler için çok kıymetli. Okurlarınızdan bu yönde geri bildirimler alıyor musunuz? Özellikle de iletişim kurabilmenin en zor olduğu ergen çocukları olan okurlarınızdan gelen bildirimleri merak ediyoruz.
Elbette çok fazla geri bildirim alıyorum. Birçok ebeveyn kitabın kolay okunabildiğini ve pratik öneriler sunduğunu söyleyerek beni mutlu ediyor, çünkü okunmayan kitap bir işe yaramıyor. 15-16 yaş aralığındaki ergen çocukların ebeveynleri genellikle kitapta yer alan tavsiyeleri uygularken zorlandıklarını söylüyorlar. Ben de onlara zaten ebeveynliğin doğasında zorlanmak olduğunu hatırlatıyorum. Eğer bu iş çok kolay olsaydı, bu kadar kıymetli olmazdı. Tabii şu da var. 8-9 yaşlarından itibaren evde teknoloji kullanımıyla ilgili hiçbir sınırlama görmeyen çocuğun annesi, yıllar sonra bir kitap okuyup ortalığı kurala boğunca işler karışıyor olabilir. Bu yüzden, çocuk doğduğu andan itibaren bazı şeyleri yerleştirmek en sağlıklı çözüm. Ne kadar geç kalınırsa o kadar zorlayıcı oluyor.
“TEKNOLOJİNİN HIZINA BAKIP TELAŞA KAPILMAMALIYIZ”
Kitabınızda anlattığınız, 10 yaşında kaybolan bir çocuğun, bulunduğunda polise adres olarak gmail adresi vermesi olayındaki gibi, dijital dünyanın içselleştirildiği günümüzde, ebeveynler ne yapmalı, nasıl bir denge kurmalı?
Teknoloji inanılmaz bir hızla ilerliyor ve anne babaların bu hıza her zaman yetişmesi mümkün olmuyor. Ancak çocuklar aslında hep aynı. Bizi tedirgin eden davranışları aslında teknolojiden kaynaklanmıyor. Onlar yalnızca dikkat çekmek, çevreleriyle bağ kurmak, riskler almak, zaman zaman isyankâr davranmak ve çoğu zaman da eğlenmek istiyorlar. Bundan elli yıl önce çocuklar bizi eve akşam ezanından sonra gelerek tedirgin ediyordu. Bugün ise bunu bilgisayar karşısında saatler geçirerek ve odalarından çıkmayarak yapıyorlar. Bu yüzden teknolojinin hızına bakıp telaşa kapılmamalıyız. Ebeveynler zaten çocuklarını nasıl koruyacağını bilir; bu onlar için doğal bir içgüdü. O zaman teknolojik cihazlarla ilgili de bir şeyler yapılabilir. Kitapta da bahsettiğim gibi eğer sekiz yaşındaki çocuğunuzun tek başına bir kafeye gidip tanımadığı insanlarla sohbet etmesine izin vermiyorsanız, internette yabancılarla iletişim kurmasına da izin vermemelisiniz. 15 yaşındaki çocuğunuzun gece yarısına kadar arkadaşlarıyla dışarıda dolaşmasına göz yumar mısınız? Eğer bu sizin için kabul edilemezse, yatağında akıllı telefonuyla sabaha kadar arkadaşlarıyla mesajlaşmasına da razı olamazsınız. Aslında mesele bu kadar net! Gerçek hayatla, sanal dünya arasında sandığımız kadar büyük bir uçurum yok. Tek fark, sanal dünyadaki tehlikelerin gerçek hayattakilerden daha yoğun, daha gizli ve çocuklarımıza daha yakın olması. Öyleyse yapmamız gereken tek şey, yıllardır gerçek hayatta uyguladığımız ebeveynlik becerilerini dijital dünyaya taşımak. “Ben teknolojiden anlamam” demek, sorumluluktan kaçmak değil, olsa olsa suçluluk duygusunu bastırmak anlamına gelir. Biraz çaba göstererek herkes, çocuğunun dijital dünyadaki izlerini takip edebilecek kadar temel bilgiye ulaşabilir. Frene basmayı bilmeyen birinin, arabanın hızından şikâyet etmesi ne kadar mantıklıysa, teknolojiyi suçlayıp kendini temize çıkaran bir yetişkinin tutumu da ancak o kadar mantıklı olabilir.
“EN ETKİLİ KORUMA KALKANI AİLE”
Bildiğiniz gibi ülkemizde bu yıl “Aile Yılı” ilan edildi. Size göre ailenin korunmasının önemi nedir? Bu dijital çağda aile bütünlüğü nasıl korunur?
Teknolojinin zararları karşısında en etkili koruma kalkanı elbette ki aile. Aile varsa her şeyle mücadele edilebilir, ama aile yoksa savunulacak bir şey de kalmaz. Bu nedenle dünyada aileyi yok etmek için büyük bir mücadele yürütülüyor. Özellikle çocuklar ve gençler savunmasız hâle gelsin diye ailelerinden uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Erkekle kadın arasına yerleştirilen onlarca farklı seçenekle gençlerin kafası karıştırılıyor. Anormali hoş görmekle başlayan bu hikâye, normali hor görmeye kadar geldi. Artık bir şeyler yapmalı. Anne babalar olarak da yapmamız gereken en önemli şey elbette ki çocuklarımızı doğru düzgün yetiştirmek. Anne babaların çocuklarına bırakacağı en büyük miras, maddi varlıktan çok düşünce mirası. Onlarla geçirdiğimiz her an, evde verdiğimiz değerler eğitimiyle şekilleniyor. Çocuklar alfabeyi okulda öğreniyor ama cümlelerini bizim kelimelerimizle kuruyorlar. Trafikte kuralları ihlal ederken ya da markette sırayı aşmaya çalışırken bile onlara bir şeyler öğretiyoruz. Asıl mesele, onlara hangi cümleyi miras bırakacağımızı düşünmekten geçiyor.