Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
1040
Eğitim
"Eğitimin Sürekliliği Sağlanmalı"
Yeni öğretim yılında koronavirüs önlemleri kapsamında 31 Ağustos’ta uzaktan eğitim başladı. Yüz yüze eğitime ise 21 Eylül’de geçilmesi planlanıyor. Bu süreçte öğrenci, ebeveyn ve eğitimcilerin sakin kalıp kaygılarını kontrol etmeleri ve asılsız haberlere kulak asmamaları büyük önem taşıyor. Pandemi döneminde okula hazırlık süreciyle ilgili Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Doç. Dr. Şaziye Senem Başgül’ün görüşlerine başvurduk.
Ülkemizde ilk koronavirüs vakasının görülmesinin ardından alınan ilk tedbirlerden birisi de okulların tatil edilmesiydi. Geçtiğimiz bahar ayında yüksek yoğunluktaki vaka sayısı ve koronavirüsten korunmaya yönelik tedbirler çerçevesinde ara verilen eğitim faaliyetleri ve hemen arkasından gelen yaz tatili ile özellikle öğrencileri kapsayan Covid 19 riski tamamen bertaraf edilmişti. Eylül ayı başlangıcı temel alınarak Milli Eğitim Bakanlığı tarafından açıklanan eğitim takvimi yaklaştıkça, okulların açılıp eğitim faaliyetlerinin yeniden başlaması tartışmaları da kamuoyunda yoğun bir şekilde gündeme geldi. 6 aylık bir süreyi ebeveynlerinin gözetiminde geçiren, yeni normal hayat normlarını ailesiyle birlikte tatbik eden öğrencilerin okulların açılması ile yeni okul düzenine adapte olma, sosyal mesafe ve maske tedbirleri ile kendilerini koruma noktasında yaşayabilecekleri sıkıntılar ve olası riskler yoğun bir şekilde tartışıldı.
Okullarda alınan fiziki tedbirlere öğrenci, öğretmen ve velilerin en kısa sürede uyum sağlayabilmesi, “yeni normal, yeni eğitim” uygulamalarına öğrencilerin duygusal olarak hazırlanabilmesi, okul fobisi ve kaygılarının giderilmesi ve akademik motivasyonun sağlanabilmesi başlıklarıyla ilgili olarak Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Doç. Dr. Şaziye Senem Başgül’ün görüşlerine başvurduk.
Korona, pandemi ve karantina süreçleri psikolojik olarak çocukları nasıl etkiledi?
Çocukların olaylardan etkilenişleri, yaş dönemine göre erişkinlerden farklılık gösterir. 11 yaş altında, yani somut dönemdeki çocukların pandemi ve karantina döneminden etkilenmelerini, ailelerinin bu süreci nasıl yönettiği belirleyecektir. Çocuklara, çevremizde neler olup bittiği, onların anlayabileceği bir dille anlatıldı, günlük rutinleri ile ilgili düzenleri sağlandı ve eğitimlerinin devamlılığı adına ev içerisinde yeterince desteklendiler ise normalleşme sürecine geçişleri de bir o kadar kolay olacaktır. Aileler çocuklarına, önümüzdeki süreçle ilgili mümkün olduğunca net bilgileri aktarmalı, onların neler yapmaları gerektiği somutlaştırılmalı ve ebeveyn olarak onları nasıl destekleyecekleri konusunda birlikte sohbet edilmelidir.
Geleceğe dair heyecanın ve hayallerin en yoğun yaşandığı, dünyanın geleceği ve insanlık adına düşüncelerin derin olduğu ergenlik dönemindeki çocukların ise pandemiden ruhsal açıdan daha fazla hasar aldığı kanaatindeyim. Tüm dünyayı etkileyen ve bilim insanlarının çözüm üretemedikleri bir sorunu ergenlerin kabullenmesi güçtür. Gençleri, “Bir şey olmaz, merak etme, hepsi geçecek…” gibi cümlelerle yatıştırmaya çalışmak ise hiç işe yaramaz tersine sinirlendirebilir. Biz yetişkinler, onların endişelerini dinlemeli ve onların duygularına eşlik edip yanlarında olmalıyız. Ebeveyn olarak olaylara gerçekçi yaklaşım içinde olmamız ve kaygımızı yönetebilmemiz ise, çocuklarımız için yapabileceğiz en doğru şey olacaktır. Aile içerisindeki koronavirüs nedeniyle bir sağlık sorunu veya kayıp yaşandı ise durum biraz daha farklıdır. Bu durumda çocukların ve gençlerin profesyonel desteğe ihtiyacı olabilir.
“ÇOCUKLAR YALNIZLAŞTI”
Eğitimde verilen uzun ara öğrencilerde akademik motivasyon ve bireysel gelişim açılarından ne gibi kayıplara neden oldu?
Aslında durumu kayıp diye algılamamak lazım. Sonuçta hayatın ne getireceği belli olmuyor. Yaşananlardan herkes nasibini alıyor. Atalarımız savaşlar gördü, yaşamları bu gerçeklikle şekillendi. Yaşanan her şey eğitim için bir materyaldir. Bir virüsün tüm dünyayı etkilemesi, verilen mücadele, yapılması gerekenler, yeni yapılanmalar, insanların iş birliği, bilimsel çalışmalar… Çocuklar bunları yaşadı, gözlemledi. Tüm bunlar, çocuklar için büyük bir eğitim ortamı oldu. 21. yüzyılın getirdiği teknolojinin hayatımıza kattığı olumlu deneyimleri edinmek, mesafeleri yakınlaştırmak, bilgiyi genellemek büyük bir kazanım değil midir? Tüm bu yaşananlar, ders konusu olarak anlatılsa bu kadar şey öğretmezdi. Pandemi döneminde bazı çocuklar, beklenenin aksine gerek davranışsal gerekse akademik olarak daha iyi hale geldiler. Bu nedenle, herkesin bu süreçten olumsuz etkileneceği sonucunu çıkarmak da doğru olmaz.
Bir başka açıdan konuyu ele alacak olursak, günümüzde çocuklar çok yalnız. Bilişim bu yalnızlığın en önemli nedeni belki de. Bu açıdan değerlendirecek olursak, çocuklar için okul, eğitim öğretimin yanı sıra çok önemli bir sosyalleşme ortamı idi. Bu açıdan büyük bir kayıp yaşandı diyebilirim. Yalnızlıkları daha da arttı. Çocuklarımızın sadece bilgiye ihtiyaçları yok, onlar bilgiye çok kolay ulaşıyorlar zaten. Onların doğru bilgiye nasıl ulaşacaklarına dair rehberliğe ihtiyaçları var. Bu noktada uzmanların, online eğitimde çocuklara rehberlik etmesi gerekiyor. Duyarlı ve düşünen çocukların ise, bence akademik motivasyonları artmış bile olabilir. Bilimde kat edilecek çok şeyin olduğunu görmek önemli bir motivasyon değil midir? Geneli düşündüğümüzde ise, çocuklar okulu özlediler. Sürekli tatil yapmak, boş kalmak ve üretmemek insan ruhunun çok da isteyeceği bir şey değildir. Ayrıca çocuklar kaldıkları yerden başlarlar, yani okul açılınca hayatları kaldıkları yerden devam edecektir. Yetişkinlere göre bu konuda intibak süreleri daha kısadır.
“RUHSAL DAYANIKLILIĞIMIZ DÜŞERSE BAĞIŞIKLIĞIMIZ DA DÜŞER”
Yeni öğretim döneminde okulların tedbirlerle açılacak olması beraberinde pek çok kaygı içeren tartışmayı da gündeme getirdi. MEB’in kararı, tedbirleri ve dile getirilen kaygıları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kaygımız, kendimizi korumamıza hizmet etmekten öteye gittiğinde zarar görürüz. Maalesef bazılarımız için süreç, koruyucu tedbirlerden öte “obsesif” bir duruma dönüştü ve bu kişilerin hem kendi hem de çocuklarının yaşam kaliteleri bu anlamda çok olumsuz etkilendi. Sürekli kaygı arttırıcı yaklaşımların kimseye bir yararı olmaz. Ruh sağlığımız, en az beden sağlığımız kadar önemlidir. Üstelik ruhsal dayanıklılığımız düşer ise bağışıklık sistemimiz de bundan çok olumsuz etkilenir ve daha kolay hastalanırız. Bu noktada basının üzerine büyük görevler düşmektedir. Çünkü medya ve sosyal medya ile kaygı hızla bulaşıyor. Kaygımız artınca da adeta düşünemez oluyoruz.
İki konu önemli; sakin kalmak ve devlet büyüklerine güvenmek. Alınan önlemleri yetersiz buluyor ve kendimizi güvende hissetmiyorsak, ailelerin isteğine bırakılan durumlarda kendi önlemlerimizi alabiliriz elbette. Benim kişisel fikrim, eğitimin bir şekilde sürekliliğinin sağlanmasıdır. Eğitime ara verilmeden, elimizdeki verilere göre, zaman zaman online zaman zaman yüz yüze eğitime devam edilebilir. Bizi bekleyen sürecin kısa olduğunu düşünmüyorum. Elimizdeki verilere ve gerçekliğe göre sürekli yeni yapılanmalarla yolumuza devam etmeliyiz. Yoksa hayat durur.
“ÇOCUKLAR YENİ DÜZENE DAHA İYİ UYUM SAĞLIYOR”
Koronavirüsün toplumsal seyrine göre Milli Eğitim Bakanlığı, farklı eğitim modelleriyle eğitime devam edebilecekleri açıklamasında bulundu. Alışıldık eğitim düzeninin dışındaki olası yeni uygulamaları eğitim psikolojisi bakımından değerlendirir misiniz?
MEB, öncelikle ailelere, aldığı önlemleri çok doğru ve yeterli anlatabilmelidir. Çünkü ailenin, çocuğunun güvenliğinin sağlandığını ve eğitimlerinin önemsendiğini hissetmeleri önemlidir. Ebeveyninin ikna olduğuna çocuk da ikna olur. Burada, çocukların modelleyerek öğrendiğine tekrar vurgu yapacağım. Çocuklar, kaygıyı da sakinliği de ebeveynlerinin gözlerinden okurlar. Sözlere gerek yoktur. Bir diğer önemli bilgi de, yukarıda söylediğim gibi, çocukların yeniliklere biz yetişkinlerden çok daha kolay uyum sağladığıdır. Bizlerin çocuklarımızla aramızdaki kuşak farkı, aklımızın alamayacağı kadar derindir. Onlar hızlı veri ve değişim dünyasının çocukları. Yani; önemli bir ruhsal sorunu ve yetersizliği olmayan çocuğun anne babası, net ve tutarlı olduğunda, çocuk önemli bir sorun yaşamayacak ve yoluna, kendisine sunulan yeni araçlarla devam edecektir. Ben çocuklara ve gençliğe güveniyorum, sizler de güvenin.
Okulların açılması sürecinde öğrenci, veli ve öğretmenlerin mental, psikolojik ve fiziki olarak hazırlanabilmesi için ne tavsiye edersiniz?
Aslında cevabını hepimiz çok iyi biliyoruz. “Sakin kalmak, kaygımızı kontrol etmek ve asılsız bilgilere kulak asmamak.” Elbette dönem dönem daha kaygılı olabiliriz, bu durumda da yapmamız gerekenlere odaklanmak bizi gerçekliğe döndürebilir. Kendi adımıza önlemlerimizi almak, çocuğumuza gerekli ve ihtiyacı duyacağı kadar tedbirleri öğretmek yeterlidir. Fazlası, bizi hayattan uzaklaştırır. Düşünün ki “Hastalanmamak için hiç evden çıkmamak.” Buna ne kadar dayanılabilir. Bu da bir hastalık nedeni değil midir?
Bu arada, çocukların bu yeni dünya düzenine bizlerden daha kolay uyum sağladığını gözlemledim. İhtiyacı olan çocuk ve gençlerle görüşmelere, uygun koşullar altında devam ediyorum. Bu görüşmelere, tek bir çocuğun bile maskesiz geldiğine tanık olmadım. Hepsi, kapıda velilerinin uyarıları olmadan galoş giyiyorlar. Kendi önlemini aldığını gözlemlediğimiz çocuğu gereksiz uyarmamak gerekir. Okul açılmadan önce, ailece oturup kuralların üzerinden geçmek, olası durumların provasını yapmak ve anladığına emin olduktan sonra onlara güvenmek yapacağımız en doğru yaklaşım olacaktır. Elbette özellikle küçük çocuklar, arkadaşlarını görünce coşkularının etkisi ile sosyal mesafeyi unutabileceklerdir. Bu nokta da okul yönetiminin ve öğretmenlerin devreye girmesi ve gerekli tedbirleri uygulamalı anlatmaları ve belli aralıklarla tekrarlamaları ve takipleri önemli.
Ergenlerin de birbirlerine yaklaşmaları kaçınılmazdır. Onlarla da, ailelerinin kuralları konuşması ve önlem almadıklarında olası sonuçlardan bahsetmeleri gerekir. Tüm bunları aile içi iletişimi kuvvetli aileler elbette daha kolaylıkla uygulayabileceklerdir.
OKUL FOBİSİ OLUŞUR MU?
Pandemide belirsizlik devam ederken okulların açılması öğrencilerde ne gibi fobilerin görülmesine neden olabilir?
Belirsizlik sadece çocuklar için değil yetişkinler için de çok önemli bir sorundur. Koronavirüs nedeniyle yaşadıklarımız için, “belirsizlik” değil, “bilmediklerimiz var” demek daha doğru bir tanımlama olacaktır. Bilmediklerimiz, bilimin de henüz bilmedikleridir. Sonuçta, elimizdeki verilere göre, yeni yapılanmalarla süreci yönetebilmek önemlidir. Bunu bazı kişiler yapabilirken bazı kişiler “Eyvah bittik” şeklinde yaşıyorlar. MEB, virüsün sonuçlarına göre farklı senaryolardan bahsetti. Yani ön görebildiklerine göre, üzerinde düşünüyor ve çözümler üretmeye devam ediyorlar. Uygulamaları eleştirebiliriz, hatta beğenmeyebiliriz. Bu başka bir konu. Benim anlatmaya çalıştığım, mevcut verilerle, belirlilik alanları oluşturma çabasının önemli olduğudur.
Bazı çocuklar, gerek kendi ruhsal yapıları, gerekse ailelerinin kaygılı tutumu nedeniyle, okulu tehlikeli bir ortam olarak algılayacak ve gitmeyi reddedecektir. Daha önceden ruhsal açıdan bazı sorunlar yaşamış çocuklarda bu risk daha fazladır. Yine daha önceden okul reddi olan çocuklarda ve ayrılık kaygısı olan çocuklarda durum daha karmaşık yaşanabilir. Bunun yanı sıra obsesif kompulsif bozukluğu yani takıntı bozukluğu olan çocuklarda, aşırı titizlik ve fazla önlem alma davranışı okula uyumu zorlaştırabilir. Bazı çocuklarda ise kaygı, davranış sorunları şeklinde ortaya çıkabilir. Arkadaşlarından aşırı izole olma, sosyal kaygı gibi durumlar da gözlenebilir. Okula devam edebilseler bile bu çocukların dersleri takip edebilmeleri çok güç olacaktır. Bu durumlarda, okul psikolojik danışmanlarının yaklaşımı önemlidir ve ruh sağlığı profesyonellerinden destek almak gerekebilir.
ÖĞRENCİLER İÇİN DESTEK UYGULAMALARI
Öğrencilerin bu süreci zararsız atlatabilmesi için ne tür asistan hizmetleri verilmeli? Okullardaki psikolojik danışmanlara ne gibi görevler düşüyor?
Eski okuluna devam eden öğrenciler için, tanıdığı bildiği ortam, arkadaşların ve öğretmenlerinin olması işlerini çok kolaylaştıracaktır. Burada benim endişelendiğim birkaç grup çocuk var. Birincisi, okula yeni başlayanlar. Onların içsel dünyalarındaki okul tanımı adına üzülüyorum gerçekten. Okul, çocuklar için güvenle gidilen, yeni arkadaşlar edinilen, öğrenilen, eğlenilen ve eğitildiği bir ortam olmalıdır. Oysa onlar, yaşananlar nedeniyle ürkekler. Bu noktada rehberlik servisleri ve öğretmenler çok ulaşılabilir ve şefkatli olmalıdır. Sınırları net tanımlayıp, önlemleri yeterli alarak kaynaşabilmelerine olanak tanınmalıdır. Velilerin bilgilendirilmesi ve sorunların yanıtlanması da çok önemli ve gereklidir. Bir diğeri, sınav senesindeki çocuklar. Onlar için gelecek kaygısı çok baskın. Bu noktada MEB, doğru karar almak adına çok detaylı ve kapsamlı düşünmeli, Sağlık Bakanlığı ile yakın irtibatta olup mümkün olduğunca net açıklamalar yapmamalıdır. Sınav tarihlerinde, sınav konularında hızlı yapılan değişimler ve açıklamalar bu çocukları ve ailelerini çok olumsuz etkiliyor. Geçen yıl üniversite sınav tarihindeki ileri ve geri değişimler, çocuklarda daha önceden gözlemlemediğim kadar çok sınav kaygısına neden oldu. Bir diğer riskli grup da, ruhsal bozukluğu olan çocuklar. Bu çocukların ruhsal dayanıklılığı zayıf olduğu için, okul sürecinde gerek kaygı bozuklukları gerekse akademik sorun yaşama riskleri artacaktır. Bu noktada rehber öğretmenler iyi gözlem yapıp çocuk ve aileye yol göstermelidir. Çözülemeyen sorunlarda, çok gecikmeden çocuk ruh sağlığı profesyonellerinden destek almaları için yönlendirme yapmalıdırlar.
Aslında en mağdur grup da özel gereksinimli çocuklardır. Bu çocuklar online eğitimden yararlanmakta çok zorlanmakta ve aileler çok çaresiz kalmaktadır. Her çocuk için rutinlerin devamlılığı önemlidir, ancak bu çocuklarda, rutinler bozulduğunda durum daha da karmaşık hale gelebilir. Ayrıca bu çocukların boş zaman geçirme becerileri çok az az olduğundan, evde kalınan sürede aileler için var olan sıkıntılar daha da artmıştır. Gerek örgün eğitim gerekse bireysel eğitimleri aksadığı için, geçen dönem bu çocuklar için kayıp büyük olmuştur. MEB ve Rehberlik Araştırma Daire Başkanlığı, bu çocuklar için uygun çözümler üretmek durumundadır. Özel gereksinimli çocuklara hem sokağa çıkma serbestliği hem de sene tekrarı imkanı sağlanması, bu konuda alınmış güzel önlemlerdir. Umarım önümüzdeki dönemde bu çocuklar için özel planlamalar yapılabilir.
Hastalık bulaşma korkusu ile okula gitmek istemeyen öğrenciler olabilir. Bu durumda yapılması gereken nedir?
Bu çocukların tanıdığı ve güvendiği öğretmenlerle ve okul psikolojik danışmalarıyla görüşmeleri çok işe yarayabilir. Alınan güvenlik önlemlerinin onlara anlatılması, okul açılmadan bir-iki gün önce okula davet edilerek, okul ortamında, önlemlerin uygulamalı gösterilmesi işe yarayabilir. Hatta MEB, bu konuda online olarak uygulamaların ve alınan önlemlerin tanımlandığı bir eğitim ile aileleri de bilgilendirip rahatlatabilir. Çözüm üretilemeyen durumlarda ise, çocuklar ve aileler için profesyonel olarak psikolojik destek hizmeti gerekir. Sorunlar büyümeden çözüm üretmek gerekir.
Okul ve sınıf ortamında öğrenciler maske kullanımı ve sosyal mesafe önlemleri öğrencileri nasıl etkileyecek? Riskin azaltılması için öğrenci, öğretmen ve veliler ne yapmalı?
Daha önceden de bahsettiğim gibi çocuklar erişkinlere göre hızlı öğrenir ve hızlı uyum sağlarlar. Ara ara ufak hatırlatmalarda bulunmak, rehavete kapılamamak, kuralları tutarlı sürdürmek gerekir. Maskeye alışmalıyız, çünkü önümüzdeki birkaç yıl bizim hayatımızın vazgeçilmezi olacak maske. Çocuklar alıştı meraklanmayın, benim sözüm erişkinlere. Ben çocuklar açısından çok kaygılanmıyorum. Öğretmenler, en önemli modelleri çocukların. Veliler de sakin ve tutarlı davranırlarsa, gereksiz uyarıda bulunmadan yerinde önlemlerle okul yönetimine güvendiklerini çocuklarına hissettirirlerse, çocuklar huzur bulacaktır. Çocuk için maske kullanmak ve sosyal mesafe sorun değildir, yeter ki erişkinlerin abartılı kaygıları olmasın.
DOÇ. DR. ŞAZIYE SENEM BAŞGÜL KİMDİR?
1994 tarihinde Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesinden derece ile mezun olan Doç. Dr. Şaziye Senem Başgül, 2007’de Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesinden Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı ünvanını almıştır. Sonrasında Bakırköy Mazhar Osman Ruh ve Sinir Hastalıkları, Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları ve Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesinde görev yapmıştır. 2012 yılından bu yana Hasan Kalyoncu Üniversitesi Psikoloji Bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. 2015 yılında “doçent” unvanı almıştır. Ayrıca 2009 yılında Güneş Çocuk ve 2019’da Güneş Çocuk Akademi’yi kurmuştur. Yerli ve yabancı çok sayıda yayını ve kongre sunumları vardır. Çocuk ve Gençlik Ruh Sağılığı Derneği Özel Gereksinimli Çocuklar Komisyonu Kurucu Başkanı, Down Türkiye Derneği danışman doktoru ve Yeşilay Bilim Kurulu Üyesidir. Doç. Dr. Başgül, evli ve biri kız diğeri erkek 16 yaşında ikiz çocuk annesidir.