Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
1056
Teknoloji Bağımlılığı
Geleneksel Değerler Çocukları Koruyor
Klinik Psikolog ve Psikodramatist Zeynep Temizer Atalar çocukları dijital dünyanın ve sosyal medyanın olumsuz etkilerinden korumada onlara geleneksel ve kültürel değerleri kazandırmanın önemini vurguluyor ve ekliyor: “Kökleri sağlam olduğu müddetçe dalları uzayabilir, belki sert fırtınalarda biraz zarar görür ama kökleri ve gövdeleriyle var olmaya devam edeceklerdir.”
Bugünün çocuklarının sosyal medya ile ilişkisi ne durumda? Hangi dönemde başlıyorlar bu konunun içine girmeye? İlişki kurmaya?
Oldukça erken bir dönemde ilişki kurmaya başlıyorlar ve bunda, son iki yılın pandemi süreciyle geçmesinin etkisi olduğunu düşünüyorum. Sosyal platformlar çocuklar ve gençler için bir alternatifken mecburiyet halini aldı ve hepimiz hızlıca alıştık. Çocuklar bu platformlar aracılığıyla hem eğitim aldılar hem de arkadaşlarıyla buluştular; hatta oyunlar oynadılar. Hem kendilerini hem de arkadaşlarını, bir bilgisayar ya da telefon ekranından görmeye daha aşina oldular. Başlangıçta eğitim veya evde zaman geçirmek için kullanılan bu alanlar bir süre sonra sosyal medya hesaplarının daha aktif kullanımını da beraberinde getirdi. Artık ilkokul dönemindeki çocukların bile sosyal medya hesapları var ve akranları arasında dikkat çekmek, beğenilmek, onaylanmak gibi ihtiyaçlarla çok daha erken dönemlerden itibaren bu platformlar vasıtasıyla tehlikelere açık hale geliyorlar.
Sosyal medyada çocukları bekleyen psikolojik ve maddi tehlikeler neler?
Sınırsız ve kontrolsüz olduğunda çocukları bekleyen pek çok tehlike var. Gelişim dönemlerine uymayan ve henüz hazır olmadıkları içeriklerle karşılaşmaları, duygusal anlamda tetikleyici olabiliyor. Uzun süreli maruz kalmaları durumunda dikkat ve öğrenme alanlarında zorluklar yaşayabiliyorlar ve bu akademik performanslarına da yansıyor. Yaşlarına uygun olmayan ve kötü niyetli insanlarla bir araya gelebiliyorlar ki bu da beraberinde daha ciddi sıkıntıları ortaya çıkarabiliyor. Dünyaya dair yeterince deneyimi olmayan ve en çok kendilerini güvende hissetmeye ihtiyaç duyan çocukların, iyi niyetleri suiistimal edilebiliyor ve hem maddi hem de manevi olarak kayıplar yaşayabiliyorlar.
Çocukların sosyal medya ile kurdukları ilişkinin düzenlenmesinde, kontrolünde aileye, eğitmenlere ne gibi görevler düşüyor?
Her çocuk kendi yaşam yolculuğuna önce ona bakım verene bağımlı bir şekilde başlar; korunmaya, beslenmeye ve gereksinimlerinin karşılanmasına ihtiyaç duyar. Bir süre sonra bağımlılığın bağlılığa dönüşmesi, çocuğun bir yandan kendini güvende hissettiği ebeveyn ilişkilerine sahipken bir yandan da belli sınırlar dahilinde dış dünyayı keşfe çıkması beklenir. Fakat bazı çocuklar bu keşfi, ailelerinden kaçmak, kendilerini, anne babalarıyla kurdukları ilişkide hissedemedikleri kadar değerli, güçlü ya da güzel görmek için bir fırsat olarak görür. İşte bu nokta, önemli bir virajdır; çünkü çocuk bu noktadan sonra ya uçurumdan düşer ya da sarsıntılı bir yolculuk da olsa varış noktasına sağ salim varır… Bu yüzden önce aileye sonra da eğitimcilere önemli bir iş düşüyor; o da çocuğu fark etmek! Gelişimsel ihtiyaçları karşılanıyor mu yoksa anlatmaya çalıştığı başka şeyler var mı?
Kendini, duygularını sözel ya da sözel olmayan yollarla, resim, müzik, dans, yazı gibi, ifade edebiliyor mu yoksa kendi iç dünyasında mı yaşıyor? Arkadaşlarıyla sağlıklı ilişkileri var mı yoksa yalnız mı kalıyor? Ailelerin veya eğitmenlerin bu sorulara verdikleri cevaplar, çocukların sosyal medya platformlarıyla ilişkisine dair de bir ipucu içerebiliyor. Çocuğun bu platformlarla ilişkisi, sorunun kendisinden ziyade bir sonucu olabiliyor. Kendini ailesinin içinde yeterince değerli hissetmediği için sosyal medya paylaşımlarına daha bağımlı hale gelebiliyor, arkadaşları tarafından beğenildikçe güzel olduğu, aksi durumda çirkin ya da başarısız olduğu şeklinde bir benlik algısı geliştirebiliyor. Hatta sırf bu onay alma ihtiyacı nedeniyle kendi güvenliğini bile riske atacak eylemlere başvurabiliyor.
Siber zorbalık, siber şiddet gibi konular çocuklar için nasıl bir tehdit oluşturuyor?
Siber zorbalık kavramı artık günümüzün oldukça önemli bir konusu haline geldi maalesef. Siber zorbalığı klasik zorbalıktan ayıran ve baş edilmesini daha da zorlaştıran bazı özellikler var. Mesela bunun bir gizlilik dahilinde “görünmeden” yapılması, ki böylece çocuk karşısında net bir muhatap bulamıyor. Yer ve zaman sınırlamasının olmaması, okul dışındaki bir zamanda ve sosyal medya hesapları, e-posta, mesaj gibi birçok araç vasıtasıyla yapılabiliyor. Fiziksel güce ihtiyaç duyulmaması, etki alanının oldukça geniş olması ve oldukça kolay bir şekilde kurban seçilebilmesi. Yüz yüzeyken söylenemeyecek ya da yapılamayacak birçok şey, siber kanallar vasıtasıyla oldukça kolay bir şekilde yapılabiliyor ve hasarı onarmak çok daha güç oluyor çünkü kısa zamanda birçok kişiye ulaşabilen bir görsel ya da başka bir malzemeyi geri alabilmek çok da kolay olmuyor. Madalyonun diğer tarafı da çok farklı olmuyor aslında. Zorbalığa maruz kalan kadar zorbalık yapan çocuk da desteğe ihtiyaç duyan bir çocuk oluyor. Birçok çalışma zorba çocukların öfkenin ve fiziksel şiddetin olduğu aile ortamlarında büyüyen, düşük akademik başarıya sahip ve işlevsel sosyal ilişkiler kuramayan çocuklar olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla zorbalığa maruz kalan da zorbalık yapan da çoğu zaman kendini yeterince güçlü, başarılı ve yetersiz hissetmeyen sadece bunu farklı yollarla ifade etmeye çalışan ya da ifade edemeyen çocuklardan oluşuyor.
Sosyal medya kullanım yaşı en az kaç olmalı sizce?
Bu konuda çok keskin bir zaman bir yaş dilimi vermek bana çok doğru gelmiyor çünkü her ailenin kendine göre bir iç sistemi, her çocuğun kendine göre bir gelişim hızı, sosyokültürel bağlamı var. Yeni kuşak kendini daha çok teknolojik unsurlarla tanımlıyor, ifade ediyor. Bütün arkadaşlarının ortak gündem konusunun dışında kalmak, sosyal gelişimi için ihtiyaç duyduğu akran grubunun da dışında kalmasını sağlıyor ki bu da başka bir tehlike haline geliyor. Dolayısıyla hangi yaşta verileceğinden ziyade ne sıklıkta ve ne şekilde kullandığının, kimlerle ve hangi platformlar aracılığıyla bağlantı içinde olduğunun kontrol edilmesinin daha önemli olduğunu düşünüyorum.
Çocuklarda sosyal medya kullanımı konusunda hangi olumsuz durumlara rastlıyorsunuz? Karşılaştığınız vakalar üzerinden anlatabilir misiniz?
Sanıyorum en olumsuz durum çocukların giderek daha fazla ‘haz odaklı’ olması… Artık çok daha dürtüseller. Kendilerini durdurmakta, haz alanlarını sınırlamakta, “İstiyorum ama şu an elde edemem.” ya da “İstiyorum ama buna sahip olamam.” demekte zorlanıyorlar. Sosyal medyada gördükleri düzmece hayatlarla gerçekler arasında bağlantı kurmakta zorlanıyorlar. Herkes çok güzel ama kendileri çirkin, herkes çok başarılı ama kendileri değilmiş gibi algılıyorlar ve gelişmekte olan benlik algıları zarar görebiliyor. Çok daha mutsuz ve amaçsız hissediyorlar. Biz yetişkinler bile zaman zaman bu tuzağa düşebiliyorken çocuklar için bu tuzak çok daha kolay ve çok daha derin olabiliyor. Halbuki kimse mükemmel değil ama kendilerindeki eksikliği bütün kimliklerine taşıyabiliyorlar. Akranlarının kendilerini nasıl gördüğü gelişme çağındaki bütün çocuklar için oldukça önemli bir konu haline geliyor ve bunun için, yine düşünmeden, sonuçlarını hesaba katmadıkları davranışlar içine girebiliyorlar.
Ebeveynlerin sosyal medya kullanım alışkanlıkları çocukları nasıl etkiliyor?
Ebeveynler, çocuklar için en önemli rol model. Her çocuk dünyayı önce anne babasının gözünden görüyor. Çocuklar bir nesneyi elleriyle kavrayabilecek olgunluğa eriştiklerinde ilk almak istedikleri eşyalardan biri ebeveynlerinin telefonu olabiliyor çünkü renkli, sesli ve sürekli ortada duran, dikkat çekici bir uyaran. Doğal olarak ona yöneliyorlar. Bazen de ebeveynler kendilerine biraz zaman yaratmak için oyalansınlar diye ya da daha rahat yemek yesinler diye çok erken yaşlardan itibaren çocukların önüne ekranı yerleştirebiliyorlar. Dolayısıyla çocuklar ekranla çok erken yaşlardan itibaren tanışıyor.
Anne babalarının bu kadar ilgi gösterdiği bir nesnenin önemli olduğuna dair ilk izlenimleri bu vesileyle oluşuyor. Bu yüzden ebeveynin kendini kontrol edebilmesi, yemekte, sohbette, ailesiyle birlikteyken telefonunu, bilgisayarını bir kenara bırakabiliyor ve o an’a odaklanabiliyor olması, çocukta gerçek dünyanın varlığına ve eksikliklere rağmen keyifli parçalarının da olduğuna dair bir bilinç oluşturuyor. Belki daha uzun sürüyor ya da bedeni daha fazla yoruluyor ama en az bir bilgisayar oyunu kadar keyif aldığı başka bir oyun süreci deneyimleme fırsatı buluyor. Üstelik en baştan beri ısrarla söylediğim “kendini güvende hissetme” ihtiyacı karşılanarak…
Sizce, sosyal medya ve internet bu kadar hayatımızdayken çocuklara bu araçları doğru kullanmak konusunda bir eğitim verilmeli mi?
Elbette verilmeli ki bildiğim kadarıyla bu konuya öncülük eden bazı çalışmalar da var. Üstelik sadece çocuklara değil anne babalara da verilmeli çünkü bu hızlı akan zamana ve bu zamanda yolunu bulmaya çalışan çocuklara rehberlik edebilmemiz için önce bizlerin bu eğitimi alması gerekiyor bence. Güvenli internet kullanımının nasıl sağlanacağı kadar doğru bilgiye nasıl ulaşılacağı da bu eğitimin içeriğinde olması gerekiyor. Teknolojiyi tehlikeli hale getiren kontrolsüz, sınırsız ve bilgi sahibi olmadan kullanılması denebilir. Aksi halde tehlikeli kadar hayatımızı kolaylaştıran pek çok etkisi de var.
Sosyal medya ve önümüzdeki günlerde metaverse… İnterneti çocuklara daha çekici kılan gelişmeler yaşanıyor. Özellikle metaverse teknolojisi ile ilgili hangi önlemleri almak gerekiyor özelikle de çocuklar açısından?
Bu çok yeni bir konu. Daha gençken izlediğim bilim kurgu filmlerinin, fantastik alternatif evren tasarımlarının, metaverse teknolojisiyle giderek daha da mümkün hale geldiğini görmek bir yetişkin olarak beni ürkütmüyor değil çünkü ben de henüz tam olarak neyle karşılaşacağımı, bu yeni teknolojinin neleri alıp neleri getireceğini bilmiyorum. Eminim çocuklarımız bizden bu ve benzeri konulara çok daha hâkim bir şekilde yetişecekler. Zamanın çok hızlı aktığı bu devirde çocuklarımızın yaşam yolculuğunda onlara eşlik ederken alınabilecek en kıymetli önlemlerden birinin, geleneksel ve kültürel değerlerimizi çocuklarımızın sırt çantalarına koymak olduğunu düşünüyorum. Kökleri sağlam olduğu müddetçe dalları uzayabilir, belki sert fırtınalarda biraz zarar görür ama kökleri ve gövdeleriyle var olmaya devam edeceklerdir.
Sosyal medya bağımlılığı sık görülüyor mu çocuklarda? Bu durumlarla nasıl başa çıkıyorsunuz bir uzman olarak?
Evet, maalesef son zamanlarda hızla artan bir ivmeyle görünüyor. Bir uzman olarak semptoma değil, semptomu ortaya çıkaran ihtiyaca odaklanmaya çalışıyorum. Daha önce de dediğim gibi benim için sosyal medya ya da ekran bağımlılığı, tatmin edilmemiş, giderilmemiş başka bir ihtiyacın maskeli hali oluyor. Maskenin altındaki yetersizlik, değersizlik duygularına ya da farklı bir duygusal ihtiyaca gerekli pansuman yapıldıkça, bağımlılığın da zamanla azaldığını görebiliyoruz. Ama bu her zaman bir ekip işiyle mümkün oluyor. Anne baba desteği olmadan bunun üstesinden gelebilmek, özellikle bir çocuk için, çok zor. Ebeveynin iş birliği olduğunda, süreç çok daha hızlı ilerleyebiliyor aksi halde keşke sihirli bir değneğim olsa ama yok diyorum…
İnternet ve sosyal medyayla dengeli bir ilişki kurmamaları açısından hem çocuklara hem de aileler ve eğitmenlere neler önerirsiniz?
Hayatta hiçbir şey tamamen iyiden ya da tamamen kötüden oluşmuyor. Kötü olarak değerlendirilen ne varsa mutlaka içinde iyi parçalar da barındırıyor. İnternet ve sosyal medya kullanımında da buna odaklanmakta fayda olabilir. Bu araçların nasıl daha faydalı amaçlar için kullanılabileceği birlikte tartışılabilir. Çocuklar için, ebeveynlerinin de takip ve kontrol ettiği, faydalı çalışmaların ya da bilgilerin paylaşıldığı sosyal medya hesapları açılabilir. Hem eğitici hem de eğlendiren oyunlar, ailece oynanabilir ya da bir eğitim materyali olarak kullanılabilir. Kısaca çocukları kendi zamanımıza çekmeye çalışmadan, çünkü bu mümkün değil, onların zamanına eşlik edip nasıl doğru adımlar atabileceklerine dair rehberlik etmemiz gerekiyor. O nedenle en çok bizim önce bu alandaki yetersizliğimizi kabul edip, daha çok okumamız ve bu yenilenen zamana uyum sağlamak için daha çok çabalamamız gerekiyor.
PSİKODRAMATİST ZEYNEP TEMİZER ATALAR KİMDİR?
1980 İstanbul doğumlu olan Zeynep Temizer Atalar, okul öncesi çocuk gelişimi ve eğitimi ile psikoloji eğitimlerini tamamlamış, gelişim psikolojisi alanında doktora eğitimine tez aşamasında devam etmektedir. Psikodrama eğitimini tamamlayarak psikodramatist unvanını almaya hak kazanmıştır. Kurucusu olduğu Psikologia Danışmanlık’ta çocuklar ve aileleriyle grup çalışmaları yapmaya ve danışmanlık hizmeti vermeye devam etmektedir. “Akşam Yemeğinde Beraber Olmak” (2009, Beyan Yay.) ve “Mükemmel Anne Yoktur” (2017, Beyan Yay.) adlı yayımlanmış iki kitabı bulunmaktadır.