Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
1083
Yaşam
İnsanın Dijital Çağ ile İmtihanı
Dijitalleşme hayatı kolaylaştıran bir gelişme olsa da birtakım davranış bozukluklarını da beraberinde getirdi. Yenilenmekten bir saniye bile geri durmayan ve sürekli durmak bilmeyen bir akış içinde olan dijital ortam, birçok sendrom ve sorunu literatüre ekleyerek “teknoloji çağının vebaları” olarak tanımlanan yeni hastalıkları gündeme getirdi. Bunlardan en bilinenlerini bir araya getirdik.
Teknoloji geliştikçe ve hayatımız gün geçtikçe daha da dijital bir hâle geldikçe, yaşam şeklimiz, ilişkilerimiz, alışkanlıklarımız ve hatta hastalıklarımız da değişiyor. Başta çocuklar ve gençler olmak üzere her yaştan kişi için teknolojik ürünler birer “gereklilik”; ancak bu yeni yaşam tarzı teknoloji bağımlılığı gibi olumsuzluk sonuçları da beraberinde getirdi. Teknolojiden uzak kalınca korku ve kaygı duyma hâli bu davranış bozukluklarından en yaygın olanı...
CEP TELEFONUM NEREDE?!
İngilizce “No mobile phobia”nın kısaltması olan nomofobi, “cep telefonunda uzak kalma korkusu” anlamına geliyor. Nomofobi, telefonun şarjının azalması, internet erişiminin sınırlı olması veya belirli süre telefona bakamama durumlarında ortaya çıkan çağımıza özgü bir anksiyete bozukluğunu ifade ediyor. Nomofobik bir kişi mesajları, bildirimleri veya güncellemeleri sürekli kontrol etmek istiyor, önemli bilgileri veya sosyal medya etkileşimlerini kaçırmaktan korkuyor. Telefonu yanında olmadığında sanki bir uzvu yokmuş hissine kapılıyor. Şarjı bittiğinde ya da internet erişimi kısıtlandığında kendini çaresiz hissediyor. Telefondan uzak kaldığında terleme, titreme, baş dönmesi veya çarpıntı gibi fiziksel belirtilerle karşılaşabiliyor ve bunlara çoğunlukla panik ve huzursuzluk hâli eşlik ediyor. Nomofobiden çeşitli yöntemlerle kurtulmak mümkün. Öncelikle kişinin bunun bir sorun olduğunu kabul etmesi ve bu durumla ilgili bir farkındalık geliştirmesi gerekiyor. Telefondan birkaç saat uzak kalma hedefi koymak, “teknoloji detoksu” yapmak, sosyal medyada yalnızca belirli saatler arasında bulunmak bu belirtilerin azalmasını kolaylaştıracak önlemler arasında yer alıyor.
EYVAH BİR ŞEYLERİ Mİ KAÇIRIYORUM!
“Fear of missing out” kelimelerinin kısaltılması olan FOMO, günceli kaçırma korkusu olarak tanımlanıyor. FOMO’da kişi, dijital dünyaya erişim sağlayamadığında birçok gelişmeyi kaçırdığını ve eksik kaldığını düşünerek huzursuzluk, endişe ve korku duyuyor. FOMO en çok sosyal medyayı sürekli kontrol etme isteği duyan kişilerde görülüyor. Anlık paylaşımları kaçırmamak ve başkalarının neler yaptığını merak etmek bu dürtüye neden oluyor. Kişi, sosyal karşılaştırma yaparak çoğunlukla “fenomen”lerin idealize edilmiş hayatlarıyla kendi hayatını karşılaştırıyor. Bu durum kişide kıskançlık, hayatından memnun olmamak gibi durumlara yol açıyor. Özellikle günlük yaşantısında arkadaşlık ilişkileri kurmakta zorlanan kişiler için FOMO riski daha yüksek. Sürekli olarak sosyal medya hesaplarını kontrol etme ihtiyacı hisseden FOMO sendromundan muzdarip kişiler, yaşadıkları anın keyfini çıkaramıyorlar. FOMO sendromu olan kişiler genellikle yoğun kararsızlık yaşıyor ve uzun saatler uykusuz kalabiliyorlar; çünkü sosyal medyayı takip etmek için uyanık kalmak istiyorlar. Bu kişilerin, sürekli başkalarının yaşamlarında neler olup bittiğini merak ettiklerinden ve bunları kaçırma korkusu yaşadıklarından, endişe ve stres seviyeleri de yüksek oluyor. FOMO’dan çıkış yolu; öncelikle cep telefonları, bilgisayarlar ve diğer teknolojik cihazlara belirli sürelerle ara vermekten yani dijital detokstan geçiyor. FOMO’dan çıkış yolları; anlık yaşama ve duygulara odaklanmak, sosyal etkinliklere daha fazla katılmak, kendine odaklanmak ve kendinle barışık olmak, gerekirse profesyonel yardım almak olarak sıralanabilir.
KALDIR BAŞINI TELEFONDAN VE ETRAFA BAK!
İngilizce “phone” (telefon) ve “snub” (yok sayma) kelimelerinin birleşiminden meydana gelen phubbing, kişinin yanındaki insanları görmezden gelerek telefonuyla ilgilenmesi anlamına geliyor. Bu durum özellikle sosyal yaşamda sıkça karşımıza çıkıyor. Aile veya arkadaş ortamında olan bir kişinin ortamdan kopuk bir şekilde telefonuyla ilgilenmesi oldukça sık karşılaştığımız bir durum. Özellikle sosyal bir ortamda telefona uzun süre bakmak, gözlerini telefondan ayırmadan karşıdakinin konuşmasını dinlemek gibi eylemlerle kendisini gösteriyor. Phubbing nedeniyle kişi, karşısındaki insanı bölünmüş bir dikkatle dinliyor ve iletişimin kalitesi düşüyor. Sosyal bağlantıyı ve gerçek iletişimi zayıflatan bu davranış, dinlenen kişi tarafından saygısızlık olarak algılanabiliyor. Konuşmak isteyen kişinin incinmesine, değer görmediğini düşünmesine, öfkelenmesine yol açabiliyor. Yemek davetlerinde ya da aile büyükleriyle bir araya gelindiğinde herkesin elindeki telefonla ilgilenmesi ve iletişimin sıfıra inmesi sosyal ilişkileri zayıflatıyor. Phubbing evliliklere ve ikili ilişkilere de zarar veriyor. Nezaket kuralları açısından da hoş karşılanmayan bu durum, yemek yerken telefonla ilgilenmemek, sohbet ortamında telefonu uzak bir yere koymak gibi kurallarla engellenebilir.
YA İNTERNETSİZ KALIRSAM…
“İnternetsiz kalma korkusu” anlamına gelen netlessfobi, internet bağlantısı kesildiğinde kişide panik veya huzursuzluk hissine neden oluyor. Netlessfobikler gün içerisinde interneti kullanmaya hiç ihtiyaçları olmayacak olsa dahi internet bağlantısının yokluğundan huzursuzluk duyuyorlar. Bu durum bu kişilerde yoksunluk belirtileri ortaya çıkararak terleme, endişe ve öfke sorunları görülmesine neden oluyor. İnternet bağlantısını üst üste sayfayı yenileyerek kontrol etmek, bağlantı kablolarının yanlış takıldığını öne sürmek gibi huzursuzluklar gözlemlenebiliyor. İnternete bağlanma imkânı olmadığında hayatın durduğu düşüncesine kapılan kişi, sosyal etkileşimi kaçırma korkusu yaşıyor ve o an çok önemli bir işi varmış ama internet bağlantısı nedeniyle işi aksamış gibi strese giriyor. Netlessfobik kişilerde teknolojik cihazlardan uzak duramamayla birlikte yeniliklerden haberdar olamama korkusu da sıkça görülüyor. Netlessfobi, internet bağımlılığını azaltmaya yönelik kişisel ve profesyonel birtakım yöntemlerle azaltılabiliyor. Bilişsel ve davranışsal çalışmalar yapılması bilinçli ve kontrollü internet kullanımının kazandırılması için faydalı olurken, bireysel psikolojik danışmanlık ve grup terapisi de işe yarıyor. Kademeli yoksunluk ve amaçlı ve verimli internet kullanımı da fayda sağlıyor.
SÜREKLİ SELFIE ÇEKMEK: SELFİTİS
Selfitis, adından da tahmin edilebileceği gibi, “selfie çekme” ya da “özçekim yapma” anlamına geliyor. Henüz resmi anlamda bir psikolojik bozukluk olarak tanımlanmasa da kanıksanmış bir davranış bozukluğu olarak kabul ediliyor. Selfitis bir kişi, kendisinin çok sayıda fotoğrafını çekip bunu sosyal medyada yayınlıyor. Çevresinden ilgi görmek veya dikkat çekmek için yapılan bu eylem, kişinin kendisini sürekli başkalarıyla kıyaslamasına, yarış yapmasına ve hırslanmasına yol açıyor. Selfitis’e çok yakın olan “borderline selfitis” ise bir günde çok sayıda öz çekim yapmak ama bunu hiçbir sosyal medya platformunda yayınlamamak durumunu ifade ediyor. Her iki davranışın ortak nedeniyse kişinin düşük öz saygıya sahip ve kimlik arayışında olması. Selfitis olan kişiler dikkat çekmeyi seviyorlar ve genellikle öz güven eksikliği yaşıyorlar. Başkalarını etkilemek, sürekli övgü almak ve beğenilmek güdüsüyle yapılan, kumar veya alışveriş bağımlılığı kadar öne çıkan öz çekim yapma sorunu, kişinin günlük yaşantısına etki ediyorsa bireyin teknoloji detoksu temelli bir profesyonel yardım alınması tavsiye ediliyor.
KİŞİ KENDİSİNİ DIŞ DÜNYADAN İZOLE EDERSE…
Hikikomori, genellikle genç yetişkinlerden oluşan bireylerin sosyal ortamdan kendini izole ederek uzun süre evine ya da odasına kapanmasını ifade ediyor. Japonca “içe çekilme”, “geri çekilme” anlamına gelen ve tarihsel olarak Japon kültürüne bağlı bir sendrom olan hikikomori, 1970’li yıllarda görülmeye başlanan ve teknolojinin ilerlemesiyle birlikte artış gösteren bir sorun. Kişi, yüz yüze sosyal etkileşimden, okul, iş ortamından ve ailesinden kendisini soyutlayarak altı ay belki de birkaç yıl hiç dışarı çıkmıyor. Teknolojideki gelişmeler, artan sosyal medya kullanımı ve küreselleşme hikikomoriye neden olan faktörler arasında yer alıyor. Odasında veya evinde yalnız kalan birey, çoğunlukla bilgisayar oyunu ve çevrim içi kumar oynayarak vaktini geçiriyor. Hikikomori pandemiyle birlikte artış gösterirken, her türlü iletişimi sanal ortamdan yürütme imkânının kolaylaşması da bu artışı hızlandıran bir etken olarak karşımıza çıkıyor. Anksiyete, depresyon ve diğer psikolojik sorunlarla ilişkilendirilen bu sorunun tedavisi genellikle, psikolojik destek, aile terapisi ve sosyal ortama yeniden kazandırma programlarından oluşuyor.
SÖYLE BANA KİMİM BEN?
Ego sörfü, kişinin kendi adını veya markasını arama motorlarında sürekli aratması anlamına geliyor. Bu terim, kişinin çevrim içi varlığını ve itibarını kontrol etmek, potansiyel olarak olumsuz içerikleri tespit etmek veya olumlu geri bildirimleri görmek için yapılan bir eylemi tanımlıyor. Ego sörfü kişinin sosyal medya hesaplarını, blog’ları, web sitelerini ve diğer çevrim içi varlıklarını görmesine ve takip etmesine olanak tanıyor. Bu, kişinin etkileşimleri takip etmesine ve olumlu bir imaj yaratmasına ve bu imajı korumasına yardımcı olabiliyor. Ancak, ego sörfünün aşırı yapılması bir takıntıya dönüşerek kişiyi olumsuz etkileyebiliyor. Egosantrik bir duruma dönüşerek kişinin kendisine aşırı yönelmesine, kendisini sürekli başkalarıyla kıyaslamasına, doyumsuzluğa neden olabiliyor. İlk olarak 1995 yılında Sean Carton tarafından kullanılan ego sörfü tanımı, “online narsizm” olarak da biliniyor.
İNTERNETTEN HASTALIK ARAMA
Siberkondri, bir kişinin sürekli olarak internet üzerinde sağlık semptomlarını araştırması ve kendisini hastalıklar hakkında aşırı endişelendirmesi anlamına geliyor. Bu durum, kişinin sağlıkla ilgili olumsuz ve korkutucu bilgilere aşırı derecede odaklanmasıyla oluşabiliyor. Kişi hastalık durumunda doktor muayenesi ve tedavisi yerine internetteki tedavi yöntemlerini araştırıp uyguluyor. İnternetin yaygın kullanımı sonucu sağlıkla ilgili bilgilere erişim kolaylığı olması siberkondiriyi daha yaygın hâle getiriyor. Siberkondri, kişiyi sürekli olarak hastalıklar hakkında endişelendirerek normal yaşamı olumsuz etkileyebiliyor. Aşırı endişe ve stres, kişinin yaşam kalitesini düşürüyor ve genellikle gereksiz tıbbi testlere, muayenelere veya tedavilere yönelmesine neden oluyor. Kişinin sağlık endişesi ya da kaygısı artıyor ve bu da stres, anksiyete ve depresyon gibi ruh sağlığı sorunlarına yol açabiliyor. Siberkondriyi ve sağlıkla ilgili endişeleri yönetmek için sağlıklı başa çıkma stratejilerinin geliştirilmesi önem taşıyor. Bunlar arasında, internet üzerinden sağlık bilgilerine erişimi kısıtlamak, güvenilir sağlık kaynaklarına odaklanmak, endişelerini bir sağlık uzmanıyla paylaşmak ve gereksiz sağlık araştırmalarından kaçınmak yer alıyor.
ELEKTRONİK UYKUSUZLUK
İnsanın uyku-uyanıklık döngüsü bir biyolojik saat ile belirleniyor. Beynimizin hipotalamus adı verilen yapısı, bu biyolojik saate göre uyku-uyanıklık döngümüzü düzenlemekle görevli. Biyolojik saatimizin çalışması için gerekli olan temel şart ise gün ışığı. Beynimiz biyolojik saatimizi ışığa göre ayarlıyor. Bu nedenle, gece ışık miktarı azalınca uykumuz geliyor ve sabah güneş doğunca uyanıyoruz. Geceleri fazla miktarda bilgisayar başında kalan, tabletlerle ve cep telefonları ile meşgul olan kişilerde ise bu biyolojik saatin çalışmasında çeşitli aksaklıklar meydana geliyor. Cihaz ekranlarının yansıttığı ışık ve ses dolayısıyla beynimizi aşırı uyarılıyor, buna bağlı olarak biyolojik saatimizin şaşıyor. Araştırmalar, aşırı teknolojik cihaz kullanımına bağlı uyku bozukluklarının en fazla gençlerde görüldüğünü ortaya koyuyor. Uykuya dalmadan iki saat önce ekran maruziyeti bırakılması gerekiyor. Kontrolsüz teknoloji kullanımının sonucu olan bu sorun, ciddi bir hastalık gibi semptomlar da gösterebiliyor. Kronik yorgunluk, sindirim sorunları, uykusuzluk, sinirlilik, huzursuzluk hâli ve ağrı şikâyetler arasında yer alıyor. Bu cihazların yataktayken kullanımından ise özellikle kaçınılması tavsiye ediliyor.