Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
1072
Yaşam
“İyi İletişim Ve Doğru Bilgi Kaygıyı Azaltır”
6 Şubat 2023 tarihinde merkezi Kahramanmaraş Pazarcık ilçesi olan 7,7 ve yaklaşık dokuz saat sonrasında da merkezi Kahramanmaraş Elbistan ilçesi olan 7,6 şiddetindeki iki depremle sarsıldık. 10 ilimizi ve yaklaşık 13 milyondan fazla insanımızı derinden etkileyen bu depremler, bölgenin bugüne kadar görmüş olduğu en büyük felakete neden oldu. Depremin neden olduğu bu büyük afete karşı ilk andan itibaren harekete geçen arama ve kurtarma personeli ile birlikte binlerce gönüllü kuruluş ve kişi, sahada vatandaşların yaralarını sarmaya çalıştı. Elbette ki depremi doğrudan yaşayan ya da buna tanıklık eden vatandaşlar çok daha fazla stres altında kaldı. Depremde ölümle yüz yüze gelen, yaralanan, yakınını veya yakınlarını kaybedenler başta olmak üzere toplumun tümünün ruhsal durumu ciddi bir şekilde etkilendi ve bu etki halen sürüyor. Bu konuyu daha derinden analiz etmek adına Yeşilay Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Vedat Işıkhan ile görüştük ve kendisinden afet sonrası toplumsal iyileşmeyle ilgili kıymetli bilgiler aldık.
Dünyanın farklı yerlerinde farklı zamanlarda gerek doğal gerekse insan kaynaklı afetlerden kaynaklı milyonlarca insan yaşamını yitiriyor ve etkileniyor. Afetlerin etkileri hakkındaki fikirlerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Afetler, genellikle beklenilmeyen ölüm, travma, yıkım gibi büyük çaptaki olaylardır. Literatürde afetlerin geçerli bir tanımı olmamasına karşın, araştırmacılar genellikle afetlerin geniş çaplı travmatik olaylar olarak üç temel özellik taşıdığına katılmaktadır. İlk olarak; depremler, insanların büyük bir bölümünü etkilemiş, ölümle tehdit etmiş, yaralamış hatta birçoğunu da öldürmüştür. İkinci olarak, depremler sosyal süreçleri etkiler, hizmetlerin, sosyal ilişkilerin ve kaynakların toplumsal kaybına sebep olur. Üçüncü olarak ise, ikincil sonuçlar içerir; ortaya çıkardığı ruhsal ve fiziksel sağlık sonuçlarıyla insanları uzun bir süre etkiler. Milyonları etkileyen bu depremin de tıbbi, sosyal ve psikolojik etkileri ve bıraktığı travmalar yıllar boyu sürebilir; ancak tahmin edilebileceği gibi, depremler bazı nüfus grupları için daha fazla müdahale gerektirebiliyor. Yaşlıların, çocukların, engellilerin, evsizlerin ve yalnız yaşayanların depremin neden olduğu ve tetiklediği duygusal problemlere karşı daha fazla risk altında olduğunu söyleyebiliriz. Sosyal ve çevresel destek yetersiz kaldığında risk daha çok artıyor. Toplu yaşamın doğal olarak getirdiği telaşın dışında, suçluluk duygusu ve yalnızlıklar derinleşebiliyor. Deprem sonrasında çocuklar da büyük korkular yaşayabiliyorlar ve devam eden krizle başa çıkmak için gerekli beceri ve gelişime sahip olamayabiliyorlar. Ayrıca, bazı felaketler ani ve beklenmedik olabilirken, bazıları daha yavaş gelişebiliyor. Bu da bize bir sonraki etkiyi azaltmaya yardımcı olabilecek fiziksel, sosyal ve psikolojik hazırlıklar için gerekli zamanı sağlıyor. Bu arada deprem gibi afetler; birey, aile ve toplumsal düzeyde yaşanan geniş bir sorun yelpazesi de yaratabiliyor. Unutulmamalıyız ki depremler, koruyucu destekleri bozar, çeşitli sorunların ortaya çıkma riskini artırır ve toplumsal adaletsizlik ve eşitsizlik gibi önceden var olan sorunları artırma eğilimindedir. İyi kanıtlar ve doğru uygulama örnekleri ise, ruh sağlığı sorunlarının öncesini görmemizi ve gerekli önlemleri almamızı sağlar. Bu arada, bir felaketin olduğu toplumda yaşayan bireylerin olaya maruz kalma derecesi de farklı olabilir. Kişi, afet alanında meydana gelen olaydan doğrudan etkilenmiş ya da afet alanında sevdiği birini kaybetmiş olabilir. Maruz kalmanın derecesi ya da şiddeti, afet sonrası ruhsal hastalıkların tahmin edilebilir faktörleridir. Araştırmacılar afete maruz kalma durumunu; sayısal yoğunluk, afetle ilişkili olaylar, afetin türü, maruz kalmanın süresi, ölüm sayısı ve olay yerine yakınlık gibi çeşitli yollarla ölçerler.
Afetler insanların normal yaşam düzenlerini tümden etkiliyor; yaşamı tehdit edebiliyor ya da yok edebiliyor. Bireyler sevdiklerini, aile üyelerini, yakınlarını, arkadaşlarını kaybedebiliyor. Bu durum da birçok bireyde krize neden olabiliyor. Sizce kriz durumu nedir? Bireyin krize girip girmediğini nasıl anlayabiliriz?
Kriz durumu; doğal ve insan kaynaklı beklenmeyen felaket ve kazaların olması, kişinin yaşamında önemli yeri olan birinin kaybedilmesi veya yakın çevreyi veya toplumu etkileyen bir durumla karşılaşması ile ilgilidir. Kişi buna dayanabilecek güçte olmadığı için, çoğu zaman yardıma ihtiyaç duyar. Kriz durumu tek bir olaydan kaynaklanabileceği gibi, birbirine bağlı olaylar zincirinin sonucunda da ortaya çıkabilir ve bir mücadeleyi ifade eder. Bu, bireyin eskiden sahip olduğu ruhsal dengeye kavuşma ve dönme mücadelesidir. Afet ya da travma sonrasında vücudumuz değişime tepki vermek, yeni duruma uyum sağlamak ve eski dengeyi sürdürmek zorundadır. Psikolojik çöküntü ya da kriz dönemi genellikle dört-altı hafta sürer ve şiddeti giderek azalır. Sonuçta kişi, duygu, düşünce ve davranışlarına hâkim olabilecek düzeye gelir. Kriz durumu, kişiye biyolojik, psikolojik veya sosyal bir baskının üstesinden gelme deneyimi kazandırdığı için benliğin güçlenmesini sağlar. Kendine güveni ciddi biçimde sarsılmış olan ve klinik semptomlar sergileyen kişinin, profesyonel yardım görmediği takdirde bu tepkileri giderek kronikleşecektir. Sorun olarak ortaya konan bir durumun kriz olup olmadığına karar verebilmek için, kişide günlük alışkanlıklarda gerileme, temizlik, giyim, bakımlı-tertipli olma gibi alışkanlıkları ihmal etme, okul ve iş yaşamıyla ilgili verimin azalması, spor, sanatsal ve sosyal etkinlikler gibi zevk alınan aktivitelerden uzaklaşma, aşırı uyku veya uykusuzluk gibi uyku alışkanlığında değişme, sık sık ağlama, her şeyden sıkılma, kendini bir işe verememe, alkol ve bağımlılık yapan maddeleri kullanma eğilimi, şaka veya tehdit biçiminde ölümden söz etme gibi hususların var olup olmadığı saptanmalıdır. Birey bu süreçte yaşadığı yoğun stres ve kaygı ile başa çıkamadığını düşünüyorsa, psikolojik yardım almak için bir uzmana başvurulması uygun bir yaklaşım olacaktır. Özellikle bireyin; travmatik stres tepkilerinde zamanla herhangi bir azalma olmuyorsa, bu tepkilerin sıklığı ve şiddeti giderek artıyorsa, kişinin günlük yaşamını, aile ve iş hayatını ciddi şekilde etkiliyorsa, kişi bir nedeni olmaksızın çok yoğun korku ve endişe yaşıyorsa, aşırı kaygı ve nefessiz kalma, sürekli titreme ve baş dönmesi, kalp atışının sürekli hızlanması, yüksek tansiyon, aşırı irkilme tepkileri gibi panik belirtileri ortaya çıkıyorsa, geleceğe ve sevdiklerine dair yoğun endişe ve umutsuzluk hissediliyorsa mutlaka bir profesyonelden destek alınması gerekmektedir.
YARDIM PERSONELİNDE ORTAYA ÇIKAN PSİKOLOJİK SORUNLAR
Depremde tanık olduğumuz arama kurtarma çalışmalarına katılan yardım personeli daha sonraki zaman aralıklarında yoğun bir travma yüküyle karşı karşıya kalabiliyor. Bu yardım personelinin deprem sonrasında; tükenmişlik, mutsuzluk, çökkünlük, uykusuzluk, suçluluk, pişmanlık, çaresizlik, tepkisizlik, dikkatsizlik gibi birçok tepki gösterdiği biliniyor. Bu konuda neler yapılabilir?
Tüm meslekler içerisinde doktor, hemşire gibi sağlık çalışanları en yüksek stres grubunda yer alıyor. Yaptıkları işin gereği olarak, depremde ve hastaneye gelen hastalara tanı, tedavi ve izlem yoluyla yardımcı olmak, hastalığa karşı yaşadıkları kaygıyı ya da endişeyi azaltmak, hastalara moral vermek, güçlendirmek, desteklemek, empatik davranmak, etkili iletişim kurmak gibi hastanın sadece fiziksel sağlığı için değil, aynı zamanda psikososyal refahı için de hizmet sunuyorlar. Özverili çalışmalarıyla, depremden zarar gören vatandaşımızın sağlık kalitesini yükseltmeye çalışan sağlık personeli, çok önemli rol ve sorumluluklar üstleniyorlar. Deprem, özveriyle çalışan sağlık çalışanlarının da günlük rutinlerini bozmuş, onların da ölüme karşı yaşanılan korku ve endişeyi daha fazla hissetmelerine yol açmıştır. Yardım personelinde ortaya çıkan tepkileri; psikolojik, fiziksel, davranışsal, sosyal ve ailesel tepkiler olarak sınıflandırabiliriz. Deprem ve afet bölgelerinde sahada yoğun olarak çalışan sağlık çalışanları ve psikososyal destek personelinin kendilerini normalden daha fazla kaygılı hissettiği, depresif duygular yaşadığı, geçici şok, korku, öfke, suçluluk, utanç, çaresizlik ve umutsuzluk hisleri ya da duygusal donukluk hali yaşadığı, obsesif ve paranoid kişilik özelliği gösterdiği, zihin karışıklığı, konsantrasyon güçlüğü çektiği belirlenmiştir. Felaketlerden sonra personelin çoğu, içinde bulunulan günü-saati-yeri bilememe, kararsızlık, kuruntu, dikkati bir konuya vermede ya da yoğunlaşmada güçlükler çekme, hafıza kaybı, istenmeyen anıların hatırlanması, kendini suçlama ve uykusuzluk, uyku düzensizliği, kendini bir rüyadaymış gibi hissetme, bazı anıları hatırlayamama hali, aşırı uyarılmışlık hissi, panik ataklar, öfke patlamaları, aşırı huzursuzluk, yoğun duygu yükselmeleri, aşırı kaygı hissetme, aşırı depresyon, ruhsal çökkünlük hali, umutsuzluk, düşük benlik saygısı, istek ve yaşam amaçlarının kaybı gibi duygular yaşayabilmektedir. Tüm bunlar yardım personelinde ortaya çıkan psikolojik tepkilerdir. Çarpıntı, kalp vurum sayısında düzensizlik ve artış, göğüs ağrıları, hipertansiyon gibi kalp ve damar hastalıkları yanında personelin büyük bir kısmı ülser, migren, bulantı ve diğer mide rahatsızlıkları, yorgunluk, bedensel ağrı ve acılar, ani irkilmeler ve cinsel istekte azalmalar yaşayabilmektedir. Bu tepkiler ise fiziksel tepkileri işaret eder. En önemli davranışsal tepki ise alkol alımıdır. Alkol, sorunlardan geçici olarak rahatlama ve kurtulma hissi vermektedir. Personelde, sigara ve madde kullanma eğiliminin artması, bunun dikkat ve uyanıklığı etkilemesi, iştah azalması veya artması, saldırganlık duygusunun artması ve çalışma motivasyonunun azalması, canlılığını yitirme, ani öfke patlamaları ve sürekli kızgın davranışlar ortaya çıkabilmektedir. Deprem ve felaketlerin, personelin iş ve evdeki fonksiyonlarını yerine getirmesindeki etkisi minimal düzeyde olabileceği gibi, felaketlerden sonra yaşanan deneyimlerin sonucu olarak kendi yaşamı hakkında daha olumlu düşünmesine de neden olabilir. Afet yardım personelinin yaşadığı bazı sorunları özetleyecek olursak; sosyal izolasyon, iş, okul, arkadaş ve evlilik yaşamında ya da ana-baba olarak sorunlar yaşama, kişilerarası ilişkilerde kurallara uymama, huzursuzluk, güvensizlik, kendini reddedilmiş ya da terk edilmiş gibi hissetme, insanlarla ilişki kuramama, aşırı yargılayıcı olma, çatışma, her şeyi kontrol altında tutma isteği, iş ortamında işe yaramama duygusu, boşluk içinde olma, sık sık hayal kurma, performans düşüklüğü, işe gitmeme, işe devamsızlık, yabancılaşma, işinden doyum almama, iş stresinin artması ve motivasyonsuzluk şeklinde olduğu görülmektedir.
KADINLAR DAHA FAZLA ETKİLENİYOR
Depremler, toplumun tüm bireylerini ciddi şekilde etkiliyor. Ancak toplumdaki bazı gruplar afetlerde daha fazla risk altında olabiliyor. Afetler başta olmak üzere deprem gibi yaygın felaketlerde, hangi gruplar daha fazla risk altındadır?
Bir nüfusun tüm alt grupları, krizin doğasına bağlı şekilde potansiyel olarak risk altına girebilir. Acil durumlarda sıklıkla çeşitli sorunlarla karşı karşıya kalan grupların başında kadınlar gelir. Örneğin; hamile kadınlar, anneler, tek başına yaşayan anneler, dullar ve evli olmayan yetişkin kadınlar ve genç kızlar. Travma Sonrası Stres Bozuklukları (TSSB) ve depresyon gibi psikolojik sonuçlar, genellikle afetten kurtulan kadınlar için çok zorlayıcıdır. Kadınlar ayrıca, afet sonrası dönemdeki toparlanma sürecinde erkeklerden daha düşük performans gösterirler. Ayrıca kadınlar arasında ruh hali ve anksiyete bozukluğunun yaygınlığı büyük oranda artarken, toplumun genelindeki erkekler arasında madde kullanım bozukluğunun yaygınlığı daha da artmıştır. Acil durumlarda sıklıkla çeşitli sorunlarla karşı karşıya kalan gruplarda kadınlardan sonra erkekler gelir. Örneğin; eski askerler, ailelerinin bakımını üstlenemeyen erkekler, gözaltı, kaçırılma ya da şiddetin hedefi olan genç erkekler bu gruptadır… Ve sonra da tabii ki yenidoğan bebeklerden 18 yaşına kadar olan çocuklar… Boşanmış ailelerin çocukları veya korunma gereksinimi altındaki çocuklar, insan ticareti mağduru çocuklar, tehlikeli işlerde çalışan çocuklar, sokaklarda yaşayan veya çalışan çocuklar ve beslenme yetersizliği riski altındaki çocuklar riskli grupta yer alıyorlar. Afetle karşı karşıya gelen çocuklar, özellikle yaygın olan anksiyete belirtilerine, depresyona ayrıca akut stres tepkileri ve uyum sorunları gibi psikolojik problemlere karşı savunmasızdır. Risk altında olan gruplara, özellikle bakım veren aile üyelerini kaybeden yaşlıları da eklemeliyiz. Ayrıca, son derece yoksul olanlar, mülteciler, ülke içinde yerinden edilmiş kişiler ve düzensiz durumlarda göç edenler özellikle kaçak kadınlar ve kimlik belgesi olmayan çocuklar da afetlerde risk altında olan gruplarda değerlendirilir. Doğal afetlerin yaşandığı dönemlerde, daha önceki psikiyatrik geçmiş, bireyleri travma sonrası stres semptomlarına yatkınlaştırmada küçük bir rol oynar ve felaket sonrası bipolar hastalar arasında nüks oranlarının arttığı görülmektedir. Bu risk gruplarının yanı sıra; önceden ciddi ruh sağlığı sorunu olan insanlar için deprem, endişeli düşüncelerini ve zorlayıcı davranışlarını daha da artırabilir. Önceden yönetilen semptomları tekrar alevlenebilir ve bazen bireyler yeterli müdahalenin ötesinde ek bakıma ihtiyaç duyabilirler. Bozulmuş destek sistemleri ve sosyal izolasyon; ruh sağlığı sorunları olan insanları, özellikle bu depremlerde yaşanan akut stres reaksiyonlarına karşı savunmasız bırakabilir. Bu gruplar dikkatli bir şekilde gözlenmelidir. Araştırmalar, deprem gibi ağır felaketleri yaşayan bireylerin yaşadıkları travmalarla mücadelede başa çıkmada etkin olmayan tütün, alkol ve ilaç tüketiminde artışlar yaşadıklarını gösteriyor. Bu açıdan değerlendirildiğinde, madde ve davranışsal bağımlılıklarda da ne yazık ki benzer bir tablo yaşanıyor.
TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUKLARI SIK GÖRÜLÜYOR
Afet sonrasında özellikle travmalarla karşı karşıya kalan bireylerde ortaya çıkan veya gözlemlenen bazı semptomlar bulunuyor. Travma sonrasında ortaya çıkan bu semptomlar hakkında bilgi verebilir misiniz?
En yaygın görülen afet sonrası semptomlar arasında Travma Sonrası Stres Bozuklukları (TSSB) geliyor. TSSB; travmatik bir olaya maruz kalma sonucu oluşan ve kabuslar görme, anımsama, olayı hatırlatıcı uyarıcılardan kaçınma, duygusal tepkilerin hissizleşmesi ve aşırı uyarılmış kısmen dikkatli ve tetikte olma gibi belirtiler aracılığıyla olayın tekrar yaşanmasına sebep olan ruhsal bir hastalıktır. TSSB, travmatik bir olay yaşayanlarda oluşan bir rahatsızlıktır ve bu nedenle çoğunlukla genel bir şekilde var olan ve araştırılan bir afet sonrası psikopatolojidir. Literatürde yapılmış çalışmalara göre, TSSB’nin yaygınlığı yaklaşık olarak; doğrudan kurbanlar arasında yüzde 30-40, yardım personeli arasında yüzde 10-20 ve genel nüfusta yüzde 5-10 arasındadır. Bu sebeple TSSB’nin afet sonrası yükü önemli olabilir. TSSB’nin yaygınlığı özellikle doğrudan bir afete maruz kalan çocuklar arasında daha yüksektir. Genel olarak; TSSB bileşenleri üç ana bölüme ayrılır: yeniden deneyimleme, uyarılma ve kaçınma semptomları. Birincil olarak, her bir aşama birbirini besleyerek TSSB’nin varlığını sürdürmesini sağlar. Bu durum travma sahibinin her üç belirtiyi de yaşayacağı anlamına gelmez. Bazı bireyler bir semptomdan daha fazlasını yaşarken bazıları ise farklı bir döngü yaşayabilir. Bu bir model olsa da herkes için geçerli değildir. İkinci olarak görülen en yaygın semptom ise Majör Depresif Bozukluklar (MDB)’dır. MDB toplumun genelinde görülen en yaygın ruhsal hastalıktır. Üzüntü, bir zamanlar zevk aldığı şeylerden memnun olmama, ilgi kaybı gibi belirtilerle birlikte uyku, kilo, konsantrasyon zorluğu, sinirlilik gibi diğer belirtilerin bir birleşimi olarak özdeşleşmiştir. Afet araştırmalarında sıralama olarak, TSSB’den sonra depresyon ikinci en yaygın araştırılan afet sonrası ruh sağlığı durumudur. Ancak, toplumun genelindeki geniş yükünden dolayı depresyon, en yaygın afet sonrası bozukluk olabilir. Araştırmalar, afet sonrasında geniş bir MDB yaygınlığını ortaya koymaktadır.
Afet sonrası semptomların bir diğeri ise, madde kullanım bozukluğudur. Madde kullanım bozukluğu; ev, iş ya da okul hayatındaki zorluklarda, yasal konularda ve sosyal ilişkilerimizdeki zorluklarda, tehlike durumlarında, başarısız çabalardan vazgeçme sürecinde problemli bir yapı olarak alkol ya da madde kullanımı ile özdeşleşmiştir. Bazı araştırmalar afet sonrası alkol, ilaç ve sigara kullanımdaki artışı incelemiştir. Bazı araştırmalar, afet kurbanlarının madde ve kısmen alkol kullanımına bir başa çıkma stratejisi olarak başvurduklarını göstermiştir. Örneğin; Oklahoma şehrindeki bomba saldırısından sonra hayatta kalanların yüzde 15’nin bu olayla başa çıkmada alkol kullandığı belirlenmiştir. Araştırmalar, New York’taki Dünya Ticaret Merkezi saldırısını izleyen süreçte alkol, sigara ve marihuana kullanımının arttığını gösteriyor. Olay sonrası New York’ta yaşayanların sigara kullanımında yaklaşık yüzde 10 artış gösterdiği, alkol kullanımının yaklaşık yüzde 25 arttığı ve marihuana kullanımının yaklaşık ise yüzde 3 arttığı ortaya konulmuştur.
İYİLEŞME ASLA TAMAMLANMAZ
Depremi yaşayan kişiler afet sonrasında karışıklık, şok, korku, yönelim bozukluğu ve bunalmış olma gibi duyguları yaşıyorlar. Bu nedenle konfor, güvence ve korunma için temel ihtiyaçlara sahip olmaları gerekiyor. Ayrıca depremzedelerin aile, arkadaşlar veya iş arkadaşlarıyla bir araya gelmesi de güven duygusunun yeniden oluşmasına yardımcı oluyor. Bu çerçevede size göre psikososyal açıdan topluma yönelik ne tür müdahalelerde bulunulması gerekiyor?
Afet sonrası ruhsal bozuklukların yükünü, afeti izleyen süreçte artan psikolojik belirtilerin süreci ya da gidişatı daha iyi ortaya koyuyor. Boylamsal araştırmalardan elde edilen kanıtlar, afeti izleyen yıl içerisinde afet sonrası belirtiler olan ruhsal sağlık sorunlarının zirveye ulaştığını, ayrıca birçok çalışma ise belirtilerin bazı katılımcılarda aylar ve hatta yıllar boyunca sürdüğünü gösteriyor. Psikososyal açıdan ne tür müdahalelerde bulunulması gerektiği konusuna gelecek olursak, bu noktada güçlendirme ve danışmanlık başlıkları önem kazanıyor. İyi iletişim ve doğru bilgi, yaşanan kaygıları hafifletir. Güçlendirme ile afetzedelerin gücünü onarma, yalnızlığı azaltma, seçim yelpazesini genişleterek çaresizliği azaltma ve afetzedelerin yaklaşımda hakimiyet dinamiklerine karşı koyması hedeflenir. Ancak, travma bulaşıcıdır. Felakete ya da travmalara tanık rolündeki terapist, zaman zaman duygusal olarak altüst olur. Afetzedelerin yaşadığı terörü, öfkeyi ve umutsuzluğu daha düşük bir derecede aynen yaşar. Bu olgu “travmatik karşı aktarım” ya da “vekaleten travmatizasyon” olarak bilinir. Terapist, travma sonrası stres bozukluğu sendromu yaşamaya başlayabilir. Afetzedelerin yaşadığı travmaların iyileşme süreci üç evrede ele alınır. Birinci evrenin ana görevi, güvenliğin tesis edilmesidir. İkinci evrenin ana görevi hatırlama ve yastır. Üçüncü evrenin ana görevi ise, olağan hayatla yeniden bağ kurmaktır. Travmanın çözülmesi asla nihai değildir; iyileşme asla tamamlanmaz. Travmatik bir olayın etkisi, mağdurun hayat döngüsü boyunca yankılanmaya devam eder. Örneğin, travmasını çalışmaya ve sevmeye yetecek şekilde çözmüş bir çocukluk istismarı mağduru, evlendiğinde ya da ilk çocuğu olduğunda ya da çocuğu kendi istismarının başladığı yaşa geldiğinde semptomları geri dönebilir ve bu da o kişinin tekrar acı çekmesine sebep olabilir. Az önce psikososyal açıdan müdahalelerin ikinci aşamasının danışmanlık olduğundan bahsetmiştik. Depremin olası etkileri en aza indirildiğinde ve yaşam eski akışına döndüğünde, yani yaşam tehdidi sona erdiğinde ve temel ihtiyaçlar karşılandığında danışmanlık; öfke de dahil olmak üzere umutsuzluk, kaygı, suçluluk duygusu, sinirlilik, çaresizlik ve yaşam problemleri gibi daha sonra beliren semptomlara yanıt olarak gerçekçi yaklaşım ve müdahaleleri içerir. Mağdurlara sunulan danışmanlık hizmetleri; duyguların ifade edilmesini sağlama, baş etme metodlarının ve reaksiyonların anlaşılmasına yardım etme, özel problemlerin ve gerçekçi çözümlerin tanımlanması, umut ve ilham verilmesi, olumlu başarıların belirlenmesi gibi konuları amaçlamalıdır. Ayrıca, danışmanlık, gelecek için ilham kaynağı olmalıdır. Korkunç sıkıntılar karşısında bile bireyler oldukça çabuk toparlanabilir ve adapte olabilirler. Danışmanlık, felaketin bir sonucu olarak elde edilmiş olumlu kazançları da içermelidir. Bazı afetzedeler sahip oldukları ancak bilmedikleri güçlü yönlerini ve yeteneklerini keşfedebilirler; bazıları felaket sırasında veya sonrasında başkaları için yaptıklarından memnun olabilirler. Bazıları ise travma sonrasında yeni ilişkilerinin olduğunu veya var olan ilişkilerinin değiştiğini belirtebilirler.
Daha geniş bir boyutta felaketlerin toplumları ve aileleri birbirine yakınlaştırdığı da görülebilmektedir. Ne yazık ki afet personeli çektiği acıların farkına varmayabilir. Başkaları tarafından “eğitimli” ve “baş eden” kişiler olarak görüldükleri için kendi duygularını ve güçlüklerini görmeleri zor olabilir. Genelde kendilerini gerçek mağdurlar olarak görmezler ve bazıları bu nedenle yardımın daha az olduğu zamanlarda bunun sağlanması için kendi olumsuz tepkilerini inkâr ya da örtbas ederler. Gizli mağdurların riskleri göz önüne alındığında, risk altındakileri tanımlamak ve yardımın kolaylıkla yapılabilmesini sağlamak için müdahaleler önerilir. Bazı yardım personeli travmaya olumsuz tepkiler veren diğerlerinden daha fazla risk altında olabilirler. Sakatlanmaları, organları dışarı çıkmış cesetleri ve özellikle çocukların cansız bedenlerini gören tecrübesiz ve genç personel, felaketin bu ortamında daha fazla risk altındadır. Sağlık ve psikososyal destek personelinin nasıl hissettiğini ve başa çıktığını gözden geçirmek, olumlu ve olumsuz yönleri dikkate almayı gerektirir. Bu kişiler umutsuzluk duygusu yaşıyor olabilirler, kendilerini işe yaramaz veya bunalmış hissediyor olabilirler ya da afet çalışmalarına katıldıkları için evde sorunlar yaşıyor olabilirler. Bazıları “performans suçluluğu” yüzünden acı çekebilir, bu da onların katkılarının yetersiz olduğuna inanmalarına sebep olabilir. Olumlu tepkiler, iyi yapılan bir işte bir memnuniyet duygusu, bir kurbanın canlı olarak bulunması, yardım personeli arasında önemli ilişkilerin oluşturulması baş edebilme konusunda güven hissi sağlayabilir.
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİZİ GÜÇLENDİRİN
10 İlimizi kapsayan ve yaklaşık 13 milyon vatandaşımızı derinden etkileyen Kahramanmaraş’ta yaşadığımız iki büyük depremin yaratmış olduğu sorunlarla etkin bir şekilde mücadele edebilmesi, yaşamın normale dönmesi ve sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için ne tür stratejiler önerirsiniz?
Hepimiz kendimizi zaman zaman, yorgun, bitmiş ve tükenmiş hissederiz. Profesyonel ekipler de buna karşı bir bağışıklığa sahip değildir. Depremin yarattığı stres ve gerilimlerin belirtilerini tanımak ve stresin zararlı etkilerini azaltmak için adımlar atarak kendimizi koruyabiliriz. Yaşanılan bu depremler ve travma yaratan sorunlarla karşılaşıldığında, bireyin etkin bir şekilde mücadele etmesi gerekir. Etkin başa çıkmak için; bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi, sağlıklı, günlük ve taze ürünler tüketerek bağışık sisteminin hastalıklara ya da diğer risklere karşı güçlü tutulması gerekir. Evde, hatta mümkünse iş yerlerinde hafif hareketler ve egzersizler yaparak fizik ve ruh sağlığımızı korumamız gerekir. Hareket etmek ömrümüzü uzatır, egzersiz bize enerji kazandırır. Hastalıklarla ve travmalarla mücadelede avantaj sağlar. Ayrıca, uyku düzenine de dikkat etmek gerekir. Düzenli bir uyku bize travmalarla mücadele etmemiz için inanılmaz bir güç ve enerji verecektir. Bu kuralı kesinlikle atlamamalıyız. Manevi boyutun güçlendirilmesi de etkin başa çıkma için önemlidir. Hayata gelişimizi, Allah’ın bizi neden yarattığını, yaşamdaki hedeflerimizi ve varoluş amacımızı gözden geçirelim. Birçok bilimsel çalışmanın sonuçları, yaşanılan sıkıntılarla ya da travmalarla mücadelede inancın ve manevi boyutun pozitif etkisi olduğunu gösteriyor. Hobilerin edinilmesi de bu noktada atılabilecek çok doğru bir adımdır. Hayat sadece işimizden, ailemizden ya da arkadaşlarımızdan oluşmamaktadır. Enstrüman çalmayı öğrenmek, çini, ebru ya da resim yapmak gibi kendimizi güçlendirecek, zenginleştirecek, yapmaktan zevk alacağımız hobiler edinelim. Başka bir yöntem de stresle başa çıkma tekniklerinin öğrenilmesi olabilir. Stresle mücadele etme konusunda yazılan birçok kitap katkı sağlayabilir. Hangi teknik olursa olsun bunları deneyip, stresimizi ve gerilimlerimizi en aza indirebiliriz. Kendimize zaman ayırarak yaşanılan sorunların üstesinden gelebiliriz. Afet sonrası etkin mücadele sürecinde, önceliklerin gözden geçirilmesi de önemlidir. Deprem gibi afet durumları; rekabetli ve hızlı yaşamımızı biraz kenarda bırakmamıza, biraz durmamıza, sevdiklerimize daha fazla zaman ayırmamız gerektiğinin farkına varmamıza ya da şimdiye kadar olan yaşamımızı gözden geçirmemize olumlu katkı yapabilir. Son olarak, hedeflerinizi belirlemenizi öneririm. Hedefsiz bir insan boş bir insandır. Bu yüzden geleceğe yönelik hedeflerinizi ve sorumluluklarınızı sürekli gözden geçirin. Önceliklerinizi tekrar sorgulayın. Gereksiz olanlardan kurtulun.
PROF. DR. VEDAT IŞIKHAN KİMDİR?
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksekokulu’ndan 1990 yılında lisans, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünden 1993 yılında Bilim Uzmanlığı (MSW) derecesi ve yine aynı Enstitüden 1998 yılında Doktora (PhD) derecesi alan Vedat Işıkhan, 2003 yılında Doçent ve 2009 yılında Profesör unvanı aldı. Sosyal politika, sosyal hizmet, sosyal yardımlar, sosyal refah, sosyal sorunlar, endüstriyel ve tıbbi sosyal hizmet, iş stresi, tükenmişlik (burnout), verimlilik, stres yönetimi, kanserde psikososyal bakım gibi uzmanlık alanlarına sahip olan Işıkhan’ın, 11’i yurt dışındaki kongrelerde sunulmuş çok sayıda çalışması ve 11 kitabı bulunuyor. Son kitabının adı “Yardım Personelini Güçlendirme” olan Işıkhan, 2010 yılında Erasmus Programı Personel Ders Verme Hareketliliği kapsamında Belçika’ve Almanya’da misafir profesör olarak dersler verdi. International Council of Stress Management Professionals (ICSMP) tarafından stres yönetimi konusunda ulusal ve uluslararası düzeyde yaptığı önemli yayınlar, araştırmalar ve uygulamalar nedeniyle 2016 yılı Uluslararası Stres Yönetimi Uzmanları Konseyi’nin ödülü almaya hak kazanan Prof. Dr. Vedat Işıkhan, 2020 yılında Yeşilay’ın Bilim Kurulu Üyeliği’ne seçildi. Halen Hacettepe Üniversitesi İ.İ.B.F. Sosyal Hizmet Bölümü’nde Öğretim Üyesi olarak çalışmalarını sürdüren Işıkhan, iyi derecede İngilizce, Arapça ve orta düzeyde Fransızca bilmektedir. Işıkhan, 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı Sosyal Politikalar Kurulu Üyeliği’ne, 2021 yılında ise Sosyal Politikalar Kurulu Başkan Vekilliği’ne atanmıştır.