
Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, hatta..
İnsan yaşamının en önemli süreçlerinden biri kimlik mücadelesinin de yaşandığı ergenlik dönemi. Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Yeşilay Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Şaziye Senem Başgül, ergenlerde madde bağımlılığı konusunun detaylarını paylaştı, ebeveynlerin dikkatli olması ve izlemesi gereken yolları anlattı.
Ergenlerde madde kullanma eğiliminin temel nedenleri nelerdir? Aile içi sorunlar, arkadaş çevresi, merak, psikolojik problemler gibi etkenler madde kullanımında nasıl rol oynar?
Ergenlik kimlik bulmak için önemli bir yaş dönemi. Ergen özellikle sosyal, mesleki ve cinsel olmak üzere üç temel alanda kimlik mücadelesi verirken; ruhsal yapılanması, aile ilişkileri, akademik başarıları, deneyimleri ve sosyal ilişki geçmişi bu süreç üzerinde çok etkilidir. Kimlik oluşumundaki aksaklıklar, ergeni olumsuz baş etme yollarına itebilir. Bu arayışın adresi de bağımlılıklar olabilir. Ailesiyle ilişkileri sağlıklı olan, akademik olarak başarılı ve arkadaş ilişkileri iyi olan çocuklarda bağımlılıkları daha az gözlemleriz. Aile içi problemler, akran sorunları, merak, ruhsal sorunlar, bazı olumsuz kültürel ve sosyal faktörler bağımlılık riskini artırır. Aile içerisinde ihmal ve istismar edilen, tutarlı ilişki kurulmayan, duygusal açıdan boşlukta bırakılan ve ebeveyni madde kullanan gençler riske çok açıktır. “Herkes yapıyor” algısı ile ilk denemeler sıklıkla arkadaş ortamında gerçekleşir. Kabul görmek ve bir gruba ait olmak isteyen ergen, kendi isteklerinin dışına çıkarak madde kullanabilir. Madde kullanımının sıradan ve normal bir davranış olarak görülmesi, alışkanlığa dönüşmesini kolaylaştırır. Ergenlik, keşif ve sınırları zorlama dönemidir. Ergen, kimliğini oluştururken farklı şeyleri denemeye açık hâle gelir. Sosyal medya, filmler, müzik videoları gibi kaynaklarda maddelerin cazip şekilde sunulması gencin merakını artırabilir. Maddelerin zararları hakkında yeterli ve doğru bilgiye sahip olmamak denemeyi kolaylaştırabilir. Ruhsal sorunlar ve psikiyatrik bozukluklar madde kullanımının hem nedeni hem de sonucu olabilir. Ergen, acı verici duygulardan kaçmak ya da onları bastırmak için maddeye yönelebilir. Özellikle depresyon, anksiyete ve travma sonucunda madde kullanım riski artar. Kendini değersiz hisseden gençlerde madde kullanımı daha sık gözlenir. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) gibi nörogelişimsel bozuklukları olan bireyler ve dürtüsel gençler, madde bağımlılığı açısından riske çok açıktır. Çevresel faktörler de madde kullanımı açısından önemli etkenlerdir. Yoksulluk, göç ve ayrımcılık durumlarında sosyal dışlanmışlık yaşayan bireyler, madde kullanımına daha açık olabilir. Başarısızlık duygusu ve okula aidiyetin düşük olması, riskli davranışlara zemin hazırlar. Bazı kültürlerde belirli maddelerin kullanımının hoş görülmesi gençleri etkileyebilir. Sonuç olarak ergenlerde madde kullanımı, genellikle birden fazla etkenin bir araya gelmesiyle ortaya çıkar.
“ERKEN UYARI İŞARETLERİ DAVRANIŞ DEĞİŞİKLİKLERİYLE BAŞLAR”
Madde bağımlılığı riski taşıyan ergenlerde ne tür erken belirtiler gözlemlenebilir? Davranışsal, duygusal ya da fiziksel işaretler nelerdir?
Madde bağımlılığı riski taşıyan ergenlerde gözlemlenebilecek erken belirtiler bazen ergenliğin doğal iniş çıkışlarıyla karıştırılabilir. Ancak bu belirtiler şiddetli, sürekli ve ani değişimlerle ortaya çıktığında dikkatle değerlendirilmelidir. Erken uyarı işaretleri çoğu zaman davranış değişiklikleriyle başlar. Ders notlarının aniden düşmesi, okula ilgisizlik, devamsızlık mutlaka dikkate alınmalıdır. Okulda ya da evde kurallara karşı gelme, agresif davranışlar gözlenebilir. Önceden yakın olunan arkadaşlardan uzaklaşıp yeni ve şüpheli arkadaş gruplarına yönelme olabilir. Nerede olduğu ve ne yaptığı hakkında aileye bilgi vermekten kaçınırlar. Ailelerinden izinsiz ya da sürekli dışarıda zaman geçirme çabasında bulunabilirler. Sürekli para isteme veya evden para/eşya çalma davranışlar gözlenebilir. Madde kullanımı ergenin ruh hâlini doğrudan etkiler. Neşe, öfke, depresyon gibi duygular arasında sık ve ani geçişler gözlenebilir. Daha önce ilgi duyulan hobi ve etkinliklerini yapmaz hâle gelebilirler. Aileden ve arkadaşlardan uzaklaşıp yalnız kalma istekleri artar. Nedeni açıklanamayan endişe, huzursuzluk ve panik hâli gözlenebilir. Kendini yetersiz ve önemsiz hissedebilirler, bazen intihar düşünceleri oluşabilir. Maddelerin türüne bağlı olarak çeşitli fiziksel işaretler ortaya çıkabilir. Göz bebeklerinin genişlemesi ya da küçülmesi, kanlanmış ya da cam gibi bakışlar gözlenebilir. Kekeleme, konuşma hızında artış veya yavaşlama olabilir. Çok fazla ya da çok az uyur veya geceleri uyanık kalmaya çabalayabilirler. Ani kilo alma veya verme gibi değişimler olabilir. Giyimlerinde özensiz olurlar, duş almaya direnebilir ve dağınık olabilirler. Özellikle burundan çekilen veya enjekte edilen maddeler kullanılıyorsa sık burun kanamaları, öksürük veya ciltte izler görülebilir. Bu belirtiler tek başına kesin madde kullanımı anlamına gelmez; ancak birden fazla belirti uzun süreliyse ve ani değişim varsa ciddi bir risk olduğu düşünülmelidir.
“GENÇLERLE ŞEFFAF VE AÇIK İLETİŞİM KURULMALI”
Ebeveynler çocuklarının madde kullandığını düşündüğünde nasıl bir tutum sergilemeli? Onlarla nasıl bir iletişim kurmalı? Ne yapmalı, ne yapmamalı?
Ebeveynlerin çocuklarının madde kullandığından şüphelendiği durumda sergileyecekleri tutum, çocuğun maddeyle ilişkisini nasıl yöneteceğini ve bu süreci nasıl atlatacağını büyük ölçüde belirler. Bu nedenle yaklaşımın bilinçli, dengeli ve destekleyici olması çok önemlidir. Soğukkanlı kalmak ve gerçeği anlamaya çalışmak önemlidir. “Senin için endişeliyim, bazı davranışların beni düşündürüyor” “Sana zarar gelmesinden korkuyorum” şeklinde yapıcı ifadeler kullanılmalıdır. Gencin ne yaşadığını gerçekten anlamaya çalışmak gerekir. Ona konuşması için alan tanımak önemlidir. Ebeveynler mutlaka madde kullanımı hakkında doğru ve bilimsel bilgi edinmelidir. Bir uzmana başvurarak süreci birlikte yönetmek gerekir. “Ne olursa olsun senin yanındayım” mesajı verilerek, çocuğun kendini yalnız hissetmesi engellenmelidir. Ebeveynin tutarlı ve kararlı olması, güvenli bir ortam yaratır. Asla aşırı tepki ve ceza verilmemelidir. Ceza, madde kullanımının altında yatan sorunları çözmez, tersine çocuğun gizlenmesine neden olur. Öfke, gençle aradaki bağı koparabilir. “O yapmaz, sadece bir kere denemiştir” diyerek durumu küçümsemek ise müdahale şansını geciktirir. Şüphe durumunda bile iletişim başlatılmalıdır. “Bizi rezil ettin” gibi sözler ergenin suçluluk duygusunu artırır ve çözüm sürecini zorlaştırır. Takip etmek, telefonunu karıştırmak gibi davranışlar ise güvenini zedeler. Bunun yerine şeffaf olunmalı ve açık iletişim kurulmalıdır. Özetle; belirtiler gözlemlenmeli, suçlamadan açık bir dille konuşulmalı, çok iyi bir dinleyici olunmalı, uzman desteği alınmalı ve destekleyici, tutarlı, sevgi dolu bir ev ortamı oluşturulmalıdır. Biz ebeveynler çocuklarımızla küçük yaştan itibaren iletişim temelli ilişki kurabilirsek onlardaki en ufak değişimi erkenden yakalayabilir ve zamanında müdahale edebiliriz.
“RUHSAL BOZUKLUKLAR MADDE KULLANIMINA NEDEN OLABİLİR”
Madde bağımlılığı ile birlikte görülebilecek ruhsal sorunlar nelerdir?
Madde bağımlılığı, bireyin fiziksel ve psikolojik sağlığını olumsuz yönde etkileyen ciddi bir durumdur. Genellikle bağımlılıkla birlikte bazı ruhsal sorunlar ortaya çıkar veya var olan sorunlar daha da ağırlaşır. Bunun yanı sıra var olan ruhsal bozukluklar da madde kullanımına neden olabilir. Bu durumda madde bir çözüm arayışı sonucunda karşılarına çıkabilir. Bu nedenle gençlerin ruhsal durumları bozulduğunda mutlaka fark edilmeli ve desteklenmelidir. Eğer aile genci iyi tanıyorsa bu ruhsal değişimleri ve bu değişimlerin ciddiyetini erkenden fark edebilir. Sürekli üzüntü hâli, ilgi kaybı, umutsuzluk hissi, yorgunluk ve intihar düşüncelerine kadar varabilen ciddi bir duygu durum bozukluğu şeklinde seyredebilen depresyon, madde kullanan kişilerde sıkça rastlanabilecek bir ruhsal bozukluktur. Madde kullanımı depresyonu tetikleyebilir veya var olan depresyonun etkisi ile de gençler madde kullanabilir. Yaygın anksiyete bozukluğu, panik atak ve sosyal fobi şeklinde gözlenebilen kaygı bozuklukları da madde kullanımı ile birlikte sıkça görülebilir. Bazı maddeler kaygıyı kısa vadede azaltıyor gibi görünse de uzun vadede anksiyete belirtilerini artırabilir. Aşırı coşku ve aşırı çöküntü dönemlerinin birbiri ardına izlendiği bipolar bozukluklar da hem madde kullanımına eşlik edebilir hem de madde kullanımı ile tetiklenebilir. Madde kullanımı bu duygu değişimlerini daha da dengesiz hâle getirebilir. Olmayan şeyleri görme/duyma olarak tanımlanan halüsinasyon ve gerçek dışı inançlar olarak tanımlanan sanrı gibi psikotik belirtiler de madde kullanımına eşlik edebilir. Özellikle esrar (cannabis), amfetamin ve LSD gibi maddeler psikotik atakları tetikleyebilir. Antisosyal, borderline, narsistik gibi kişilik bozuklukları olan bireylerde madde bağımlılığına yatkınlık daha fazladır. Bu durumlarda madde kullanımı dürtü kontrolü sorunları ve sağlıksız baş etme mekanizmaları ile ilişkilidir. Travmatik bir olay sonrası yaşanan yoğun kaygı, kabuslar, flashback’ler gibi belirtilerle karakterize olan Travma Sonrası Stres Bozukluğu da madde kullanımları ile eş tanı olabilir. Yine maddeye, bu belirtileri bastırmak için bir “baş etme” yöntemi olarak başlanabilir. Anoreksiya nervoza, bulimia nervoza gibi bozukluklar da madde kullanım riskini artabilir. Özellikle kilo verme amacıyla uyarıcı maddelerin kötüye kullanımı görülebilir. Sonuç olarak, madde bağımlılığı genellikle yalnız başına görülmez, birçok ruhsal sorunla birlikte seyreder. Bu nedenle tedavi yaklaşımı, hem bağımlılığı hem de eşlik eden ruhsal bozuklukları birlikte ele almalıdır.
AİLE TEDAVİ SÜRECİNİN ETKİN BİR PARÇASI
Bağımlılıkla mücadelede aileler tedavi sürecine ne kadar ve nasıl dâhil olmalı?
Aile, bağımlılıkla mücadelede sadece bir destek unsuru değil, aynı zamanda tedavi sürecinin etkin bir parçasıdır. Tutarlı, bilgili, anlayışlı ve iş birliğine açık bir aile yapısı, bağımlılıkla mücadelede hem bireyin hem de ailenin iyileşmesini sağlar. Bağımlılıkla mücadelede ailelerin tedavi sürecine dâhil olması, tedavinin başarısı için hayati öneme sahiptir. Çünkü bağımlılık, yalnızca bireyin değil, tüm ailenin yaşantısını etkileyen bir sorundur. Aile desteği, hem kişinin motivasyonunu artırır hem de tekrarlama riskini azaltır. Aileler sürece aktif ve sürekli şekilde dâhil olmalıdırlar. Tedavinin ilk başvuru, teşhis, tedavi, rehabilitasyon ve takip süreci olmak üzere her aşamasında rol oynamaları önemlidir. Katılım, kişinin yaşına ve aile ilişkilerine göre değişebilir ama destekleyici bir tutum her yaş grubunda etkilidir. Aileler doğru bilgilenmeli ve farkındalıkları yeterli düzeyde olmalıdır. ‘Bağımlılık nedir, nasıl gelişir, tedavi süreçleri nelerdir?’ gibi konularda bilgi sahibi olmalılar. Bağımlılığın bir “irade zayıflığı” olduğu düşüncesi gibi yanlış inançlardan uzaklaşmalıdırlar. Bağımlılık tedavisinde aile terapisi de çok önemli bir rol oynar. Aileler uzmanlarla iş birliği içinde hareket etmelidir. Ailelerin önemli bir görevi de tedaviye devam etme, ilaçlarını düzenli alma ve rehabilitasyon sürecine katılması konusunda gence destek olmasıdır. Tedavi sonrasında da gencin değişen yaşam tarzına uyum sağlaması için aile desteği sürmelidir.
GENÇ İÇİN DEĞER VERDİĞİ ÖĞRETMENİN YAŞAM BİÇİMİ ÖNEMLİ
Okul ve sosyal çevrenin bu süreçteki rolü nedir? Öğretmenler, okul rehberlik servisleri, sosyal destek sistemleri nasıl olmalı?
Madde bağımlılığıyla mücadelede okul ve sosyal çevre, bireyin yaşamındaki en önemli destek sistemlerindendir. Okul ve sosyal çevre, bağımlılıkla mücadelede hem önleyici güç hem de tedavi sürecinin destekleyici unsuru olarak kritik bir rol oynar. Öğretmenler, rehberlik servisleri ve sosyal destek sistemleri arasında güçlü bir iş birliği ve iletişim ağı kurulması, gençlerin risklerden uzak, sağlıklı bireyler olarak gelişmesine katkı sağlar. Öğretmenler ve rehberlik servisleri, öğrencilerdeki davranış değişikliklerini erkenden fark ederek aileleri ve uzmanları bilgilendirebilir. Öğretmenler devamsızlık, başarısızlık, ani arkadaş değişiklikleri, içine kapanma, öfke patlamaları gibi belirtileri iyi gözlemlemeli ve nedenlerini irdelemelidirler. Okullarda madde kullanımıyla ilgili eğitici seminerler, atölye çalışmaları ve farkındalık etkinlikleri düzenlenmelidir. Risk altındaki gençler için sosyal beceri geliştirme, stresle başa çıkma ve hayır diyebilme gibi konularda özel programlar uygulanmalıdır. Belki de en önemlisi öğrencinin kendini güvende ve değerli hissettiği bir okul iklimi yaratmaktır. Böyle bir ortam, gençlerin bağımlılıktan uzak durmasında etkilidir. Ayrımcılık, etiketleme, dışlama gibi olumsuz yaklaşımlardan kaçınılmalıdır. Öğretmenler gençteki davranış değişikliklerini zamanında fark edip rehberlik servisine yönlendirmelidir. Öğretmenlerin kendileri sağlıklı yaşam biçimi ve iletişim konusunda öğrencilere rol model olmalıdır. Genç için özellikle değer verdiği öğretmenin yaşam biçimi, ideolojileri çok önemlidir. Kendine bunları örnek alır. Öğretmenler de aileler gibi yargılayıcı olmayan, anlayışlı ve açık bir tutum sergilemedir. Rehberlik servisleri bireysel ve grup danışmanlığı vermeli, riskli davranış sergileyen öğrencilere yönelik özel destek programları hazırlamalıdır. Yine rehberlik servisi, öğrencinin ailesiyle sürekli iletişim kurarak süreci birlikte yürütmelidir. Gerekli durumlarda psikiyatri ya da bağımlılık merkezlerine yönlendirme yapmalıdır. Sosyal destek sistemlerinde ise; yerel yönetim, sivil toplum kuruluşları (STK) ve sağlık kurumları, okul ve aile ile iş birliği içinde çalışmalıdır. Gençlere boş zamanlarını olumlu değerlendirebilecekleri spor kulüpleri, sanat atölyeleri, gönüllü çalışmalar gibi alternatifler sunulmalıdır. Bağımlılıkla mücadele eden bireylere yönelik sosyal destek grupları rehabilitasyon sürecinde etkili olur.
Ne zaman profesyonel destek alınmalı ve hangi uzmanlık alanlarından faydalanılmalı?
Öncelikle, "Kendi başına geçer” düşüncesinin yanlış olduğunu söyleyebiliriz. Madde bağımlılığı ilerleyici bir hastalıktır ve erken dönemde alınacak profesyonel destek, uzun vadede daha kolay ve etkili bir tedavi sağlar. Dolayısıyla şüphe duyulan her durumda gecikmeden uzmanlara başvurmak gerekir. Erken destek bağımlılığın ilerlemesini önler, kişinin tedaviye yanıt verme olasılığını artırır ve uzun vadeli iyileşme sürecini kolaylaştırır. Profesyonel destek gereken durumları şöyle sıralayabiliriz: madde kullanımı düzenli hâle geldiyse, genç kontrolünü kaybetmişse, kullanımı durduramıyor veya azaltamıyorsa, madde yokluğunda terleme, sinirlilik, titreme gibi yoksunluk belirtileri ortaya çıkıyorsa, intihar düşünceleri, saldırganlık ya da ciddi davranış problemleri gözleniyorsa, depresyon, anksiyete ve halüsinasyonlar gibi ruhsal bozukluklar görülüyorsa, okuldan/işten uzaklaşma, aile ve arkadaş ilişkilerinde bozulmalar yaşanıyorsa, genç kendi çabasıyla bırakmayı deneyip tekrar başlamışsa bu durumlarda uzman yardımı şarttır. Tanı, takip ve tedavide profesyonel hiyerarşisi çok önemlidir. Çocuk ve ergen psikiyatristleri tanı koyar, ilaç tedavisi planlar ve eşlik eden depresyon, anksiyete, psikotik bozukluklar gibi psikiyatrik rahatsızlıkları değerlendirir. Psikiyatrist ve psikologlar bireysel terapi, grup terapisi ve davranışsal müdahaleler uygular. Sosyal hizmet uzmanları aile ve çevreyle koordinasyonu sağlar, sosyal destek sistemlerini harekete geçirir. Kişinin yaşam koşullarını iyileştirmeye yönelik yönlendirmelerde bulunur.
YEDAM (Yeşilay Danışmanlık Merkezi), AMATEM (Alkol Madde Tedavi Merkezi) ve ÇEMATEM (Çocuk ve Ergen Arındırma Merkezi) gibi bağımlılık tedavi merkezleri madde bağımlılığına özel yapılandırılmış tedavi programları sunar. Bazılarında ayakta tedavi, yatılı rehabilitasyon ve grup terapisi hizmetleri verilir. Tedavinin başından itibaren ekip çalışması ve multidisipliner yaklaşım çok önemlidir. Bu nedenle tanı ve tedavi yaklaşımının aileyi, okulu, sağlık sistemini ve sosyal çevreyi kapsayan bütüncül bir anlayışla yapılması gerekir.