
Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
Filistin’de, İsrail’in yaptığı, hiçbir vicdana ve hiçbir hukuka sığmayan katliam sürerken, Batı medyası da manipülasyonlarına, algı oyunlarına devam ediyor. Haklıyı haksız, haksızı haklı göstermek için elinden geleni yapıyor. Yeşilay Bilim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Peyami Çelikcan’la Batı medyasının algı oyunlarını konuştuk…
Savaşlarda, çatışmalarda medyanın manipülasyon ve hedef şaşırtma, kamuoyunda yanlış algı yaratma rolünü ve gücünü nasıl yorumluyorsunuz?
Medyanın kamuoyu oluşturma gücünün farkına özellikle kriz dönemlerinde varıyoruz. Hâlbuki kitle medyası bu gücü her zaman elinde tutuyor ve kullanıyor. Ülkeler, milletler, dinler, ırklar hakkında manipülatif haberler her zaman yapılıyor. Kriz dönemleri medyanın bu işleviyle daha net ve çarpıcı bir biçimde yüzleşmemizi sağlıyor. Dolayısıyla bu konuyu her zaman gündemde tutmak ve medya kullanıcılarını bilinçli bir medya kullanıcısı olarak eğitmek önemli oluyor.
İzlediğimiz bir haberin her zaman gerçeği değil, çıkar gruplarının çıkarlarına uygun bir öznel yaklaşımı yansıtabileceği konusunda yaygın bir farkındalık oluşturmak gerekiyor. Aksi takdirde, tüm haberleri gerçek kabul edip edindiğimiz manipülatif bilgilere göre dünyada olup bitenler hakkında gerçekle ilgisi olmayan bir izlenim sahibi olunuyor. Yaratılan algı haklıyı haksız, doğruyu yanlış, güzeli çirkin olarak konumlandırabiliyor zihnimizde. Dolayısıyla yorumlarımız, kanaatlerimiz, bakış açımız yanlış temeller üzerine kurulabiliyor.
Filistin örneğinde özellikle Batı medyası neler yapıyor, olaylara nasıl bakıyor sizce?
Filistin örneğinde uluslararası medyanın manipülasyonu sadece kriz dönemleriyle sınırlı değil. Sürekliliği olan bilinçli bir çaba söz konusu. Tarihin en büyük haksız ve adaletsiz uygulamalarıyla yerinden yurdundan edilen, vatanları elinden alınan Filistin halkının haklı mücadelesi görmezden gelinmekte. Böyle bir gündem oluşturulmasına engel olunmakta.
Medya, ne düşüneceğimizi ve nasıl düşüneceğimizi belirleyebilen gündem oluşturma gücüne sahip. Filistin meselesinin gerçekleri yansıtacak şekilde gündem oluşturmasına engel olunduğu için, Filistin halkının sesi dünyada karşılık bulamıyor. Dolayısıyla oluşturulan manipüle edilmiş gündem; “masum” İsrailliler’e karşı “terörist saldırılarda bulunan cani, barbar, acımasız” Filistinliler bağlamında oluşturuluyor. Yıllardır bilinçli bir çabayla oluşturulan bu gündem, Filistin meselesinin ne olduğu ve bu meseleyi nasıl düşünmemiz gerektiği yolunda dünyadaki milyonlarca insanı yönlendiriyor. Örnek vermek gerekirse, Amerika Birleşik Devletleri’nde 11 Eylül saldırılarının gerçekleştiği günlerde, uluslararası bütün haber kanalları Gazze’de sevinç çığlıkları atıp halay çeken Filistinlileri ekrana taşıdı. Herkesin zihninin, “Kim böylesine bir saldırıyı yaptı?” sorusuyla meşgul olduğu bir anda paylaşılan bu görüntüler cevabın verilmesini sağladı. 11 Eylül saldırılarının faili olarak Filistinlileri gösteren bu haberler, dünya kamuoyunun bu yönde oluşmasını sağladı. Ortada hiçbir delil yokken, medyada kullanılan ve saldırıların Filistinliler tarafından gerçekleştirildiğini ima eden bu görüntülerin Filistin halkına yönelik güçlü bir nefret oluşturduğu söylenebilir.
Herkesin faili aradığı bir aşamada yapılan bu manipülasyon her fırsatta yapılarak Filistin halkı ötekileştirilmiştir. Amaç Filistin-İsrail çatışmasında haklıyı haksız gösterebilmektir. Bu amaca ulaşılmış mıdır? Evet, maalesef ulaşılmıştır.
Filistin’de öldürün siviller için BBC dahil pek çok medya kuruluşu “öldü” ifadesini kullanırken, İsrail’de hayatını kaybedenler için “öldürüldü” diyor. Bu örnek üzerinden bakarsak amaçlanan nedir? Yani “öldüren” söz konusu Filistin olunca meçhul!
Manipülasyondan bahsettiğimiz zaman bunun iki araçla yapıldığını vurgulamamız lazım. Bunlardan birincisi, haberlerde kullanılan dil’dir. Manipülasyon haber dilinde kullanılan sözcüklerle gerçekleşiyor. “Öldü” ya da “öldürüldü” örneğinde olduğu gibi. Ölen Filistinli kendiliğinden ölmüyor, öldürülüyor. “Öldü” şeklindeki tanımlama ile “öldürülme”nin yaratacağı mağduriyet, acıma, üzülme duygularının harekete geçmesi engellenmiş oluyor. Bu duygular “öldürülen” İsraillilere transfer edilmiş oluyor.
Tabii sadece dil ile değil, görüntüler üzerinden de manipülasyon yapılabiliyor. Yukarıda 11 Eylül saldırılarındaki görüntüler Gazze’de bir başka zaman gerçekleştirilen bir gösterinden alınmış görüntülerdi. Saldırı görüntülerinin ardına eklenerek güçlü bir gündem oluşturulmuş oldu. Buna benzer pek çok örneği Filistinli akademisyen Edward Said’in “Haberlerin Ağında İslam” kitabında bulmak mümkün. Said’in kitabı İslam’ın haberlerin ağında nasıl manipüle edildiğini kanıtlarıyla birlikte analiz ederken, Filistin meselesi çok verimli bir örnek olay olarak karşımıza çıkıyor.
Bugünün dünyasında (sosyal medyayı da artık bir medya kabul edersek) gerçekleri sadece geleneksel medya üzerinden öğrenmiyor insanlar. Bu açıdan baktığımızda eski dönemlere göre geleneksel medya aracılığıyla bilgi edinmekten daha farklı bir noktada mı dünya sizce? Batı’daki İsrail aleyhine yapılan protestolar, gösteriler artık Batı medyasının halkı eskisi gibi manipüle edemediğini mi gösteriyor?
Sosyal medya, uluslararası haber tekellerinin gücünün bir ölçüde kırılmasına fırsat tanıyan bir potansiyele sahip. Bu da hepimizi umutlandırıyor. Geleneksel medyanın oluşturduğu yaygın gündemin dışına çıkılabilmesine imkân tanıyor. Sosyal medyada kimi zaman yaygın gündemden farklı gündemler oluşturulabiliyor. Özellikle örgütlü toplulukların seslerini duyurabilecekleri ve farkındalık oluşturabilecekleri etkin bir platforma dönüşebiliyor sosyal medya. Dolayısıyla 20. yüzyıl medya ortamında olduğu gibi, tek ve güçlü bir ses yok artık. Alternatif sesler de yükselebiliyor. İsrail aleyhine yapılan gösteriler bunun bir kanıtı.
Ancak tüm bu gelişmelere romantik olarak bakıp medyanın manipülatif etkisinden kurtulduğumuz yolunda bir kanıya sahip olmayalım. Sosyal medya platformları da giderek manipülasyonun, dezenformasyonun ve misenformasyonun yaygınlaştığı ve güçlü etkiler oluşturabileceği bir boyut kazandı.
Batı medyası Filistin’e yapılan zulmü nasıl değerlendiriyor ve bu konu hakkında nasıl bir algı yaratıyor?
Yukarıda da belirttiğim gibi, uluslararası medya Filistin konusuna iki temel yaklaşım sergilemektedir: Birincisi sorunu görmezden gelmek, ikincisi ise sorunu manipüle ederek gündeme getirmek. Filistin sorunun gündeme getirilmemesi dünya kamuoyunda böyle bir sorunun karşılık bulmamasına neden oluyor.
Topraklarının yüzde 85’i İsrail tarafından ellerinden alınan Filistin halkının maruz kaldığı haksızlık, adaletsizlik ve kıyım konusunda yaygın bir farkındalık maalesef oluşturulamıyor. Çünkü mesele, dünyaya medya üzerinden bu gerçeklerle yansıtılmıyor. Batı’nın oryantalisttik bakış açısı ile ötekileştirilen Filistin bir yanda, Orta Doğu’nun modern yüzü İsrail diğer yanda. Medya üzerinden kurulan bu ikili karşıtlık hangi tarafta olunması gerektiğini daha baştan kurgulamış oluyor.
Dünyaya taraftar gözlüğüyle baktığınız zaman gördükleriniz gerçekleri değil, görmek istediklerinizi yansıtır. Bu nedenle, uluslararası medya inanılmaz bir baskı ile Batı dünyasını taraf olmaya zorlamakta. Çünkü taraf olunduktan sonra en kurmaca haber bile gerçekmiş gibi algılanıyor. Bu nedenle, İsrail’in son saldırılarında okullar, hastaneler, ibadethaneler bombalanırken ve bu bombaların düştüğü yerlerde binlerce kadın, bebek, çocuk öldürülürken bile çeşitli devlet yetkilileri İsrail’in yanında olduklarını deklare edebiliyorlar. Bir vahşet yaşanırken bu vahşete ya seyirci kalarak, ya da bizzat destek vererek destek olabiliyorlar. Çünkü taraftar psikolojisi ile yaşanan trajediye bakıyorlar. Medyanın yaşananları çerçeveleme biçimi de bu bakışı destekliyor.
Çerçeveleme medyanın manipülasyon gücünü artıran bir başka unsur. Medya Gazze’de yaşanan zulmü nasıl çerçeveliyor? Haberde objektiflik ilkesi doğrultusunda bakıldığı zaman, elektrik santralleri imha edilen hastanelerde yaşanan trajedinin, okulları hedef alan bombaların öldürdüğü çocukların, bebekleri katledilen annelerin haber olması ve güçlü bir gündem oluşturması beklenirdi.
Bir ay gibi kısa bir zaman içinde, 4 bin 609'u çocuk, 3 bin 100'ü kadın olmak üzere 11 bin 180 Filistinlinin öldürülmesi dünyayı sarsacak, şok edecek ve harekete geçirecek bir etki oluşturmalıydı. Ama olmadı, olmuyor, olmayacak. Çünkü haberler İsrail saldırılarının yüzde 70’inin kadın ve çocuklardan oluşan masum sivilleri hedef aldığı şeklinde çerçevelenmiyor. İsrail’i tehdit eden Hamas hedeflerinin vurulduğu şeklinde çerçeveleniyor. Yaşanan gerçek ne olursa olsun, algılanan gerçekliğin ön plana çıkarılmasını sağlayan çerçeveleme yönteminin son krizde de etkin bir şekilde kullanıldığını gözlemliyoruz.
Bilgi kirliliğinin ve manipülasyonlarının önüne geçmek için neler yapılmalı?
Bilgi kirliliği ve manipülasyon adresi belli ya da belirsiz kaynaklar tarafından yapılabilmektedir. Kriz dönemlerinde özellikle kimliği belirsiz, sahte, aldatıcı kaynaklar üzerinden yoğun bir bilgi, haber, içerik akışı oluşmakta ve neler olup bittiğine dair kanaatler, algılar yönlendirilebilmektedir. Sosyal medya platformları bu anlamda çok uygun bir yapıda olduğu için, son yıllarda dezenformasyon ve misenformasyon sorunları sıkça gündeme gelmeye başlamıştır. Sahte hesaplar üzerinden yürütülen planlı kampanyalar, kısa zaman içinde herhangi bir soruna ilişkin yaygın bir kamuoyu oluşturabilmektedir. Bu da değişik politik gruplara, sosyal oluşumlara, kültürel platformlara olduğu kadar; devletlere, istihbarat örgütlerine de etkili bir fırsat sunmaktadır. İstihbarat örgütleri herhangi bir konuda gündem oluşturarak, algı yaratarak gerçekleri kendi çıkarlarına göre manipüle edebilecek sosyal medya faaliyetleri yürütebilmektedir. Sosyal medya içeriğin filtrelenemediği, denetlenemediği, kaynağın resmi anlamda tanımlı olmadığı bir platform olması nedeniyle manipülasyona en açık ortam olma özelliği kazanmıştır.
Yukarıda sosyal medyanın farklı seslerin duyurulabildiği bir platform olması özelliğini vurgulamıştık. Ancak sosyal medyanın günümüzde her tür manipülasyonun en yaygın ve güçlü bir biçimde gerçekleştiği bir ortama dönüştüğünün de altını çizmek gerekir.
Peki, ne yapmak gerekir? Öncelikle bireysel düzeyde yapılabilecekler var. Hepimizin çok iyi bir medya okuryazarı olması gerekiyor. Medyayı bilinçli bir şekilde kullanmayı öğrenmemiz şart. Medyada yer alan her haberin gerçek olmayabileceğini; bizi etkilemeye, yönlendirmeye ve algılarımızı belirlemeye yönelik bilinçli bir çabanın hedefi olabileceğimizi unutmamamız gerekiyor. Dünyada ne olup bittiğine dair bilgilerimizi tek bir mecradan, kaynaktan edinmek yerine kaynakları çeşitlendirme yolunu tercih etmemiz gerekiyor. Manipülasyona kanmamak, kandırılmamak için çaba göstermek gerekiyor.
Sosyal medyanın etkileşim gücünden yararlanarak doğru bildiklerimizi, gerçekleri başkalarıyla paylaşmak için çaba göstermemiz de önemli. Sivil toplum örgütlerinin farkındalık oluşturma yolunda çabalarına destek olmak suretiyle algı manipülasyonlarına geçit vermemek gerekiyor.
Dolayısıyla sosyal medya imkânlarını aynı zamanda bir içerik üreticisi olarak kullanma becerilerimizi geliştirmemiz gerekiyor. Velhasıl aktif medya kullanıcısı, bilinçli bir birey ve gerçek arayışından vazgeçmeyen, hakikat peşinden, iyilik peşinden koşan doğru insanlar olarak kendimizi konumlandırdığımız zaman kendimizi her tür manipülasyona karşı daha güçlü kılarız.
PROF. DR. PEYAMİ ÇELİKCAN KİMDİR?
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinden 1986 yılında mezun oldu. 1987 yılında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesinde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladı. 1988 yılında YÖK Başkanlığı Yurtdışı Lisansüstü Eğitim Bursu ile Amerika Birleşik Devletleri’ne gitti ve 1990 yılında İletişim Sanatları alanında University of West Florida’dan yüksek lisans derecesini aldı. 1994 yılında ise 9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne ve Görüntü Sanatları programını tamamlayarak Sinema-televizyon alanında doktora unvanını aldı. 1996 yılında doçentlik, 2004 yılında da profesörlük unvanını aldı. Farklı üniversitelerde bölüm başkanı, dekan, rektör ve rektör yardımcısı olarak idari görevler üstlenen Prof. Dr. Çelikcan, halen İstinye Üniversitesi Rektör Yardımcısı olarak çalışmalarını sürdürmektedir. İletişim alanında lisans-yüksek lisans ve doktora düzeyinde dersler veren Çelikcan, uluslararası ve ulusal düzeyde çeşitli kurum ve kuruluşlar için medya ve iletişim alanında eğitim programları hazırlamış ve seminerler vermiştir. Filistin Maan Ajansı muhabirlerine "Haber Televizyonculuğu", Türkmenistan, Tacikistan ve Kosova Devlet televizyonları programcılarına "Televizyon Yayıncılığı" ve "Belgesel Yapım" konusunda seminerler vermiş ve atölye çalışmaları düzenlemiştir. Yetişkin eğitimi konusunda da çeşitli projelerde görev alan Çelikcan, T.C. Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığı adına hazırlanan ve TRT’de yayınlanan Yaygın Çiftçi Eğitimi Projesi (YAYÇEP) eğitim filmlerinin ve UNICEF için hazırlanan Görsel Anne Baba Eğitimi Projesi (UNICEF-GABEP) eğitim filmlerinin bir kısmının yönetmenliğini yapmıştır.
Sinema ve televizyon alanında da çalışmalarını sürdüren Çelikcan, belgesel yönetmeni ve metin yazarı olarak çok sayıda yapım da gerçekleştirmiştir. Bir Yeşilay gönüllüsü olarak bağımlılıklarla mücadele alanındaki çalışmalara katkı veren Prof. Dr. Çelikcan, aynı zamanda Yeşilay Bilim Kurulu Başkanlığı görevini sürdürmektedir.