Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
1076
Yaşam
“Notların Telafisi Vardır, Ancak Zedelenen Öz Güvenin Telafisi Meşakkatlidir”
Başarmayı, bundan keyif almayı kim istemez ki? Prof. Dr. Şaziye Senem Başgül, ebeveynlerin çocuklarını oldukları haliyle sevmesinin, eleştirmemesinin, başkaları ile kıyaslamaması ve başarılarını övmesinin, onların benlik saygılarını artıracağını, bunun da başarıyı tetiklediğini vurguluyor. “Öz güvenli çocuklar her alanda daha başarılı olurlar.” diyen Prof. Dr. Şaziye Senem Başgül ile çocuklarda akademik başarıyı etkileyen faktörleri konuştuk.
Akademik anlamda başarısız olan bir çocuk için anne babanın öncelikle yapması gereken nedir? Eskilerin tabiriyle “notları düşük” çocuğa nasıl yaklaşmak gerekir?
Notların düşüklüğü ile ilgili olarak anne babanın ilk yapması gereken; çocuğu “suçlamamaktır”. Elbette ebeveyn duruma üzülmüştür, genellikle ilk tepkisi de çocuğu suçlu hissettirecek bir ifade kullanmak olur. Ama gözden kaçan, çocuğun da bu duruma üzgün olduğudur. Karnenin sahibi çocuktur, bu durumdan en çok etkilenen çocuktur. Yani kısacası özne çocuktur. Birçok şeyin hele de notların telafisi vardır ancak suçluluk hissi ile zedelenen öz güvenin telafisi meşakkatlidir. Amacımız çocuğa nasıl yardım edebileceğimiz olmalıdır. Bunun için de çocuğun neden başarısız olduğunu anlamamız gerekir.
“HER CANLI SEVGİ İLE BÜYÜR, ÖĞRENİR VE GELİŞİR”
Ailenin tutumu, çocuğun doğuştan gelen özellikleri, içinde bulunduğu çevre gibi faktörler çerçevesinde değerlendirdiğinizde çocuklarda akademik başarıyı etkileyen faktörleri nasıl açıklarsınız?
Çocuğun başarısını etkileyen faktörleri biyolojik ve psikososyal olarak ikiye ayırabiliriz. Zekâ, dikkat ve öğrenme becerisi biyolojik faktörlerdir. Tüm bu faktörlerin genetik bir zemini vardır. Herkesin sermayesi kadar çıktısı olması “başarıdır” bence. Bu şu demek; doğuştan getirdiğimiz bir kapasitemiz vardır. Öğrenme becerimiz, algılama düzeyimiz, hafızada tutmamız, mevcut bilgilerle birlikte yorumlamamız, dikkatimiz gibi faktörler bizim bir konuyu kavramamızı ve öğrendiğimizi göstermemizi sağlar. Bu noktada herkes eşit değildir. Ancak herkesin başarılı olması mümkündür. Dediğim gibi başarı standart bir kavram değildir, kişiye göre belirlenmelidir. Çocuğun dikkat eksikliği, öğrenme güçlüğü olabilir. Bunlar tıbbi tanı olarak Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) ve Özgül Öğrenme Güçlüğü (ÖÖG) olarak tanımlanır. Bir hekimin tanı koyması sonrasında tedavisi ve alınacak önlemler noktasında yapılacak çok şey vardır. Bunun yanı sıra psikososyal bağlamda başta anlayış ve sevgi olmak üzere, uygun ortamın sağlanması, başarı için çok temel belirleyicilerdir. Her canlı sevgi ile büyür, öğrenir ve gelişir. Kişinin olduğu gibi kabul edilerek ve zorluklarına çözüm üretilerek sevilmesi bu noktada çok önemlidir. Çocuğun fiziksel ihtiyaçlarının yanı sıra duygusal ihtiyaçlarının da karşılanması gerekir. Çocuk bir güçlük yaşadığında çözüm için ebeveynlerine ulaşabilmeli onlarla dayanışabilmelidir. Ev ortamının sakin olması, çocuğun kendine ait bir odasının olması, anne baba tartışmalarında çocuğun ortada bırakılmaması da çok önemlidir. Bunun yanı sıra çocuğun eğitim ve öğretiminin “uygun mesafeden” takibi ve okul ile iş birliği yapmak da gerekir. “Uygun mesafe”, onun yapabileceklerini onun adına yapmamak ancak ihtiyacı olduğunda ona rehberlik etmek ve gerekli durumlarda destek aldırmak olarak tanımlanabilir.
“PROJE ÇOCUK” KİMDİR?
“Proje çocuk” olgusuna nasıl bakıyorsunuz?
“Proje çocuk” kavramını ebeveynin kafasındaki en ideal çocuk olarak tanımlamak mümkün. Bu tanım, elbet toplum tarafından da en ideal çocuk kavramına uyar. Hedefler çok yüksektir. Şu an ve gelecekte yapması gerekenler tanımlıdır. Ama bu hedefler ve yapılacakları çocuk değil çevresi belirler. Çevre ise kültürün o zaman dilimindeki ideal normlarıdır. Bu çocukların kendileri yoktur, gizli bir “biz” vardır. Bu çocuklar maalesef kendi hayatlarının öznesi değil nesnesi olurlar. Bizler çocukları daha anne karnında iken imgelemeye başlarız. Olmasını istediğimiz özellikleri sıralarız. Oysa dünyanın en mükemmel çocuğu bile doğsa hayali kurulan bebek ile örtüşmez. Eğer anne, doğan bebeğini kafasındaki imgeden ayırıp olduğu gibi kabul ederse o bebek, anne ile sağlıklı bağlanır ve güvenli üssü olan anneye yaslanıp dünyayı keşfe çıkar. Bu keşif sonucu kendi normlarını oluşturur. Böylece serpilip büyür. İşte asıl başarı budur. Hem anne adına hem büyüyen bebek adına.
Bir başka açıdan konuyu ele alacak olursak aslında “her çocuk bir projedir”. Yani onu dünyaya getirmek, bakımını sağlamak, ihtiyaçlarına göre imkânlar tanımak, onun yolunu açmak, ona önderlik etmek ve doğru yönlendirmeleri yapmak gerekir. Bu da, üzerinde düşünülen, emek harcanan bir projedir. Bu açıdan konu ele alındığında proje kavramı olumlu bir temadır. Buradaki ince çizgi, çocuğun geleceğini kendi önceliklerimize göre değil, onun gelişimine göre planlamak olmalıdır. Bu tanıma uygun şekilde okulların da eğitimi, çocukların her birinin gelişimi doğrultusunda kendilerine özel projeler olarak tasarlamaları gerekir. Tek tip öğrenci değil, bireysel anlamda donanımlı çocuklar yetiştirilmesi ancak zengin içerikli projelerle olur.
“BAŞARI TANIMI HER ÇOCUK İÇİN FARKLI YAPILMALIDIR”
Size göre “başarılı çocuk” kimdir? Başarıyı yalnızca akademik anlamda tanımlamak doğru bir yaklaşım mıdır?
“Başarılı çocuk”, sermayesi oranında çıktısı olan, kendi genetik, biyolojik ve duygusal gelişime uygun beceri geliştiren çocuktur. Herkes bu noktada farklıdır ve her çocuk için başarı tanımı farklı yapılmalıdır. Bu bağlamda düşünüldüğünde, bence herkes başarılıdır. Ama bu başarıyı ortaya koymak için, çocuğun öncelikle anne babası sonrasında çevresi ve öğretmenleri tarafından iyi tanınması, güçlüklerine destek olunması, çıktılarının takdir edilerek yüreklendirilmesi gerekir. Eleştirel ve yargılayıcı bir tutumdan ziyade kabullenici ve destekleyici yaklaşım gerekir. Başarı elbette sadece akademik bir tanım değildir. Dünyaya gelen canlının hayata tutunması, büyümesi, gelişmesi, öğrenmesi ve öğrendiklerini kendi yaşamına uyarlaması, sosyalleşmesi, kendine yetebilmesi gibi birçok kavram başarı tanımı içerisinde yer alır.
“HER ÇOCUĞUN BİRİCİKLİĞİ AKILDA TUTULMALI”
Çocuğun akademik başarısını artırma noktasında anne-babaların tutumu ve yaklaşımı nasıl olmalıdır? Nelerden kaçınmaları gerekir?
Bu işin anahtarı her çocuğun biricikliğinin akılda tutulmasıdır. Çocukların sermayelerini iyi değerlendirmek ve beklentiyi buna göre ayarlamak önemlidir. Çocuğun bir güçlüğü varsa önceden fark etmek, zaman geçmeden ilgili danışmanlıklarla sorunun nedenini anlamak ve uygun çözümler üretmek ebeveynin görevidir. Tabii ki bunlardan da önce çocuklarını oldukları haliyle sevmek, eleştirmemek, başkaları ile kıyaslamamak ve başarılarını övmek çocukların benlik saygılarını artırır. Bu da başarıyı tetikler. Onlara ev içerisinde alan açmak, saygı duymak, ihtiyaçlarını gözetmek gerekir. Örneğin, hafta içi geç saate kadar misafir ağırlayan, çocuğun uyku saatinde dışarılarda olan, çocuk ders çalışırken elektrik süpürgesi ile temizlik yapan ve çocuğu ile zaman geçirmeyen ebeveyn çocuklarının rutinini önemsemiyordur. Oysa çocuk rutin ister ki ritmini oluştursun. Başarı için ritimli bir hayat gerekir. Bir diğer konu da “huzur”dur. Ev içerisinde huzur gerekir. Elbet tartışmasız ev olmaz ama çözümlenmemiş kronik ilişki sorunları ve çocukların ebeveynlerin kendi problemlerine dert ortağı yapılması çocuğun gündemini değiştirir. Çocuk tutarlı, saygılı bir ilişki ortamında, rutinlere dikkat edilerek, kendi ihtiyaçları gözetilerek ve varsa zorlukları anlaşılıp çözüm üretilerek büyütülmelidir. Çocuğun arkadaşı değil ebeveyni olmak da gerekir.
Başarı- öz güven ilişkisini nasıl değerlendirirsiniz? Öz güven kazanımının başarılı olma motivasyonu üzerinde etkisi var mıdır? Öz güvenli çocuğun akademik anlamda daha başarılı olacağını söylemek mümkün müdür?
Meslek hayatımda birçok kere ebeveynlerin çocuklarının öz güvenlerinin eksik olduğunu şikâyet etmelerine tanık oldum. Oysa bu durum, çocuğun tek başına kazanabileceği bir beceri değildir. Çözümü de birkaç terapi görüşmesi olamaz. Öz güven, iğne oyası gibi bebeklikten itibaren sağlıklı bağlanma, sevgi ile kabul edilme, kıyaslanmadan eleştirilme ve başarılarının görülüp övülmesi ile gelişir. Çocuğa beceri geliştirecek alanlar açmak önemlidir. Onun adına neredeyse her şeyi yaptığımızda bir beceri geliştirip serpilip büyüyemediği gibi, mevcut becerileri de körelir, bunun yanı sıra kendini yetersiz görür ve benlik saygısı azalır. Elbette başarının en büyük dayanağı öz güvendir. Kendine güvenmeyen çocuk kendini yetersiz algılar ve atması gereken adımı atamaz ya da güçlükle atar. Böyle çocuklar ürkek ve çekingen olurlar, toplum içerisinde kendilerini geri planda tutarlar, bildiklerini de dile getiremezler. Öz güvenli çocuklar her alanda daha başarılı olurlar.
TEMBELLİK NEDİR?
“Tembellik” ve “tembel çocuk” kavramlarını nasıl tanımlamak gerekir? Tembelliğin arkasında yatan nedenler neler olabilir? Bu anlamda çocuklarda tembelliğe nasıl yaklaşmak gerekir?
Buraya kadarki söyleşimizden anlaşılacağı üzere tembel çocuk yoktur. Başarısız çocuk vardır. Başarısızlığın da her zaman bir nedeni vardır. Bu nedeni tespit edilemeyen ve çözüm üretilemeyen çocuk başarısız olur. Öğrenmek ve başarmak keyif veren bir durumdur. Başarmayı, bundan keyif almayı kim istemez ki!. Başaramayan çocuk akademik ortamlardan zevk alamaz ve sonuçta da çalışmaz. Çünkü böyle bir çocuk akademik ortamda kendini yetersiz hisseder. Hiç kimse yetersiz olduğu durumla yüzleşmek istemez ve böylece derslerden uzaklaşır, kendini mutlu hissedeceği başka haz kaynaklarına yönelir. Başarısızlığın nedeninin, çocuğu çok boyutlu değerlendirerek anlaşılması ve mümkün olan en erken zamanda çözüm üretilmesi önemlidir. Yapması gerekenleri ve yapabileceklerini onun adına yaparak büyütülen çocuklarda beceri geliştirmemenin sonucunu tembellik olarak görmek de mümkündür. Bu çocuklar şaşkındır ne yapacaklarını ne yapamayacaklarını bilemezler. Bir yandan da nasılsa birileri yapıyor diye miskin olurlar. Ben bu durumu duygusal istismar olarak nitelendiriyorum. Anne baba farkında değil ama çocuklarının büyüyüp gelişmelerine engel olacak düzeyde “onların adına” yapıyorlar.
TEMBELLİK VE DİKKAT EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU (DEHB) AYRIMI
Tembellik ve Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) arasında bir bağlantı var mıdır? Tembellik ve DEHB arasında ayrım nasıl yapılabilir?
DEHB bir tıbbi tanıdır. Doğru zamanda tanı konulup müdahale edilmezse çocuk başarısız olur. Hiperaktivitesi olmayan ve zekâsı ile bir şekilde dersleri halleden dikkat eksikliği olan çocuklar genelde hem öğretmenlerin gözünden kaçar hem de aileleri onları fark edemez. Oysa bu çocuklar gerekenden fazla eforla bu başarıyı yakalarlar ve bir süre sonra da bu eforu harcamaz ve başarısız olurlar. Bu durumda da “tembel” etiketi alabilirler. Aynı durum ÖÖG (Özel öğrenme güçlüğü) olan ve sınırda zihinsel gelişim gösteren çocuklar için de geçerlidir. Dikkat eksikliğinin akademik ortamda başarısızlığın yanı sıra sakarlık, dalgınlık, dağınıklık, eşyalarını kaybetme, söyleneni duymama veya anlamama şeklinde de belirtileri olabilir. Öğrenme güçlüğü olan çocuklar ise “beceriksiz” diye nitelendirilebilir. Sınırda zihinsel gelişimi olan çocuklar ise öğrenirler ama çok tekrar yapmaları gerekir bunu yapamadıklarında da başarısız olurlar. Dikkat eksikliğinde kısa süreli hafızadaki bilgi uzun süreli hafızaya atılırken kayıplar olur, öğrenme güçlüğünde uzun süreli hafızadaki bilgi doğru kodlanıp organize edilemez. Bu nedenle bir çocuk eğer başarısız ise “tembel” diye etiketlemek yerine nedenini anlamak ve uygun çözümü üretmek gerekir. Başarısızlığın okul ortamında tespiti ise şu şekilde basamaklanmalıdır; Öncelikle okulda öğretmenin fark etmesi, çocuğu rehberliğe yönlendirmesi, rehberliğin öğrenci ve veli ile görüşüp olası nedenleri irdelemesi, eğer DEHB, ÖÖG veya sınırda zihinsel gelişim düşünüyorsa bir çocuk ve ergen psikiyatristine yönlendirmesi gerekir. Rehber öğretmen eğer nedenin çevresel faktörler ile ilgili olduğunu düşünüyorsa, aileye danışmanlık vermesi, öğretmeni bilgilendirmesi önemlidir. DEHB de ilaç tedavisi ve derslerde eksiği varsa özel ders desteği, öğrenme güçlüğünde ve sınır zekâda ise özel eğitim desteği ve eğitsel tedbir almak gerekir.
“İNSANOĞLUNUN EN ÖNEMLİ YAKITI SEVGİDİR”
Anne baba arasındaki uyumlu ve sağlıklı ilişki ile mutlu bir aile ortamının akademik anlamda çocuğa kazandırdıkları nelerdir?
İnsanoğlunun en önemli yakıtı sevgidir. Sevginin hormonal sistemi tetiklemesi ile büyür, gelişir, serpiliriz. 1945 yılında Rene Spitz “Hospitalizim” (yuva hastalığı) diye bir kavram tanımlamıştır. Spitz’in gözlemine göre, annelerinden birden ayrılarak kurumlara bırakılan çocukların çoğunda huzursuzluk, kilo alamama ve süreçte gelişimsel gerileme ile seyreden bir durum oluşmakta ve bazı bebeklerde ise bu durum ölümle sonuçlanmaktaydı. Bu gözlem bize sevginin ne kadar önemli bir koruyucu ve büyütücü faktör olduğunu, sevgisizlikten ölünebileceğini göstermesi açısından çok önemlidir. Nitekim birçok bilimsel çalışmada, sevginin hormonal sistemi nasıl uyardığı ve beyin gelişiminde özellikle limbik sistemin şekillenmesinde ne kadar önemli olduğu gösterilmiştir. Gebelik sırasında annenin huzuru ve mutluluğu, doğum sonrası mutlu bir ev ortamında sevgiyle karşılanan ve büyüyen bir bebek ileriki yaşamında birçok konuda başarılı olacağı gibi akademik olarak da daha önde olacaktır.
Anadolu’nun çeşitli yerlerinde nispeten daha dezavantajlı ekonomik şartlarda yaşayan, çok çocuklu ailelerin çocuklarının zaman zaman özellikle merkezi sınavlarda önemli akademik başarılar gösterdiğini basından takip ediyoruz. Bazen bu gibi dezavantajlar başarı için motivasyon kaynağı olabilir mi? Bu çocukların başarılılarını nasıl yorumlarsınız?
Aslında Anadolu’da imkân sağlandığında mevcut durumdan daha fazla başarı elde edecek çocuklar vardır. İmkânsızlığa rağmen başaran çocukları gerçekten çok azimli ve kapasiteli çocuklar olarak değerlendirebiliriz. Yani bunu sadece motivasyonla açıklamak mümkün değildir. Ancak bazı kişiler dezavantajlı durumda güdülenebilirler. Örneğin ailesi içinde huzur olmayan çocuklar bir kaçış olarak başarının verdiği haz ile beslenebilirler. Bu açıdan baktığımızda güçlüklerin üstesinden gelme azmi elbette başarıyı tetikleyici bir unsur olarak değerlendirilebilir.
PROF. DR. ŞAZİYE SENEM BAŞGÜL KİMDİR?
1994 yılında Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesinden derece ile mezun olan Prof. Dr. Şaziye Senem Başgül, 2007 yılında Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesinden Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı unvanını aldı. Sonrasında Bakırköy Mazhar Osman Ruh ve Sinir Hastalıkları, Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları ve Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesinde görev yaptı. 2012 yılından bu yana Hasan Kalyoncu Üniversitesi Psikoloji Bölümünde öğretim üyesi olarak çalışıyor. 2015 yılında Doçent, Aralık 2020’de Profesör unvanı alan Başgül, 2009 yılında Güneş Çocuk ve 2019 yılında Güneş Çocuk Akademiyi kurdu. Yerli ve yabancı çok sayıda yayını ve kongre sunumları bulunan Prof. Dr. Başgül aynı zamanda Çocuk ve Gençlik Ruh Sağılığı Derneği Özel Gereksinimli Çocuklar Komisyonu Kurucu Başkanı, Down Türkiye Derneği Danışman Doktoru ve Yeşilay Bilim Kurulu Üyesi olarak görev yapmaktadır. Prof. Dr. Başgül, biri kız diğeri erkek 18 yaşında ikiz çocuk annesidir.