Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
1046
Yaşam
“Pandemiden Ders Çıkararak Geleceğimizi Kurtarabiliriz”
Akademisyen, ekolog, ornitolog, doğa koruma bilimci, doğa fotoğrafçısı ve Türkiye'nin ilk tropik biyoloğu olan Prof. Dr. Çağan Hakkı Şekercioğlu, tutkusunu mesleğe dönüştürenlerden… Yaşamının büyük kısmını kendi deyimiyle “arazide” geçiren bu maceraperest bilim insanı ile doğaya dair keyifli bir sohbet gerçekleştirdik; maceralarla dolu anılarını dinledik.
Bize biraz çocukluk yıllarınızı anlatabilir misiniz?
Ataköy’de doğup büyüdüm, çocukluğum oradaki sulak alanlarda geçti. O yüzden de hâlâ doğada sulak alanları korumak için mücadele ediyorum. Doğa koruma bilimci olmamda buraların yok edildiklerini görmemin etkisi de var. Doğaya ve hayvanlara karşı çocukluktan tutkum var. O zamanlar arkadaşlarım futbol oynarken benim futbola hiç ilgim olmadı, sadece doğa ve yaban hayatı ilgimi çekti. Kaplumbağa, kertenkele, yılan, böcek ve diğer hayvanları bulup eve getirirdim; bakıp besleyip sonra tekrar doğaya bırakırdım.
Siz mesleğinizi çocukluğunuzda keşfedenlerdensiniz. Bu nasıl bir duygu?
Muhteşem bir duygu. Mutluluğun sırrı bu. Sevdiğim ve tutku duyduğum işi yapmayacaksam, aç kalırım daha iyi. Benim ilgi alanlarım Türkiye’de 30 yıl önce kimsenin ilgilenmediği branşlardı. Ailecek her zaman gelir sıkıntımız vardı. Ancak buna rağmen para bizim için her zaman ikinci planda oldu. Hepimiz bizi mutlu eden meslekleri seçtik. İnsan sevdiği işi yapınca, iş gibi gelmiyor. Çok param olsa da yapacağım şeyler aynı zaten. Çoğu insan maalesef sadece paraya, kariyere ve başkalarının ne düşündüğüne odaklandığı için hayatlarını çok mutsuz geçiriyor.
Öğrencilik yaşamınızdan bahsedebilir misiniz?
Kolej sınavlarında Robert Kolej’e girmem kritik bir dönüm noktasıydı. Robert Kolej eğitimim sayesinde Harvard Üniversitesine en iyi öğrencilerin seçildiği erken başvuruyla ve bursla Aralık 1992'de kabul edildim. Harvard Üniversitesi Zooloji Müzesi’nde küratöryal asistan olarak işe girdim. Normalde doktora öğrencilerinin yaptığı bir işti ama böceklere olan ilgim sayesinde müzenin Entomoloji Koleksiyonu Kuratörü beni kabul etti. Harvard’ı üç yılda bitirebilirdim. Ama bursum vardı ve muhteşem bir üniversiteydi. Ben de dört yıl okuyup iki dereceyle mezun oldum: biyoloji ve antropoloji. Daha sonra Stanford’da biyoloji doktorasına başladım. Tropik biyoloji, ekoloji, ornitoloji ve doğa koruma biliminde uzmanlaştım.
Doğa koruma bilimi nedir?
1970’lerde ekolojiden doğan doğa koruma bilim, canlı türlerinin, habitatların, ekosistemlerin ve de biyolojik süreçlerin yok olmasını önlemeyi amaçlar. Doğal alanlar ve burada yaşayan canlılarla ilgili ekolojik verileri toplayıp, tehdit eden faktörleri belirleyip, korunmaları ve restore edilmeleri için bölge halkıyla koruma çalışmalarının yapıldığı, doğal bilimler, sosyal bilimler ve doğal kaynaklar yönetimini bir araya getiren interdisipliner bir bilim dalıdır.
Çalışma sahanız doğa. Sahadaki çalışma koşullarını nasıl tarif edersiniz?
Hayatımın yarısından fazlası arazide geçiyor. 1995'den beri sürekli yaptığım ekolojik ve ornitolojik araştırmaların yanı sıra, tatildeyken bile günde ortalama 12-16 saat arazideyim. Görmediğim yeni canlı türlerini arıyorum, inceliyorum ve profesyonel olarak görüntülüyorum. Yaban hayatı fotoğraf ve belgesel çekim profesyonel ekipmanım 30 kiloyu buluyor ama bunları dünyanın her köşesine taşımaya alıştım. Tabii bunun yanında diğer araştırma ekipmanım da çok. En son Türkiye'ye geldiğimde 112 kilo ekipman getirdim.
Koşullar ülkeye, projeye ve araziye göre çok değişiyor. En zorlu arazilerimden biri, Papua Yeni Gine’nin ortasındaki Kiunga bataklıklarıydı. Başkent Port Moresby’den pervaneli uçakla bulutlarla kaplı Tabubil’e uçtuk. Aşırı sis ve buluttan oraya uçan uçakların çoğu başkente geri dönmek zorunda kalıyor. Biz şanslıydık. 20 dakika Tabubil üzerinde döndük. Tam geri gidecektik ki, bulutlar hafif açılınca tekrar kapanmadan pilot çakılırcasına bir hızla toprak piste iniş yaptı. Daha sonra üç saat toprak yoldan Kiunga’ya gittim. Orada bir gece geçirip, sabah beşte motorlu tahta kanoyla beş saat boyunca nehirden yukarı gittik. Bütün yiyeceğim konserveleri yanımda getirdim. Bataklığın ortasında yamuk ve cılız ağaç dallarından yapılmış bir kulübede kaldım. Daha kulübeye girer girmez, odanın içinde 2,5 metrelik bir yılan vardı. Bu bataklıkta hayatımda başka yerde görmediğim yoğunlukta böcek ve parazit vardı. Hayatımda ilk kez aynı anda sülüklerin, kenelerin, trombiculid akarların ve birkaç çeşit öldürücü sıtma taşıyan sivrisineklerin saldırısına uğradığım için, boğucu tropik sıcak ve nem olmasına rağmen, sürekli kalın pantolon, kauçuk çizme, uzun kollu ve kalın gömlek giymek zorundaydım. Bu parazitlerden korunmak için her sabah kalktığımda tüm kıyafetlerimi ve kauçuk çizmelerimin içini toz kükürtle kaplıyor, üzerime de çok güçlü böcek ilacı sıkıyordum. Yine de yüzlerce kez sokuldum. Her durduğumda, dört yönden gelen sülükleri görüyordum. Ama muhteşem cennet kuşlarını, hindi büyüklüğündeki taçlı güvercinleri, cennet yalıçapkınlarını ve diğer ender türleri görmek için tüm bu zorlukları yaşamaya değdi. Öte yandan, Doğu Anadolu’da yürüttüğümüz kurucusu olduğum KuzeyDoğa Derneği araştırmalarımızda çok daha rahat şartlar var. Örneğin Iğdır’daki Aras Kuş Cenneti Kuş Araştırma Merkezimiz, yoğun temposuna rağmen rahat ve keyiflidir.
Çalışma alanlarınız risklere dolu. Nelerle karşı karşıya kaldınız?
Örneğin Alaska'da ayı kovaladı, Tanzanya'da fil. Uganda'da ölümcül bushmaster yılanını öldürmeden kuş ağından çıkardım, Kosta Rika'da gece baykuş ararken beni hırsız sanan palalı halkın saldırısına uğradım. Ekvator'da dünyanın en yüksek aktif volkanının içine buz üzerinde kayarak düşmekten buz baltam sayesinde zor kurtuldum, Peru yağmur ormanlarında kayboldum. Bunlar doğa bilimci olmanın riskleri. Ama her zaman en korktuğum şey trafik ve insanlar. Ne yazık ki en büyük risklerden biri bir doğa bilimci ve korumacı olmak; çünkü yıllarımı verdiğim ve araştırdığım alanlar bir anda yok edilebiliyor.
Sizi en çok şaşırtan gözleminiz ne oldu?
Öyle çok şey var ki. Mesela Kars’ta kamera taktığımız bir bozayı, kurtla karşı karşıya gelince ikisi de kafasını çevirdi, hiç tepki vermediler. Demek ki çok iyi tanıyorlar birbirlerini. Yine kamera taktığımız bir dişi bozayı, 20 dakika güneşin doğuşunu seyretti. Uganda’da 1996’da lisans tezim için ormanda bir kütüğün üzerine oturmuş sesle kuş sayımı yaparken, birinin bana baktığını hissettim. Döndüğümde, bir erkek ve dişi şempanze 10 metre uzaktan bana bakıyordu. İrkildim. Bir erkek şempanze 3-4 insan gücündedir ve isterse kolaylıkla bir insanı öldürebilir. Göz göze geldik. Bakışlarının arkasındaki bilinci ve düşünceyi hissettim. Normalde şempanzeler gözünün içine bakmayı tehdit olarak algılar (“Ne bakıyorsun?” diyen birçok insan gibi). Ama bu şempanzenin bana bir şey yapmayacağını hissettim. O da hissetti. Türler arası bir iletişim kurduk.
Türkiye’de ilk kez uydu vericileriyle takip ettiğimiz Ardahan isimli bir küçük akbaba (Neophron percnopterus), 11 ayda 50 bin km’den fazla uçtu, kışı Somali-Etiyopya sınırında, Eş Şebab terörist grubunun yaşadığı çöllerde geçirdi. Ortadoğu ve Afrika’daki savaş bölgelerinden, bir düzineden fazla ülkeden geçerek yine Aras Nehri Kuş Cenneti’ne döndü.
Doğa için en büyük hayaliniz nedir?
-
İnsanların canlı türlerinin soylarını tüketmesini tamamen durdurmak.
-
Dünyanın yüzölçümünün en az yarısının mutlak şekilde korunan alanlarla kaplanması.
-
İklim değişikliği ve küresel ısınmanın sonlanması.
-
İnsan nüfusunun ve kişisel tüketimin sürekli artmasının sona ermesi.
İçinden geçtiğimiz pandemi dönemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Doğal yaşamın ve doğal alanların korunması ile insan sağlığı arasında çok önemli bir ilişki var. Ne yazık ki bu salgına kadar çoğu insan bunun farkında değildi ve halen de çoğunluğun farkında olduğunu sanmıyorum. COVID-19 salgını, sağlıklı ekosistemler ile insan sağlığı arasındaki kritik bağlantının önemini anlamamızı sağlarsa ve doğayı etkin koruyarak bir daha böyle bir salgının yaşanmasını önleyebilirsek, COVID-19’un korkunç can kaybından en azından önemli bir ders çıkararak gelecekte milyonlarca insanın hayatını kurtarabiliriz.
Bir doğa bilimcisi olarak yanıtlarsanız sizce dünya nereye doğru gidiyor?
İnsanlığın sağlığı doğanın sağlığına bağlı olduğundan, doğa tahribatı ve doğal dengenin bozulmasının çok büyük, olumsuz ve bazen de geri dönülemeyen (tipping point) sonuçları oluyor. İklim değişikliği veya yeni bulaşıcı hastalıkların çıkması gibi. Doğal alanları amansızca yok ettiğimiz ve yaban hayatının yaşadığı alanları giderek daralttığımız için, milyarca canlı giderek daha ufak ve bozulmuş doğal alanlarda sıkışıyor ve stresleri artıyor. Stresli canlıların bağışıklık sistemleri de zayıflar ve hastalıklara daha açık hale gelirler; ve tabii bize hastalık bulaştırma ihtimalleri de artar. Biz ne kadar doğal alanların içine girip bu alanları ve yaban hayatını yok edersek, bu canlıların hastalanıp bize yeni hastalıklar bulaştırma ihtimali de o kadar artar.
Bağımlılıklar konusundaki düşünceleriniz nedir?
İnsan hiçbir zaman mutluluğu kötü maddelerde aramamalı. Bağımlılıklar çok üzücü ve toplumun kanayan yaralarıdır. Örneğin sigara bağımlılığı insanın ömründen ortalama 10 yıl götürüyor. Korkunç bir şey ve birçok sigara tiryakisi de son yıllarını kanserle, nefes darlığıyla ve çok büyük acılarla geçiriyor.
Ne yazık ki birçok bağımlılık okul yıllarında arkadaş baskısıyla başlıyor. Bu nedenle gençlerimizi özgür düşünen ve kendi kararlarını kendi veren bağımsız bireyler olarak yetiştirmeliyiz ki arkadaş baskısına boyun eğmesinler. Eğitimli ve özgür bireylerden oluşan bir toplumda bağımlılıklar da azalacaktır.
Doğa bağımlılığın tedavisi olabilir mi?
Bilimsel araştırmalar gösteriyor ki doğa içinde geçen bir hayat hem fiziksel hem de psikolojik sağlık için çok iyi. O yüzden doğayla temasın bağımlılıkları da azalttığını düşünüyorum. Bu nedenle şehirlerimizde yeşil alanların, parkların, korunan orman ve sulak alanların çok daha fazla olması toplumsal sağlığı da artıracaktır. Ancak tüm bağımlılıkları doğayla tedavi edemeyiz çünkü birçoğunun altında ciddi psikolojik sorunlar yatıyor. Birçok bağımlı için psikolog ve psikiyatr desteğine de mutlak ihtiyaç var.