
Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, hatta..
Yeşilay Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Toker Ergüder ile gerçekleştirdiğimiz bu kapsamlı röportajda; alkol bağımlılığının küresel ve yerel boyutlarını, risk gruplarını, politika önerilerini ve toplumsal dönüşümün nasıl sağlanabileceği konularını bilimsel veriler ışığında mercek altına aldık. Prof. Dr. Ergüder, “Alkolün olmadığı bir toplumun hayali, yalnızca yasaklarla değil; ailede başlayan değer eğitimi, okulda gelişen farkındalık ve toplumda güçlenen sosyal destekle gerçeğe dönüşebilir” diyor.
Alkol bağımlılığı, günümüzde yalnızca bireysel sağlığı değil, toplumun genel refahını ve sosyal dokusunu da derinden etkileyen çok boyutlu bir halk sağlığı sorunu. Dünya Sağlık Örgütünün verileri, her yıl milyonlarca insanın alkole bağlı nedenlerle hayatını kaybettiğini ve bu ölümlerin önemli bir kısmının üretken çağdaki bireylerde görüldüğünü ortaya koyuyor. Alkolün yol açtığı sağlık sorunları, ekonomik kayıplar ve sosyal etkiler, bu konunun acilen ele alınması gerektiğini gözler önüne seriyor.
RAKAMLARLA ALKOL KULLANIMI
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) nezdindeki deneyiminiz ışığında sorarsak: Alkol bağımlılığı günümüzde halk sağlığı açısından ne düzeyde bir tehdit oluşturuyor?
Alkol kullanımı, Dünya Sağlık Örgütüne (DSÖ) göre dünya genelinde en önemli önlenebilir risk faktörlerinden biridir. Her yıl yaklaşık üç milyon insan, alkolle ilişkili nedenlerle hayatını kaybetmektedir. Bu ölümlerin önemli bir bölümü, 20–39 yaş aralığında, yani üretken çağdaki bireylerde meydana gelmektedir. 2019 yılında dünya genelinde alkol kullanımına bağlı yaklaşık 2,6 milyon ölüm meydana gelmiştir. Bu ölümlerin 1,6 milyonu bulaşıcı olmayan hastalıklardan, 700 bini yaralanmalardan, 300 bini ise bulaşıcı hastalıklardan kaynaklanmıştır. Cinsiyete göre incelendiğinde, alkole atfedilen ölümler erkeklerde iki milyon, kadınlarda ise 600 bin olarak gerçekleşmiştir. En yüksek alkolle ilişkili ölüm oranları (100.000 kişi başına) DSÖ Avrupa Bölgesi (52,9) ve Afrika Bölgesi (52,2) olarak kaydedilmiştir. Özellikle 20–39 yaş arasındaki bireyler, alkolün zararlı etkilerine orantısız biçimde maruz kalmaktadır. 2019’da alkolle ilişkili ölümlerin %13’ü bu yaş grubunda görülmüştür.
Dünya genelinde 15 yaş ve üzeri nüfusun %7’si (yaklaşık 400 milyon kişi) alkol kullanım bozukluklarıyla yaşamaktadır. Bunun 209 milyonu (%3,7) alkol bağımlılığı düzeyindedir. Düşük düzeyde alkol kullanımı dahi sağlık riski taşımakla birlikte, alkol kaynaklı zararların büyük çoğunluğu aşırı ve tekrarlayan kullanımlardan kaynaklanmaktadır.
Alkol tüketiminin 200’den fazla hastalık, yaralanma ve sağlık sorununun oluşumunda nedensel rol oynadığı bilinmektedir. Mevcut bilimsel kanıtlar, bu sağlık yükünün doğrudan 31 hastalıkla ilişkilendirilebildiğini göstermektedir. Alkol kullanımı; karaciğer hastalıkları, kardiyovasküler hastalıklar, çeşitli kanser türleri, depresyon, anksiyete ve alkol kullanım bozuklukları gibi birçok BOH ile ilişkilidir. 2019 yılında 474 bin kardiyovasküler hastalık ölümü alkolle ilişkilendirilmiştir. Aynı yıl, teşhis edilen kanser vakalarının %4,4’ü (401 bin ölüm) alkol tüketimine atfedilmiştir. Ayrıca alkol, tüberküloz ve HIV gibi bulaşıcı hastalıkların gelişimi ve seyriyle de bağlantılıdır. Gebelikte alkol tüketimi, fetal alkol spektrum bozukluğu (FASD) dahil olmak üzere doğumsal gelişim bozukluklarına ve malformasyonlara yol açabilir; düşük, ölü doğum ve erken doğum gibi komplikasyon risklerini de artırır.
Sonuç olarak, alkol yalnızca bağımlılık yapıcı bir madde değil; karaciğer hastalıkları, hipertansiyon, inme, meme ve kolorektal kanser başta olmak üzere birçok ciddi hastalığın nedenidir. Ayrıca trafik kazaları, şiddet olayları ve intihar gibi toplumsal krizlerin de başlıca tetikleyicilerindendir. Alkol bağımlılığı, bireysel bir tercihin ötesinde; toplum sağlığını, üretkenliği ve sosyal yapıyı doğrudan etkileyen çok boyutlu bir halk sağlığı krizidir.
“ALKOL KULLANIMI YALNIZCA BİREYSEL TERCİH OLARAK DEĞERLENDİRİLMEMELİDİR”
Alkol kullanımı bireysel bir tercih gibi sunuluyor oysa yapısal ve kültürel dinamiklerle şekillenen bir halk sağlığı sorunu. Bu konuda neler söylersiniz?
Alkol kullanımı, toplumda sıklıkla bireysel bir tercih olarak sunulsa da gerçekte bu davranış ekonomik, kültürel ve yapısal faktörlerin güçlü etkisi altındadır. Dünya Sağlık Örgütünün de altını çizdiği üzere, alkol tüketimi yalnızca bireyin iradesiyle değil; maruz kalınan sosyal normlar, alkol endüstrisinin pazarlama faaliyetleri, medya içerikleri ve yetersiz düzenlemeler gibi çok sayıda dışsal etkenle şekillenmektedir. Özellikle DSÖ Avrupa Bölgesi’nde alkol, kültürel yaşamın bir parçası olarak yerleşmiş durumdadır. Kutlamalarda, sosyal ilişkilerde ve hatta sportif etkinliklerde alkol tüketimi sıklıkla teşvik edilmekte, bu da alkol kullanımını olağanlaştırmakta ve risklerini görünmez kılmaktadır. Bu bağlamda, bireysel tercihten söz etmek, çoğu zaman bu güçlü yapısal dinamikleri göz ardı etmek anlamına gelir.
Unutulmamalıdır ki alkol, bağımlılık yapıcı özelliklere sahip psikoaktif bir maddedir. Tıpkı tütün ve diğer bağımlılık yapıcı maddeler gibi, kişi üzerinde fizyolojik ve psikolojik bağımlılık oluşturabilir. Bu durum, alkolün kullanımında "özgür irade" kavramını tartışmalı hâle getirmektedir. Özellikle çocuklar ve gençler bu konuda en savunmasız gruplardır; beyin gelişimleri devam eden bu yaş grupları, bağımlılığa daha yatkın olmalarının yanı sıra, ticari manipülasyonlara da açık hâle gelmektedir.
Bu nedenle, alkol kullanımı yalnızca bireysel tercih olarak değerlendirilmemeli; yapısal eşitsizlikleri, kültürel kabulleri ve endüstriyel manipülasyonları dikkate alan çok boyutlu bir halk sağlığı sorunu olarak ele alınmalıdır. Tütün kontrolündeki başarılı deneyimlerden yola çıkan DSÖ, alkol için de benzer bir küresel düzenleyici çerçeve olan Alkol Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi’nin (Framework Convention on Alcohol Control – FCAC) geliştirilmesi çağrısını bir an önce yapmalı ve zararlı alkol kullanımı terminolojisini literatürden kaldırmalıdır.
“AŞIRI ALKOL TÜKETİMİNDEKİ ARTIŞ DİKKAT ÇEKİCİ”
Türkiye'deki alkol kullanım trendlerini göz önüne alırsak, hangi toplumsal gruplar daha yüksek risk altında? Bu gruplara yönelik nasıl özel politikalar geliştirilmeli?
Türkiye, Avrupa Bölgesi ile karşılaştırıldığında görece düşük alkol tüketim oranlarına sahip olmakla birlikte, son yıllarda bazı toplumsal gruplarda alkol kullanımının arttığı gözlemlenmektedir. T.C. Sağlık Bakanlığının 2017 ve 2023 yıllarında gerçekleştirdiği Türkiye Hanehalkı Sağlık Araştırması (STEPS) verileri karşılaştırıldığında, alkol kullanımında istatistiksel olarak anlamlı bazı değişiklikler tespit edilmiştir. 2023 araştırmasına göre, son 30 gün içerisinde alkol kullandığını belirten bireylerin oranı %10,2’ye yükselmiştir (2017’de %8,0 idi). Bu artış hem erkekler (%13,1 → %15,1) hem de kadınlar (%3,0 → %5,4) için geçerlidir. Özellikle kadınlarda alkol kullanımında %2,4’lük artış gözlemlenmiş ve bu artış istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Hayat boyu hiç alkol kullanmadığını belirtenlerin oranı ise 2017’de %83,6 iken 2023’te %81,0’e gerilemiştir. Özellikle dikkat çeken bir diğer bulgu ise aşırı alkol tüketimindeki artıştır. 2023’te nüfusun %5,9’u, son 30 gün içinde en az bir kez, tek seferde altı veya daha fazla standart içki tükettiğini bildirmiştir. Bu oran erkeklerde %8,6, kadınlarda ise %3,1 olarak ölçülmüş ve cinsiyet farkı istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Aşırı alkol tüketimi yaş ilerledikçe azalsa da, erkeklerde daha belirgin şekilde düşmektedir. En yoğun aşırı tüketim ise 30–44 yaş grubunda görülmektedir.
Bu bulgular doğrultusunda alkol kullanımında risk altındaki gruplar şu şekilde öne çıkmaktadır:
15–29 yaş arası gençler: Son 30 günde alkol tüketim oranı %11,7 ile ülke ortalamasının üzerindedir. Bu yaş grubu, sosyal medya, akran baskısı ve dijital pazarlama taktiklerine en açık kitleyi oluşturmaktadır.
Kadınlar: 2017’ye göre alkol tüketimi oranı %3,0’dan %5,4’e yükselmiştir. Kadınlar arasında görülen bu iki katına yakın artış, sosyal normların zayıflaması, dijital platformlarda alkolün feminenlik, özgürlük veya zarif yaşam tarzı ile eşleştirilmesi gibi nedenlerle açıklanabilir.
Kent merkezinde yaşayan bireyler: Alkol erişiminin daha kolay olduğu, reklam ve pazarlamaya maruziyetin yüksek olduğu kentsel bölgeler, kullanım oranlarının daha yüksek olduğu alanlardır.
Yüksek gelir ve eğitim düzeyine sahip bireyler: Özellikle orta-üst sınıf kadınlar ve genç profesyonellerin alkol tüketiminde artış eğilimi dikkat çekmektedir.
Sonuç olarak, Türkiye’de alkol kullanımının genel düzeyi düşük seyretse de, özellikle gençler ve kadınlar başta olmak üzere belirli toplumsal gruplarda artış eğilimleri dikkatle izlenmeli; alkol endüstrisinin hedefli pazarlama stratejilerine karşı koruyucu halk sağlığı politikaları ivedilikle uygulanmalıdır.
MÜDAHALE ALANLARI KULLANIMI AZALTIYOR
Vergilendirme, reklam yasağı ve satış kısıtlamaları gibi araçların etkinliği konusunda elimizde nasıl bir bilimsel veri var? Bu önlemlerin ne düzeyde etkili olduğunu düşünüyorsunuz?
Bilimsel veriler, alkolle mücadelede en etkili stratejilerin başında fiyat politikaları, reklam yasakları ve erişim kısıtlamalarının geldiğini açıkça ortaya koymaktadır. Dünya Sağlık Örgütü, bu üç müdahale alanını maliyet etkinliği en yüksek önlemler olarak tanımlamakta ve “best buy” politikalar çerçevesinde önceliklendirmektedir:
Vergi ve fiyat düzenlemeleri: Alkol ürünlerine yönelik özel tüketim vergilerinin artırılması, ürün fiyatlarını yükseltmekte ve özellikle gençler ile düşük gelir gruplarında tüketimi belirgin biçimde azaltmaktadır. Fiyat artışları aynı zamanda alkole bağlı zararların ve sağlık harcamalarının düşürülmesine katkı sağlar.
Reklam ve pazarlama kısıtlamaları: Alkol ürünlerinin geleneksel ve dijital medya mecralarında tanıtımının kısıtlanması veya tamamen yasaklanması, özellikle çocuklar ve gençler başta olmak üzere hassas grupları korumada etkilidir. Reklamların, alkolün cazibesini artırarak erken yaşta kullanım riskini yükselttiği bilimsel çalışmalarla kanıtlanmıştır.
Erişim kısıtlamaları: Alkol satışının belirli saatler dışında yasaklanması, satış noktalarının sınırlandırılması ve yaş denetiminin etkin biçimde uygulanması gibi önlemler, hem tüketimi hem de ani kullanımı (örneğin sarhoşluk kaynaklı kazalar) azaltmada etkilidir.
Türkiye, bu üç alanda önemli düzenlemeleri hayata geçirmiş ülkelerden biridir. Türkiye’de alkol ürünleri üzerinde yüksek oranlı özel tüketim vergileri (ÖTV) uygulanmakta, bu da ürünlerin göreli fiyatını artırmaktadır. Bu politika, alkolün gençler ve düşük gelirli gruplar için erişilebilirliğini sınırlandırmaktadır. 2013 yılından bu yana, saat 22.00 sonrası alkol satışına perakende düzeyde yasak getirilmiş; bu uygulama hem tüketimi sınırlama hem de geç saatlerdeki kullanım riskini azaltma açısından etkili olmuştur. Türkiye’de alkol ürünlerinin her türlü mecra üzerinden reklamı yasaktır. Bu yasak, basılı medya, açık hava reklamcılığı, televizyon, sinema ve sponsorluk gibi alanları da kapsamaktadır.
“ALKOL ENDÜSTRİSİ ÖZELLİKLE GENÇLERİ VE KADINLARI HEDEF ALIYOR”
Sizce alkol lobisinin, medyanın ve dijital platformların alkol tüketimini normalleştirmedeki rolü nedir? Bu kültürel hegemonya ile nasıl başa çıkılabilir?
Alkol endüstrisi, uzun yıllardır yalnızca ürün satmakla kalmayıp aynı zamanda alkol tüketimini sosyal kabul gören bir “yaşam tarzı”na dönüştürerek küresel ölçekte güçlü bir kültürel hegemonya kurmuştur. Bu hegemonya, özellikle gençler ve kadınlar gibi hassas grupları hedef alan yaratıcı, örtük ve çoğu zaman manipülatif pazarlama stratejileriyle desteklenmektedir.
Türkiye, yasal olarak alkol reklamlarının tüm mecralarda yasaklandığı nadir ülkelerden biridir. Ancak alkol endüstrisi bu yasağın çevresinden dolanmak için farklı iletişim kanallarını kullanmakta; dolaylı tanıtım ve kültürel içeriklerle alkol tüketimini görünür kılmaya devam etmektedir. Özellikle futbol ve basketbol maçlarında tribün arkasındaki yazılı görseller ya da marka çağrışımlı renk ve simgeler, müzik festivalleri ve kültürel etkinliklerde alkol firmalarının doğrudan ya da dolaylı olarak markalarını görünür kılması, influencer'lar aracılığıyla yapılan “yaşam tarzı” paylaşımları, sponsorlu içerikler ve alkolün arkadaşlık, eğlence ve özgürlük ile özdeşleştirilmesi buna örnek gösterilebilir.
Alkol endüstrisinin bu çok yönlü etkisine karşı yalnızca düzenlemeler değil, aynı zamanda kültürel ve dijital direnç mekanizmaları da gereklidir. Etkili mücadele için öneriler şunlardır:
Dijital platformlar için yaş doğrulama ve içerik filtreleme sistemlerinin zorunlu hâle getirilmesi: YouTube, Instagram, TikTok gibi mecralarda alkolle ilgili içeriklere erişimin yaş sınırı doğrulamasıyla denetlenmesi sağlanmalıdır.
Sosyal medya algoritmalarının çocukları ve gençleri koruyacak şekilde düzenlenmesi: Sağlıkla ilgili içerikler ve alkol karşıtı mesajların görünürlüğü artırılmalı, alkol içeriği önerileri sınırlandırılmalıdır.
Sivil toplumun güçlendirilmesi ve medya okuryazarlığı eğitimi: Gençler ve aileler, medya içeriklerini eleştirel gözle değerlendirme konusunda bilinçlendirilmelidir. Alkolün pazarlanma biçimleri ve etkileri üzerine farkındalık kampanyaları desteklenmelidir.
Alkol endüstrisinin sponsorluk ve ürün yerleştirme faaliyetlerine yönelik denetimlerin sıkılaştırılması: Festivaller, spor organizasyonları ve medya içerikleri dâhil olmak üzere tüm dolaylı pazarlama faaliyetleri tespit edilmeli ve cezai yaptırımlarla engellenmelidir.
“15–29 YAŞ GRUBUNDAKİ BİREYLERDE ALKOL KULLANIMINDA ANLAMLI BİR ARTIŞ VAR”
Gençler arasında alkol tüketiminin arttığına dair elimizde veriler var mı? Ailelere burada nasıl sorumluluklar düşüyor?
Evet, Türkiye’de gençler arasında alkol tüketiminin arttığına dair güncel ve güvenilir veriler mevcuttur. T.C. Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen Türkiye Hanehalkı Sağlık Araştırması (STEPS) 2023 sonuçları, 15–29 yaş grubundaki bireylerde alkol kullanımında anlamlı bir artış olduğunu ortaya koymaktadır. 2017 yılında 15–29 yaş aralığındaki bireylerin son 30 gün içerisinde alkol kullandığını bildirme oranı toplamda %8,0 iken; bu oran 2023’te %11,7’ye yükselmiştir. Cinsiyet bazında incelendiğinde, erkeklerde bu oran %15,0’ten %15,3’e çıkmıştır; kadınlarda ise daha dikkat çekici bir artış görülmüş; %4,2’den %8,0’e yükselmiştir. Bu veriler, özellikle kadınlar arasında alkol kullanımında iki katına yakın bir artışa işaret etmektedir.
Ayrıca, 15–29 yaş grubunda hayat boyu hiç alkol kullanmamış bireylerin oranında da düşüş vardır: erkeklerde bu oran 2017’de %75,8 iken, 2023’te %72,9’a gerilemiştir; kadınlarda ise %91,6’dan %85,1’e düşmüştür; her iki cinsiyet toplamında ise hayat boyu alkol kullanmama oranı %83,6’dan %81,0’e gerilemiştir. Bu veriler, gençler arasında alkolün sosyal olarak daha görünür hâle geldiğini, alkolün erişilebilirliğinin ve kabul edilebilirliğinin arttığını göstermektedir. Bu durum, medya içerikleri, sosyal çevre etkisi, rol model eksikliği ve dijital mecralardaki denetimsizlik gibi çeşitli faktörlerle yakından ilişkilidir.
Gençlerin alkolle tanışma yaşını ertelemek ve tüketimi önlemek için ailelerin rolü kritiktir. Bilimsel çalışmalar, güçlü aile bağı, açık iletişim ve pozitif rol modellerin çocukların riskli davranışlardan uzak durmasına katkı sağladığını göstermektedir. Aileler; çocuklarıyla açık, güvene dayalı ve yargılayıcı olmayan bir iletişim kurmalı, alkol ve diğer bağımlılık yapıcı maddelerle ilgili doğru bilgi sunmalıdır. Ev ortamında sağlıklı rol model olmalı, alkolün normalleştirilmediği bir aile kültürü oluşturmalıdır. Dijital içerikleri denetlemeli, sosyal medya, dizi ve videolarda yer alan alkol temsillerine karşı çocuklarını bilinçlendirmeli ve gerekirse sınırlamalar getirmelidir.
Alkol politikalarının uygulanmasında devlet kurumları ve sivil toplum arasındaki iş birliği sizce yeterli mi? Bu ilişki nasıl daha etkili hâle getirilebilir?
Türkiye’de alkol kontrolü konusunda mevzuat düzeyi oldukça güçlüdür. Alkol reklamlarının yasaklanması, satış saatlerine yönelik sınırlamalar ve yüksek vergi politikaları, yasal çerçevenin sağlamlığını göstermektedir. Ancak bu yasal altyapıya rağmen, sahadaki uygulamada kurumsal koordinasyon eksiklikleri, denetim kapasitesindeki sınırlılıklar ve yerel düzeyde farklılık gösteren uygulamalar nedeniyle politika etkinliği arzu edilen düzeyde değildir.
Devlet kurumları ile sivil toplum kuruluşları arasındaki iş birliği, stratejik düzeyde belirgin olmakla birlikte, uygulamaya dönük, sürekli ve bütüncül bir yapıdan yoksundur. Örneğin ilgili bakanlıklar, Türkiye Yeşilay Cemiyeti, yerel yönetimler ve üniversiteler alkolle mücadelede önemli roller üstlenmektedir. Ancak bu aktörlerin veriye dayalı, eşgüdümlü ve ortak hedeflere yönelik bir iş birliği modeliyle çalışması henüz kurumsallaşmış değildir. Bu konudaki iş birliğini geliştirmek için öneriler:
1. Ulusal İzleme ve Değerlendirme Sistemlerinin Oluşturulması:
Alkol kontrol politikalarının uygulanmasını takip eden ve kamuya açık raporlar yayımlayan bir izleme platformu oluşturulmalıdır.
Alkol tüketimi, medya maruziyeti, gençler arasında eğilimler ve yerel düzeydeki politika sonuçları, düzenli olarak değerlendirilmeli ve yayımlanmalıdır.
2. Yerel Eylem Planlarının Hazırlanması:
Büyükşehir belediyeleri ve il sağlık müdürlükleri öncülüğünde, yerel ihtiyaçlara duyarlı, katılımcı biçimde hazırlanmış “Alkol Kontrol Yerel Eylem Planları” oluşturulmalıdır.
Bu planlar; gençler, kadınlar, okullar ve medya gibi öncelikli alanlarda uygulanacak somut faaliyetleri içermelidir.
3. Sivil Toplumun Politika Tasarım Süreçlerine Etkin Katılımı:
Politika belgelerinin ve strateji planlarının hazırlanmasında sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri, gençlik inisiyatifleri ve akademik kurumlar sistematik biçimde sürece dâhil edilmelidir.
Bu katılım, yalnızca danışma aşamasıyla sınırlı kalmamalı; karar alma, uygulama ve değerlendirme aşamalarını da kapsamalıdır.
4. Mahalle ve Okul Temelli Pilot Uygulamalarla Yaygınlaştırma:
Alkolle mücadelede başarıya ulaşmış pilot modeller (örneğin gençlik kulüpleri, okul temelli destek programları, mahalle bazlı sosyal hizmet ağları) sistematik olarak diğer bölgelerde yaygınlaştırılmalıdır.
Sivil toplum kuruluşları, bu süreçte sahaya yakınlıkları sayesinde önemli rol üstlenebilir.
Son olarak, alkolün olmadığı bir toplumda sadece bireylerin değil, kültürel yaşamın da nasıl dönüşeceğini hayal ediyorsunuz?
Alkolün olmadığı bir toplum, yalnızca bireylerin daha sağlıklı olduğu bir yapıdan ibaret değildir. Aynı zamanda daha huzurlu, üretken ve dayanışma içinde yaşayan bir toplumsal yapının da temelidir. Böyle bir toplumda; aile içi şiddet, intihar ve trafik kazaları azalır, suç oranları düşer ve güven duygusu artar. Eğlence kültürü alkolle değil; sanat, spor, doğa ve kültürel mirasla zenginleşir. Toplumsal ilişkiler yapay uyaranlara değil, gerçek bağlara dayanır. Çocuklar daha güvenli ve destekleyici ortamlarda büyür, rol modelleri alkolle değil, bilgiyle, erdemle ve sorumlulukla tanımlanır. Toplumun üretkenliği ve ruhsal iyilik hâli güçlenir, eğitim ve kalkınma alanlarında ilerleme hız kazanır.
Alkolün olmadığı bir toplumun hayali, yalnızca yasaklarla değil; ailede başlayan değer eğitimi, okulda gelişen farkındalık ve toplumda güçlenen sosyal destekle gerçeğe dönüşebilir. Türkiye’nin dini ve kültürel yapısı, hâlen çocukları ve gençleri koruyan güçlü bir kalkan işlevi görmektedir. Ancak dijital çağın etkileri ve alkol endüstrisinin küresel stratejileri, bu koruyucu yapıyı her geçen gün daha fazla zorlamaktadır. Bu nedenle;
Aileler, sadece denetleyen değil, anlayan ve destekleyen yapılar olmalı, çocuklarına sevgiyle rehberlik etmelidir.
Okullar, öğrencileri sadece akademik başarıya değil, yaşama karşı bilinçli, dirençli ve değer temelli bireyler olarak yetiştirmelidir.
Devlet politikaları, halk sağlığını önceleyen, çıkar çatışmalarından arındırılmış, bilimsel ve toplumsal temele dayanan kararlılıkla yürütülmelidir.
Alkolsüz bir toplum, yalnızca alkolün yokluğu değil; onun yerine değerlerin, sağlığın ve dayanışmanın varlığıdır. Bu dönüşüm, yalnızca bireysel fayda değil; nesillerin ve kültürün korunması için atılacak en büyük adımdır. Küresel hedeflere ulaşmanın yolu, yerel değerlerle uyumlu, bilimsel ve vicdani politikalar üretmekten geçmektedir. Gençlerimize daha iyi bir gelecek ancak bu bilinçle sağlanabilir.