Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
1056
Teknoloji Bağımlılığı
Sosyal Medyada Dayatılan Güzellik Büyük Bir Yanılgı
Sosyal medyada, televizyon kanallarında, dijital platformlarda sunulan ve dayatılan güzelliğin büyük bir yanılgı olduğunu belirten Klinik Psikolog Gökhan Ergür; Günümüzde; temsil gerçeğe, kopya aslına, tasvir nesneye ve dış görünüş öze tercih edilmiş vaziyette. Bu döngüyü kırabilmek ve hakiki olana yaklaşabilmek için ihtiyacımız olan şey; üzerimizde bir mücevher gibi taşıdığımız ruhumuzu yeniden hatırlamak ve hatırlatmaktır.” diyor.
Dünya artık teknolojik olarak büyük bir değişimin eşiğinde. Klinik Psikolog Gökhan Ergür, son dönemde adını sıklıkla duymaya başladığımız metaverse evrenin kısa bir süre sonra büyük bir çoğunluğun içinde varlık göstereceği paralel bir dünyaya dönüşeceğini söylüyor. Teknolojinin, özellikle gençlerin zihninde, hayatın bir gerçekliği haline dönüşmüşken sosyal medyada bulunmamanın, onların gözünde yok olmakla eş değer olduğunu dile getiren Klinik Psikolog Gökhan Ergür ile sosyal medyadaki güzellik algısı ve baskısı üzerine konuştuk.
İLK SORU ‘INSTAGRAM’IN VAR MI?’
Gökhan Ergür, önceleri birbirini tanımak isteyen kişilerin sohbetleri esnasında nereli olduklarını, nerede doğduklarını sorduğunu, şimdi ise sorulan ilk sorunun ‘Instagram’ın var mı?’ olduğunu söylüyor. “Çünkü soran kişi biliyor ki o kişinin hayatına dair her şeyi sosyal medya hesaplarında bulabiliyor.” diyen Ergür şöyle devam ediyor: “Evet, bu pratikte doğru olabilir fakat unutmamak gerekir ki; sosyal medya hesaplarımız bizim için ışıklı bir vitrindir ve vitrine sadece alıcıların dikkatini çeken, parıltılı ürünler koyulur. Başarısızlıklar, mutsuzluklar ve kusurlar hep tezgâh altında saklanır. Sadece gençler için değil, hepimiz için beğeni almak, takdir toplamak, övgüye mazhar olmak son derece önemli. Çünkü çağın içinde bir anlamsızlık oyuğu var ve bu oyuk, birçoğumuzun ruhuna sirayet etmiş vaziyette. Ruhlarımızın bu derin boşluğunu da ancak “mış gibi” yaşayarak edindiğimiz takdir yanılgısı ile doldurabiliyoruz. Yani insan artık var olmak için görünme ve beğenilme ihtiyacı hissediyor. Fakat kötü haber şu; beğenildiğimiz, takdir topladığımız ve var olduğumuz dijital dünya gerçek değil, fişi çekildiği anda yok olacak bir dünya.”
SOSYAL ÇEVREYE DİJİTAL ÇEVRE DE EKLENDİ
Albert Bandura’nın sosyal öğrenme kuramının temelinde gözlem ve başkalarının davranışlarını taklit etmeye dayalı dolaylı bir öğrenme olduğunu vurgulayan Gökhan Ergür; “Yani insan, sosyal bir ortam içerisinde etrafındakilere bakarak onları taklit eder ve öğrenmeyi gerçekleştirir. Bu durum, çocukların ve ergenlerin şahsiyetlerini, kimliklerini geliştirme süreçlerinde de büyük oranda böyle işler. Ergen; bağımsızlığını kazanmak, kimlik oluşturmak ve birey olmak için ebeveynlerinden yavaş yavaş uzaklaşır, sosyal çevresinde kendi ilgi ve merak alanlarına uygun kişilere yakınlaşır. Fakat bu sosyal çevreye artık dijital çevre de eklenmiş vaziyette. Vaktiyle; mahalle komşuları, akrabaları, okul ve kurs arkadaşlarından kurulu olan sosyal çevre bugün, teknolojinin etkisiyle tüm dünyayı kapsamış vaziyette. Söz gelimi Dudullu’da oturan bir gencin sosyal çevresini Kuala Lumpur’da oturan bir başka genç oluşturabiliyor artık. Birbirlerinin hayatlarından haberdar olup beraber oyun oynayabiliyor, film izleyebiliyor ve görüntülü görüşebiliyorlar. Bu durumu elbette ki bir problem olarak görmüyoruz aksine bu, büyük bir zenginlik. Fakat doğru bir biçimde kullanılabilirse.” diyor.
HERKES MUTLU, ZENGİN VE BAŞARILI
“Sosyal medya dediğimiz ortam, kimliklerimizin aydınlık ve başarılı yönü. Oysa her insanın içinde bir karanlık yön ve bazen boyunu aşan başarısızlıkları var. İşte buradaki tehlike de bu; gençler sadece ekrandan yansıyan başarının ve mutluluğun farkındalar.” diyen Gökhan Ergür, sosyal medyada insanların karşısına çıkan olguların genellikle; şöhret, para, lüks mekânlar, başarı, şatafat ve zafer olduğunu dile getiriyor. Ergür sözlerini şöyle sürdürüyor: “Tüm gününü bilgisayar ve telefon başında geçiren bir genci hayal edin. Karşısına çıkan tek şey bu olgular olacaktır ve genç, dünyanın böyle bir yer olduğu yanılgısına varacak ve kendi hayat standartlarını gözden geçirecektir. Herkesin mutlu, zengin ve başarılı olduğunu düşünen genç, kendi hayatında bu standartları yakalayamayınca daha mutsuz bir hale bürünebiliyor ve çaresizlik duyguları içerisinde henüz hayatın başındayken havlu atıp dünyadan kendisini soyutlayabiliyor.”
YENİ ROL MODELLER İNTERNET FENOMENLERİ
“Rol modeller, kişinin yakın çevresinden olabildiği gibi, uzak ve şahsen tanınmayan insanlar arasından da seçilebilir.” diyen Klinik Psikolog Gökhan Ergür sözlerini şöyle sürdürüyor: “Vaktiyle efsanevi kişilikler, film yıldızları, futbolcular, şarkıcılar rol model olarak seçilirken bugün artık YouTube, Instagram, Twitch fenomenleri rol model olarak seçiliyor. Rol modeller, bireylerin karar verme davranışı, karakter oluşumu ve gelişimi üzerinde doğrudan ya da dolaylı etkileri bulunan bir özellik taşırlar. Aile kurumu tarafından çocuktan beklenen davranış özellikleri; kişinin önce kendisine sonra ülkesine yararlı olması, iletişim becerisi, yaratıcılığı ve üreticiliğinin gelişmiş olması, toplumsal norm ve değerleri öğrenmiş bir birey olması yönünde. Okul kurumunun beklentisi ise, hem öğretmen ve yönetici hem de kitaplarda sunduğu rol modeller ile öğrencilerin belirli bilgi, beceri ve tutumlarla donanmış olmaları, bir meslek sahibi olmaları, öğrencilerde olumlu karakter özelliklerinin oluşması ve gelişiminin teşvik edilmesi, sosyalleşmelerinin sağlanması yönünde.”
HANGİ ROL MODEL?
Gökhan Ergür, yeni dünya düzeninde gençlerin önüne koyulan birçok rol modelin, toplumun normlarının dışında kalan, toplumsal değerlere savaş açan ve gençleri pasifize edip zihinlerini iğdiş eden kişilerden oluştuğunu dile getiriyor. Ergür; “Bu noktada yeni düzenin rol model olarak sunduğu modeller endüstriyel sistem tarafından ekonomik ve kültürel amaçlar doğrultusunda üretiliyor, tasarlanıyor ve pazarlanıyor. Bu anlamda amaç, yapı ve hedefler açısından medyanın sunduğu rol modeller, okul ve aile kurumlarının sunduğu rol modellerden önemli ölçüde farklılaşıyor. Medyanın sunduğu modellerin ise endüstriyel sistem tarafından ekonomik çıkar çerçevesinde yapılandırılması, kurgusal ve gerçek dışı olması, hayali ve sanal olması, eğlence ve tüketim kültürü ile yoğrulması, bilimsellik taşımaması, şiddet ve gayri ahlaki öğeler ile iç içe olması açısından önemli ölçüde farklılık gösterdiğini söyleyebiliriz.” diyor.
“ERGENLİK BİR YENİDEN DOĞUMDUR”
Ergenliğin başlı başına fırtınalar ve zorlukların olduğu bir süreç olduğunu belirten Gökhan Ergür sözlerine şöyle devam ediyor: “Hatta diyebiliriz ki, ergenlik bir yeniden doğumdur ve yeniden inşadır. Bu sürecin duygusal, davranışsal, fizyolojik birçok sonucu vardır. Ergen bu süreçte bu değişikliklerle baş etmeye çalışır. Ergenin önem verdiği ve üzerine kafa yorduğu olayların başında da dış görüntüsü gelir. Ergen için bu kadar önemli olan dış görünüş ile ilgili gerçekçi olmayan beklentilerin oluşturulması, yeni idealler belirlenmesi oldukça büyük bir problemdir. Fiziksel olarak gelişen ve bu gelişimin her zaman orantılı bir biçimde olmadığını gören ergen, ayna karşısında büyük bir mutsuzluğa kapılır. Örnek aldığı ya da kendisine ideal olarak sunulan güzellik normlarına ve örneklere uzak olduğunu düşünen ergen zamanla kendi benliğine uzaklaşır. Depresyon, kaygı bozuklukları, yeme bozuklukları bu dönemde sık karşılaştığımız problemlerdir.”
Gökhan Ergür, kişinin kendi bedenine, fiziksel görünüşüne bir başkası gözünden bakmaya çalışması ve bu anlamda beklentileri karşılama çabasının yabancılaşmaya yol açabileceğini söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Sürekli olarak sizin belirlemediğiniz bir forma uymaya çabalıyorsunuz ve bu formu belirleyen kişi siz olmadığınız için de eksik ve yabancı hissediyorsunuz. Mevcut görüntünüzle ideal olarak belirtilen görüntü arasındaki mesafe ne kadar uzaksa, kişi o kadar çok yorulur ve yabancılaşır. Kendisine yabancılaşan kişi ise hayata uyum sağlayamaz, daimi olarak bir şeylerin eksikliği ve huzursuzluğu içerisinde savrulup durur. Bu noktada lütfen şunu aklımızda tutalım: Sosyal medyada gördüğümüz ve güzel olarak algıladığımız, algılamak zorunda kaldığımız form; çeşitli filtreler, fotoğraf uygulamaları ve cerrahi müdahaleler ile oluşturulmuş görüntülerdir.
O kişilerin doğuştan sahip olduğu özellikler değil.” Ergenlik döneminin aynı zamanda öz güvenin de şekillendiği ve güçlendiği bir dönem olduğunun altını çizen Gökhan Ergür, bu dönemde öz güvenin oldukça hassas ve kırılgan olduğunu söylüyor. Ergenin kendisiyle ilgili dışarıdan yapılan yorumlara, eleştirilere ve övgülere fazlasıyla açık olduğunu dile getiren Ergür; “Bu yorumları fazlasıyla düşünüp bir muhasebe yapar. Şu an halihazırda hayatlarımızın büyük bir kısmını geçirdiğimiz teknoloji evreninde dijital zorbalıktan en çok etkilenen yaş grubunun ergenler olması tesadüfi bir sonuç değil. Burada asıl olan; ergeni gerçek hayata döndürmek ve gerçek dünyada yaşaması için ona rehberlik etmektir. Çünkü öz güven ve öz saygı ancak ve ancak gerçek dünyada gerçek insanlar vasıtasıyla kazanılır.” diyor.
“TEK BİR GÜZELLİK YOKTUR”
Gökhan Ergür şöyle devam ediyor: “Ebeveynlerin çocuklarına öncelikle şunu anlatması gerekiyor: Tek bir güzel yoktur. Güzellik dediğimiz olgu belirli şartları içeren, ortak kabul gören, sınırlara hapsolmuş bir durum değildir. Yaratılmış her canlı, var olan her insan güzeldir, sevilmeye ve takdir edilmeye layıktır. Sosyal medyada, televizyon kanallarında, dijital platformlarda bize sunulan ve dayatılan güzellik büyük bir yanılgıdır ve bizlerin bu yanılgıya uymak gibi bir zorunluluğu yoktur. Dünyada her geçen gün gençlerin estetik operasyon geçirme oranı artıyor çünkü onlara dayatılan güzellik algısı her geçen gün daha da şiddetleniyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde aileler, mezuniyet hediyesi olarak çocuklarına estetik operasyonlar hediye ediyorlar. Bu, gençlere yapılabilecek en büyük kötülük.
Anlamın kaybolduğu yerde madde yüceltilir. Ailelerin bu durumu çocuklarına detaylıca anlatmaları ve örnek olarak öğretmeleri gerekiyor. Hayatta yatırım yapmamız gereken yerin güzelliğimiz değil sağlığımız ve ruhumuz olduğunu, güzellik diye dayatılan olgunun aslında geçici olduğunu, insana kıymet katan şeyin görüntüsü değil söylemleri ve eylemleri olduğunu her fırsatta, uygun bir dilde ifade etmeliyiz. Ve son olarak da güzelliğin pürüzsüzlük demek olmadığını, kusur olarak gördüğümüz şeylerin aslında bize kıymet katan, diğerlerinden ayıran bir yönümüz olduğunu da bilmelerini sağlamalıyız.”
METROPOLLERDE İNSANLAR BİRBİRİNE BENZİYOR
Gökhan Ergür sözlerini şöyle tamamlıyor: “Yeni evrendeki insan modellerinde benlik ortadan kalktı ve yerine dizayn edilmiş karakterler geldi. Bu gösteri evreninde hepimiz ahlak timsali, doğrucu, yardımsever, güzel, yakışıklı, havalı ve zengin insanlara dönüştük. Fotoğraf filtreleriyle hepimiz pürüzsüz ciltlere, daha zayıf bedenlere sahip olduk ve güzellik algımız buna göre şekillendi. Şöyle bir çevrenize bakın; metropollerde insanlar birbirine ne kadar çok benziyor. Henüz 15 yaşındaki genç bir kız, cerrahi bir zorlama ile dayatılan sentetik ideal biçimleri kendisine ulaşılması gereken bir hedef olarak görüp bıçak altına yatmayı göze alabiliyor. Fakat şunu unutmamak gerekir ki; bu filtreler gerçek değil, bir kurgu ve bu kurgu yani filtreler içerik geliştiriciler tarafından değiştirilebilir, yeni bir ‘güzellik’ algısı inşa edilebilir.
Yeri gelmişken hatırlatalım; insana ve nesneye şahsiyet katan, değerli kılan ve ayıran şey kusurlarıdır. Tabiat gereği yaratılmış her şeyde görüntü itibarıyla bir pürüz vardır. Dümdüz ve pürüzsüz görünen bir camı çeşitli aletlerle yakından izlediğimizde gördüğümüz şey, kusurlar ve pürüzler olacaktır. Unutmamak gerekir ki; dünya kusurlarla ve modern dünyanın çirkinlik diye tabir ettiği güzelliklerle tamamlanır, anlam kazanır. Bunun aksi için mücadele etmek bizi ancak derin bir anlamsızlık çukuruna sürükler. Günümüzde; temsil gerçeğe, kopya aslına, tasvir nesneye ve dış görünüş öze tercih edilmiş vaziyette. Bu döngüyü kırabilmek ve hakiki olana yaklaşabilmek için ihtiyacımız olan şey; üzerimizde bir mücevher gibi taşıdığımız ruhumuzu yeniden hatırlamak ve hatırlatmaktır.”
KLİNİK PSİKOLOG GÖKHAN ERGÜR KİMDİR?
İstanbul Bilim Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi psikoloji bölümünü bitirdi. Yüksek lisans eğitimini ‘Şiddet içerikli bilgisayar oyunu oynayan ikinci kademe öğrencilerinin saldırganlık eğilimlerinin ve benlik saygı düzeylerinin incelenmesi’ başlıklı teziyle İstanbul Arel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü klinik psikoloji alanında tamamladı. Doktora çalışmasına Yakın Doğu Üniversitesinde devam eden Gökhan Ergür, Moodist Psikiyatri ve Nöroloji Hastanesinin etik kurulunda yer almasının yanı sıra burada psikoterapi hizmeti de sunuyor. Aylık edebiyat ve fikriyat dergisi İtibar‘ın yayın kurulunda bulunan Gökhan Ergür, üç aylık psikoloji dergisi Nefes’in Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de sürdürüyor.