
Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
Deprem kuşağı üzerinde yer alan ülkemiz, son olarak 6 Şubat tarihinde Kahramanmaraş merkezli meydana gelen iki büyük depremle sarsıldı. İlki 7,7; ikincisi 7,6 büyüklüğündeki depremler; Kahramanmaraş, Kilis, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya ve Hatay'da büyük yıkıma yol açtı. Nitelikli afet yönetimi sisteminin vazgeçilmez unsurları olan STK’lar ve gönüllüler, Marmara depremi, Van depremi gibi diğer büyük depremlerde olduğu gibi son yaşanan Kahramanmaraş depremleri sonrasında da afet bölgelerinde arama-kurtarmadan ilkyardıma, lojistikten barınmaya, iletişimden psiko-sosyal desteğe pek çok alanda faaliyette bulunarak yaraların sarılmasında önemli roller üstleniyor.
Türkiye sahip olduğu tektonik, sismik, topografik ve iklimsel yapısı gereği doğal afetlerin sıklıkla yaşandığı bir ülke. Su baskını, sel, çığ, heyelan, yangın ve maalesef en yıkıcısı olan deprem… Türkiye’de ortalama olarak her yıl büyüklüğü 5 ile 6 arasında değişen en az bir deprem meydana geliyor. Ülkemizde yaşanan depremler dünyadaki depremlerle kıyaslandığında vermiş olduğumuz can kaybı sayısıyla dünyada üçüncü sıradayız. Depremden etkilenen insan sayısı açısından ise sekizinci sırada yer alıyoruz.
KAHRAMANMARAŞ DEPREMİ 10 İLİMİZDE BÜYÜK YIKIMA NEDEN OLDU
100 yıllık Cumhuriyet tarihimizin en büyük ikinci doğal afeti olarak kayıtlara geçen 6 Şubat’ta Kahramanmaraş’ta meydana gelen 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremler maalesef 10 ilimizde büyük bir yıkıma neden oldu; 13 milyon insanı doğrudan etkiledi. Yüzyılın afetinde, Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Adıyaman, Osmaniye, Hatay, Kilis, Malatya ve Elazığ'daki can kaybı resmi rakamlara göre 38 binin üzerinde olurken 100 binin üzerinde vatandaşımız yaralandı.
TÜM TÜRKİYE SEFERBER OLDU
Deprem sonrası bölgeye arama kurtarma, ilkyardım ve insani ihtiyaçların temini için AFAD (T.C. İçişleri Bakanlığı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı), PAK (Polis Arama Kurtarma), JAK (Jandarma Arama Kurtarma), JÖAK (Jandarma Komando Özel Asayiş Komutanlığı), Sahil Güvenlik, DAK (Doğal Afetler Arama Kurtarma Taburu), Güven, İtfaiye, Tahlisiye, MEB AKUB (Millî Eğitim Müdürlükleri Arama ve Kurtarma Birimi), STK'ler ve pek çok ülkeden gelen uluslararası yardım ekipleri sevk edildi. Resmi açıklamalara göre bölgede deprem bölgelerinde 35 bin 495 arama kurtarma personeli görev yaptı. Diğer ülkelerden gelen arama kurtarma personelinin sayısı ise 9 bin 793 olarak kayıtlara geçti. AFAD, emniyet, jandarma, MSB, UMKE, ambulans ekipleri, gönüllüler, yerel güvenlik ve yerel destek ekiplerinden görevlendirilen saha personeli ile beraber bölgede görev yapan personelin sayısı 238 bin 459’a ulaştı.
ASRIN FELAKETİ VE STK’LAR
Kahramanmaraş merkezli depremin ardından ilgili STK’lar afet bölgelerinde arama kurtarma çalışmalarına ve depremden zarar gören yurttaşlara çeşitli yardımları ulaştırmaya başladılar. STK’lar öncelikli olarak ihtiyaç durum analizi yaparak çalışmalarına başladılar. Afet bölgesinde çalışan her sivil toplum kuruluşu oluşturulan kriz masası koordinasyon ekibiyle iş birliği içinde kendi uzmanlık alanlarına göre çalışmalar gerçekleştirdi.
YEŞİLAY’DAN PSİKOSOSYAL DESTEK
Gönüllülük esasıyla deprem bölgesinde çalışan STK’lar ve gönüllü kişiler; bilgi, beceri, deneyim ve uzmanlık kriterlerine göre tespit edilen ihtiyaçlar doğrultusunda lojistik, barınma, hafif arama kurtarma, altyapı, iletişim, haberleşme, sağlık, psikososyal-ruh sağlığı, eğitim gibi alanlarda çalışmalarda bulunmaya devam ediyorlar. Türkiye’nin en köklü kuruluşlarından Yeşilay da depremden etkilenen vatandaşlarımıza Yeşilay Danışmanlık Merkezlerinde (YEDAM) 258 klinik psikolog ve 125 sosyal hizmet uzmanı ile çevrim içi ve yüz yüze olmak üzere psikososyal destek vermeye başladı.
TÜRKİYE VE DEPREM GERÇEĞİ
Türkiye’de on binlerce insan deprem yüzünden hayatını kaybederken kentler de büyük yıkıma uğradı. 1939 Erzincan depremi, geçtiğimiz şubat ayından yaşanan Kahramanmaraş depremleri ve 1999 Marmara depremi ülkemizde en yıkıcı etkilere sahip depremler olarak öne çıkarken; 1992 Erzincan depremi, 1995 Dinar depremi, 1998 Adana-Ceyhan depremi, 2011 Van depremi, 2020 Elazığ ve İzmir depremleri de can ve mal kayıplarına neden oldular. Afetler gerçekleştiği bölgelerin fiziksel, sosyal ve ekonomik yapısının büyük zararlara uğramasına yol açarken, ülke ekonomisini de olumsuz etkiliyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nde doğal afetlere ilişkin politika uygulamaları 1939 Erzincan depremi sonrası uygulanmaya ve geliştirilmeye başlandı. 1959 yılında çıkarılan 7269 Sayılı Kanun ile doğal afetler konusundaki yasal boşlukların giderilmesine yönelik çalışmalar yapıldı. 1988 yılında çıkarılan “Afetlere İlişkin Acil Yardım Teşkilatı ve Planlama Esaslarına Dair Yönetmelik” ile devletin tüm imkûnları ile afet bölgesine en hızlı şekilde ulaşması ve afetten etkilenen vatandaşlara ilk müdahalede bulunması amaçlandı. Ancak 17 Ağustos 1999 Marmara depreminin büyük can kaybına ve geniş çaplı hasara neden olması, ülkemizde afet yönetimi konusunun tekrar gözden geçirilme zorunluluğunu acı bir şekilde ortaya koydu.
MARMARA DEPREMİ VE GÖNÜLLÜLÜK KAVRAMI
Merkez üssü Gölcük olan 7,4 büyüklüğündeki Marmara depremi; Kocaeli, Yalova, Sakarya, Bursa, Bolu ve İstanbul’un Avcılar ilçesinde büyük bir yıkıma neden oldu. 112 bin 757 ev ve iş yeri yıkıldı; 263 bin 933 ev ve iş yeri hasar gördü. 2010 yılında yayımlanan Meclis araştırma raporuna göre, 18 bin 373 kişi hayatını kaybetti, 48 bin 901 kişi yaralandı. Depremin ilk saatleri, hatta ilk günlerinde tam bir panik ve ne yapacağını bilememe hali yaşandı. Arama-kurtarma, yardım, lojistik, barınma ve iletişim faaliyetlerinde pek çok eksiklikler yaşandı. Türkiye’de Marmara depremine kadar insanların yardım etmek kavramı üzerinden hareket tarzları ayni ve maddi kaynaklarını paylaşmaktı. Ancak geniş bir alanda çok yoğun nüfusu etkileyen bu depremde maddi bağış yapmak maalesef tek başına yeterli olmadı. Tüm televizyon ve radyo kanallarından “Deprem bölgesinde gönüllülere ihtiyaç duyulduğu” şeklinde anonslar yapılıyordu. Gönüllülük kavramının yeni duyulduğu bir dönemde, depremzedelere yardım etmek için birçok ulusal ve uluslararası yardım kuruluşu, dernek ve vakıfla beraber binlerce vatandaşımız gönüllü oldular.
GÖNÜLLÜLER FARKINDALIK OLUŞTURDULAR
Marmara depremi Türkiye’de gönüllük kavramı için adeta bir kırılma noktası oldu. Bu süreçte deprem karşısında devletin hantal kaldığı eleştirileri dillendirilirken, depremde sivil toplum kuruluşlarının işlevselliği öne çıktı. Kuruluş amaçları birbirinden farklı STK’lar, deprem bölgesinde gerek maddi yardımlarını organizasyonunda gerekse depremzedelerin sosyal ihtiyaçları konusunda etkinliklerde bulundular. Öncelikle arama kurtarma alanında başlayan gönüllü çalışmaları, kısa sürede insani yardım ve sonrasında da hayatın normale döndürülmesi çalışmalarıyla uzun bir süre devam etti. Marmara depremi sonrasında kısa adı AKUT olan Arama Kurtarma Derneği depremde öne çıkan sivil toplum kuruluşlarının başında yer aldı. Bu süreçte AKUT, 150 gönüllüsü ile çalışarak 200’ün üzerinde insanın hayatını kurtardı.
DEĞİŞEN AFET POLİTİKALARI
Marmara depremi sonrası afet politikaları yeni bir boyut kazanırken ve tarihsel süreç içerisinde kurumsal yapılarda değişikliğe gidildi. Bu çerçevede ülkemizde yeni bir afet yönetim modeli uygulamaya konuldu. Getirilen bu model ile öncelik ‘‘Kriz Yönetimi’’nden ‘‘Risk Yönetimi’’ne verildi.
- 1999 depremi öncesinde ülkemizde ilk yardım ve acil sağlık hizmetleri yönetmeliği bulunmuyordu. T.C. Sağlık Bakanlığı tarafından 2002 yılında çıkarılan "24762 sayılı ilk yardım yönetmeliği” ile ilk yardım eğitim merkezleri kuruldu ve bu merkezler vasıtasıyla ilk yardım eğitimi toplumda yaygınlaşmaya başladı.
- Ulusal Medikal Kurtarma Ekibi (UMKE) ise, meydana gelen afetlerde yurt içi ve yurt dışında yeterli ve nitelikli sağlık hizmeti sunabilmek için gönüllü sağlık personelinden oluşan T.C. Sağlık Bakanlığı Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı olarak 2004 yılında kuruldu.
- Afet sırasında operasyon hizmeti veren Sivil Savunma Genel Müdürlüğü, afet öncesi risk değerlendirmesi ve düzenleme çalışmalarından sorumlu Afet İşleri Genel Müdürlüğü, acil durumlarda ise yer alan ilgili kurumlara mali ve personel desteği sağlayan Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü kapatılarak afetleri tek çatı altında yürütmek amacıyla 17 Haziran 2009 yılında Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) kuruldu. Bu değişiklikteki temel amaç Marmara depremi sonrası kurulan yüzlerce sivil toplum kuruluşu arasındaki koordinasyonu sağlamaktı. Şu anda arama kurtarma konusunda çalışan tüm sivil toplum kuruluşları AFAD tarafından oluşturulmuş olan Kriz Merkezine bağlı olarak çalışmalarını sürdürüyor.
HAZIRLIKLAR VAN DEPREMİNDE KENDİNİ GÖSTERDİ
T.C. İçişleri Bakanlığı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), sivil toplum kuruluşları, belediyeler ve jandarma, polis gibi kolluk birimleri (JAK-Jandarma Arama Kurtarma, PAK-Polis Arama Kurtarma) arama-kurtarma ekipleri kurup eleman yetiştirdiler. Depreme hazırlık çalışmaları kapsamında STK’lar, yerel yönetim ve kamu unsurları ile sistematik bir iş birliği içine girdiler. Üniversiteler deprem merkezlerinde Marmara depremi deneyimi sonrası kentsel dönüşüm ve depremin sosyal boyutları ile ilgili araştırmalar yaptılar.
Marmara Depremi’nin ardından STK’ların deprem konusunda tecrübe edindiler; ve 2011 Van Depremi’nde kriz yönetimi, ani müdahale ve deprem sonrası yardımlar konusunda tecrübelerini artardılar. Kriz masaları, AFAD, Kızılay, belediyeler ve sivil toplumun örgütlenme ve iş yapma etkinliği artarken; çadır-kentlerde psiko-sosyal destek çalışmaları sistematik hale geldi. Van depremine kadar çok yetersiz kalan psikososyal hizmetlerin Van Depremi sonrasında ilerleme kaydettiği ancak kamu kurum ve kuruluşlarından ziyade sivil toplum kuruluşları eliyle yürütüldüğü görüldü.
AFET YÖNETİMİ VE STK’LAR
Çoğu toplumsal problemlerde olduğu gibi afetler konusunda da halkın desteğine ve çabalarına ihtiyaç duyuluyor. Bu nedenle afetler konusunda halkı bilinçlendirmek, tedbirler almak, ilgili kamu kuruluşlarına destek sağlamak amacıyla pek çok afet gönüllüsü bir araya gelerek, Sivil Toplum Kuruluşlarını (STK) meydana getirdiler. Türkiye’de afet yönetimi alanında çalışmalar yürüten STK’ların gelişmesine, İstanbul’da yapılan Habitat II toplantısı önemli ölçüde katkı sağladı. Özellikle Marmara depremlerinin ardından STK’lar çalışmalarda etkin bir şekilde yer alarak afet yönetim sürecinin başarılı bir şekilde yürütülmesinde önemli rol oynadılar. Bu depremlerin ardından hem STK’ların hem de bu kuruluşlarda yer alan gönüllü bireylerin sayılarında artışlar görüldü.
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER: GÖNÜLLÜLÜK RUHUNU GÜÇLENDİRİN
T.C. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın 2009 yılında hazırladığı Afetlere Hazırlık ve Kentsel Risk Yönetimi Komisyonu Raporu’na göre STK’ların en belirgin özellikleri; “Hükümetten, merkezi ve yerel yönetimlerden bağımsız olmaları, gönüllülük prensibi içerisinde kamu yararı gözeterek çalışmaları, maddi çıkar beklememeleri ve kâr amacı gütmemeleri, merkezi ve yerel yönetimlerle vatandaşlar arasında köprü görevi üstlenmeleri, yalnız kendi ilgi alanları ile değil toplumu ilgilendiren tüm sorun ve konularla da ilgili olmaları.” olarak nitelendiriliyor. Afet gönüllüsü ise; afet öncesi, sırası ve sonrasında, ihtiyaç duyulan konularda maddi, manevi hiçbir beklentisi olmaksızın kamu kurum ve kuruluşları, Türk Kızılay’ı veya diğer yardım kuruluşlarına destek sağlamak amacıyla eğitim almış kişiler olarak tanımlanıyor.
Afet gönüllülerinin, sadece afet sonrası değil öncesi olan risk azaltma aşamasında da çok önemli rolleri bulunuyor. Gönüllü örgütler bu kapsamda toplumu afetler konusunda uyarıyor ve risk azaltımına yönelik toplum bilinçlendirme çalışmaları yürütüyor. Tüm dünyada afet yönetimine gönüllü katılımı teşvik ediliyor ve bu konuda teşvik edici ve kolaylaştırıcı önlemler alınıyor.
Birleşmiş Milletler öncülüğünde oluşturulan Afet Risklerinin Azaltılması Hyogo Çerveve Eylem Planı’ında (2005) afet risklerinin azaltılması çabalarına halkın katılımını teşvik edilmesi önerilmiş ve doğal afetlerle baş edebilirliğin sağlanması için “Gönüllülük ruhunu güçlendirin.” deniliyor. Hyogo’da yer alan stratejik hedefler; sivil toplum kuruluşları (STK) çalışma prensipleri, kapasiteleri ve kabiliyetlerinin afet direncini artırmaya yönelik faaliyetler yapmak, güçlendirmek ve geliştirmektir. Bu hedefle birlikte gönüllü hizmetlerin önemi uluslararası dokümanlarda da vurgulanmıştır.
GÖNÜLLÜLÜK KAVRAMININ ÖNEMİ HER GEÇEN GÜN ARTIYOR
Gönüllülük esasıyla hareket eden kuruluşlar, içinde bulundukları toplumun özelliklerini tanır, ihtiyaçlarını tahmin eder ve müdahale konusundaki yardımsever ve hızlı tutumları sayesinde sorunlarla baş edilebilirliği sağlar. Dolayısıyla ortak hedefler doğrultusunda bir araya gelerek eşgüdüm halinde faaliyet göstermek üzere oluşturulmuş gönüllü yapılanmaların önemi gün geçtikçe artıyor.
İlgili kurumların aktif rolleri ve tecrübesine rağmen zaman zaman afet bölgesinde çeşitli sıkıntılar ve eksiklikler maalesef ortaya çıktı. Bu noktada eksikliklerin giderilmesi için yerel halkın rol aldığı bir yönetim sistemi oluşumuna gidildi. Bir bölgede afet yaşandığında yerel halk uzman ekipler gelinceye kadar hemen müdahale ederek afet yönetim sistemine önemli ölçüde katkı sağladılar. Sonrasında da bölgede halk gönüllü olarak afetlerde bazı alanlarda çalışmalara katılarak ve ilgili kuruluşlara destek sağlayarak kayıpları en aza indirgediler. Sağlanan bu katkıyla afet yönetim sisteminde ve afetlerde gönüllülük sisteminin geliştirilmesinin gerekliliği ve önemi bir kez daha ortaya konulmuş oldu.
TOPLUMDAKİ “DEVLET BABA” ANLAYIŞI STK’LARI SINIRLANDIRIYOR
STK’ların ve gönüllülerin afet yönetimi çalışmalarındaki etkisi giderek artmasına rağmen, Türkiye’de deprem sonrası süreçlerin etkin bir şekilde yerine getirilmesinde; merkezi kamusal gücü temsil eden devlet başat bir aktör olarak her dönem öne çıktı. Depremden etkilenen insanlar her ihtiyaçlarının, devlet baba olarak gördükleri, merkezi hükûmet tarafından karşılanmasını beklediler ve hâlâ aynı beklentiyi taşıyorlar. Bu anlayış afet yönetim sistemine yerel yönetimlerin ve halkın etkin katılımını büyük ölçüde sınırlandırıyor.
Sivil toplum kuruluşlarının deprem sonrasında devlet ve yerel yönetimlerle iş birliği ve dayanışma içerisine girmeleri önemli olmakla birlikte, bu dayanışmanın sürdürülebilir ve karşılıklı olması esası üzerine vurgu yapmak gerekiyor. Toplumun desteği ve aktif katılımı sağlanmadan afet zararlarının azaltılması ve afetlere karşı hazırlıklı olunması mümkün olamayacağı gibi, toplumun desteği ve aktif katılımı afete müdahale ve iyileştirme faaliyetleri sırasında da hız ve etkinlik sağlamak açısından büyük önem taşıyor.