Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
1042
Sağlıklı Yaşam
“Tarımsal Üretimi Tüketici Davranışları Belirleyecek”
Tarım, sağlıklı yaşam ve dolayısıyla da sağlıklı beslenmeyle doğrudan ilgili. Enerji, tarım ve gıda sektörü konusunda Türkiye’nin önde gelen uzman gazetecilerinden İrfan Donat’la tarımın ülkemizdeki ve dünyadaki geleceğini konuştuk. Tarımın dününden, bugününden başlayarak nereye doğru evrileceğine baktık…
“Akıllı Tarım” isminde bir program yapıyorsunuz… Akıllı tarım, dijital tarım deyince ne anlıyoruz? Geleneksel tarımdan farkları neler? Akıllı tarım modelleri geleneksel tarımdan neleri katıyor kendisine?
Akıllı tarım, dijital tarım kavramlarından aslında tarımdaki değişimi ve dönüşümü anlıyoruz. Akıllı tarım, dijital tarım dediğimiz zaman, geleneksel tarım anlayışıyla modern tarım anlayışının harmanlanmasını anlayabiliriz. Atadan, dededen gelen tarımda kadim bir bilgi var ve o bilgiyi Ar-Ge ve inovasyon gibi anahtar kelimeleri barındıran teknoloji ve teknik altyapılarla destekleyerek ve işleyerek bir hedefe doğru ilerliyoruz. Nedir o temel hedef? Minimum maliyet, optimum verim ve kalite ile maksimum gelir… Peki hedefin sonunda ne var? Üretici ve tüketicilerin kazanacağı bir sistem… Ekolojik dengeyi gözeten, çevre dostu, doğa ile barışık ve sürdürülebilir bir tarım modeli... Bildiğiniz üzere tarımın temelinde toprak, su, hava ve tohum var. Ama yeni dönemde bu temellere ek olarak artık bilgi, veri analizi ve teknoloji de tarımda önemli bir rol üstleniyor.
Ne gibi roller bunlar?
Daha değişik bir ifadeyle tarımın girdileri sadece tohum, gübre, mazot ya da ilaç değil... Doğru bilgi, güncel veri ve uygulanabilir teknolojik destekler de yeni dönemde çiftçilerimizin öncelikli girdileri arasında yer alıyor. Tüm dünya artık yeni döneme kendini adapte ediyor. Gelişmiş ülkeler, tarımdaki riskleri minimize etmek ve yönetmek adına ellerindeki tüm teknolojik enstrümanları kullanıyor ve kullanmaya da devam edecek. Türkiye de bu rekabetçi yapıdan ve bu yarıştan uzak kalamaz. Eğer hem yurt içi pazarda istikrarı sağlamak hem de uluslararası pazarda rekabetçi bir konumda yer almak istiyorsak biz de bu değişim ve dönüşüme ayak uydurmak zorundayız. Dolayısıyla Türkiye'nin nasıl tarımsal girdilerde yerlilik oranını artırması gerekiyorsa, know-how ve tarımsal teknoloji alanında da Ar-Ge ve inovasyon yatırımlarına ağırlık vererek yerli ve millilik oranını artırması şart. Zira Ar-Ge ve inovasyon çalışmaları oldukça uzun soluklu bir süreç. O yüzden bu noktada kamu-özel sektör-üniversite iş birliği de şart.
“12 BİN YILLIK TARIMSAL BİR HAFIZAYA SAHİBİZ”
Türkiye’nin şu anda sizce, tarımda diğer dünya ülkelerine kıyasla ileri olduğu alan nedir? Aynı şekilde yol kat etmemiz gereken alan neler?
Aslına bakarsanız Türkiye, tarımsal anlamda pek çok açıdan önemli avantajlara sahip, ciddi potansiyel barındıran bir ülke. Bunu fırsata çevirebilirse önü çok açık. Örneğin sahip olduğu biyoçeşitlilik… Türkiye'de yaklaşık 12 bin çeşit bitki türü bulunuyor ki bunların da 3.500-4.000 civarı endemik tür. Daha açık bir ifadeyle, bugün Avrupa'daki toplam endemik türlerin tamamını Türkiye tek başına barındırıyor. Dolayısıyla biyoçeşitlilikte aslında bir hazinenin üzerinde yaşıyoruz. Bereketli hilal olarak tanımlanan Mezopotamya’nın bir kısmının içerisinde yer alan Anadolu coğrafyası, ilk tarımsal faaliyetlerin başladığı topraklar… 12 bin yıllık tarımsal bir hafızaya sahibiz. Bu yönü bile Türkiye’yi dünyanın birçok ülkesinden tarım alanında farklılaştırıyor ve öne çıkartıyor.
Bu farklılıkları biraz daha açabilir misiniz?
Türkiye’nin coğrafi yapısı, iklim çeşitliliği kadar jeopolitik konumu da tarım ve gıda sektörü açısından önemli bir avantaj. Dört saatlik uçuş mesafesinde dünya nüfusunun yüzde 40’ına kaç ülke ulaşabilir? Ülke olarak 1,9 trilyon dolarlık tarımsal ticaret hacmine sahip bir bölgenin tam ortasında konumlanıyoruz. Sorunuzun cevabına belirli ürünler çerçevesinde baktığımızda ise, özellikle fındık, kayısı, incir, üzüm gibi belli başlı ürünlerde hem üretimde hem de ihracat pazarında söz sahibiyiz. Herkesin bildiği üzere bugün dünyadaki toplam fındık üretiminin yaklaşık yüzde 65-70'ini Türkiye tek başına gerçekleştiriyor. Keza kuru kayısı, kuru incir, kuru üzüm gibi ürünlerin üretiminde oldukça şanslı bir konumdayız. Bunların dışında tıbbi ve aromatik bitkiler tarafında da elimiz oldukça kuvvetli. Biraz önce değindiğim biyoçeşitlilikten dolayı Türkiye'nin farklı bölgelerinde farklı iklim özelliklerine göre binlerce çeşit tıbbi ve aromatik bitkiye sahibiz. Eğer bu değerlere sahip çıkar ve üretiminden katma değerli şekilde pazarlanmasına kadar doğru bir strateji ortaya koyabilirsek müthiş bir fırsata sahibiz.
Organik yollardan sapmak bir ihtiyaç olarak mı doğdu sizce, yoksa daha çok kazanmak hırsıyla mı ortaya çıktı? Bugün kullanılan doğal olmayan yöntemler neler götürdü tarımcılıktan?
Bugün genetiği değiştirilmiş organizma, kimyasal ilaç, kimyasal gübre gibi başlıkların büyük çoğunluğunun başlangıç tarihi 1940'lı yıllara dayanır. Zira İkinci Dünya Savaşı'nda kimyasal silah üreten şirketler savaşın ardından eldeki teknoloji ve hammaddeyi değerlendirebilmek için tarım sektörüne yönelmişlerdir. Bugün küresel anlamda tohum, kimyasal ilaç alanında oligopol bir yapı oluşturan 4-5 küresel şirket, bunun adını “yeşil devrim” koydu. Kamuoyunu ikna etmek için de insanlığın açlık ve kıtlık riskine karşı daha fazla üretim yapması gerektiği mesajları empoze edildi. Gıda güvencesine dair insanlığı endişeye sürükleyecek risk senaryoları hazırlanarak, farklı argümanlar ortaya koymuşlardır. Ancak bugün gelinen noktada “yeşil devrim”in bir safsata olduğu ortaya çıktı. Son 70-80 yıla baktığımızda bizi açlıkla tehdit ederek terbiye etmeye çalışan bu kurgulanmış sistem içinde sunulan kimyasalların aslında topraktan insana kadar tüm ekolojik sistemi ciddi şekilde yıprattığını görüyoruz. O yüzden şimdilerde tarım ve gıda sektöründe sürdürülebilirlik kavramı ön plana çıkıyor. Kavramlarla kafa karışıklığı yaratmaya gerek yok. Bizim gıda güvencesini ve gıda güvenliğini sağlayarak gelecek nesillere bu kadim bilgiyi aktarabilmemiz için öncelikli olarak sağlıklı topraklara, sağlıklı su kaynaklarına, temiz havaya ve kendi atalık tohum ve gen kaynaklarımıza ihtiyacımız var. Eğer bunları muhafaza edemezsek zaten bu işin devamlılığını konuşmak mümkün değil.
“TARIM VE GIDA HİÇ OLMADIĞI KADAR ÖNEMLİ HÂLE GELECEK”
Gelecekte (önümüzdeki 20-30 içinde diyelim) Türkiye’nin tarımda geleceği noktayı kestirebilir miyiz? Aynı soru dünya geneli için de geçerli… Akıllı tarım ya da teknolojik yöntemlerle tarım nasıl bir noktaya gelecek dersiniz?
Hem Türkiye özelinde hem de küresel anlamda söyleyebilirim ki tarım ve gıda sektörü hiç olmadığı kadar önemli ve kritik bir hale gelecek. Buna aslında Covid-19 salgınıyla birlikte tüm dünyada şahit olduk. Tarımın ne kadar stratejik bir alan olduğunu, gıdanın ne kadar hayati önemde olduğunu maalesef acı tecrübelerle test ettik ve etmeye devam ediyoruz. Gelecek 20-30 yıl, Türkiye'nin tarımda bulunacağı konum, izleyeceği strateji ve oluşturacağı politikalara bağlı. Eğer eldeki kaynaklar doğru kullanılır ve yönetilir, gerçekçi ve kırsal dengelerle uyumlu kalkınma stratejileri ortaya konursa gelecek 20-30 belki 50 yıl Türkiye için parlak olacaktır. Ama ortaya doğru bir vizyon ve gerçekçi politikalar ortaya konulmazsa bugün fırsat olarak değerlendireceğimiz başlıklar yarın risk ya da kriz olarak da karşımıza çıkabilir. Bu tamamen bizim ortaya koyacağımız perspektif ve izleyeceğiniz yol ile alakalı. Bu yolda ise modern tarım teknolojisi, dijitalizasyon en önemli enstrümanlar niteliğinde. Zira artık Tarım 4.0, Akıllı Tarım, Dijital Tarım gibi başlıklar sektörün anahtar kelimeleri haline geldi. Özellikle hızla değişen iklim şartlarıyla birlikte artan riskler tarımda öngörülebilirliği azaltıyor. Bu riskleri minimize etme ve yönetebilmenin yolu teknolojiden geçiyor. Çiftçinin teknolojik altyapı ile desteklenerek tarımsal üretimine yardımcı olacak, yol gösterecek bir sürece girdik. Doğa dostu, ekolojik sisteme saygılı bir model kurarken çiftçinin maliyetlerini düşürerek üretimde kalite ve verimliliği artırıp, ürünlerin satış ve pazarlama noktasında doğru değerleri yakalayabilecek bir sistem kurgulamak mümkün. İşte burada teknolojik enstrümanlar devreye girecek. O zaman da hem üretici hem de tüketici kazanacak.
Türkiye’nin 2023 tarım hedeflerini daha önce yazmış ve değerlendirmiştiniz… Sizce hedeflerde önce çıkan, yüzümüzü güldürecek neler var?
Türkiye'nin 2023 tarım hedefleri aslında gelecek 20-30 yıl için ortaya konan hedeflerden çok farklı olmayacak. Zira 2023 hedefi, gelecek 20-30 yıllık hedefin ilk adımları niteliğinde... Biraz önce değindiğimiz üzere, Türkiye'nin elinin güçlü olduğu alanlar var. Eğer tarımda bu alanları iyi değerlendirebilirsek, bunların getirisi oldukça yüksek olacaktır. Bugün Türkiye'nin tarımsal ihracatına baktığımızda son 6-7 yıldır 16-18 milyar dolar arasında değişiyor. Ancak sahip olduğu potansiyel ve fırsatlara baktığımızda söz konusu rakamı 4'e 5'e katlamak hayal değil. İşte bizim burada tarımda verimli ve kaliteli üretime olduğu kadar, katma değerli üretim ve markalaşma sürecine de odaklanmamız lazım. Tarım ve gıda sanayi salt üretimden ibaret değil, o üretimin anlamlı hâle gelebilmesi için katma değerli şekilde işlenmesi ve markalı şekilde pazarlanması lazım.
Türkiye'nin artık tarım ve turizm sektörünü harmanlaması gerektiğine inananlardanım. 2023 hedefleri arasında turizmin güneş, kum ve denizden ibaret olmadığını artık idrak etmekten öteye geçerek politikalara yansıtmamız gerekir. Anadolu coğrafyasında tarım ile turizmin harmanlandığını, tıpkı Fransa, İtalya ve İspanya'nın yaptığı gibi, agro-turizmi de konuşmamız gerekiyor. Tarım ve gıdayı gastronomiyle bütünleştirmemiz lazım. Kırsalda yeni bir hikaye yazmamız şart. Anadolu'nun kadim bilgisini, kültürünü, gelenek ve göreneklerini ürünlerle birlikte bir hikaye şeklinde sunabiliriz. Bunun yolu da kırsal kalkınma politikalarının doğru şekilde oluşturulmasından geçiyor. Bunu başarabilirsek tarım, gıda, turizm sektörler arası ciddi bir sinerji yaratacaktır.
“SAĞLIKLI VE GÜVENİLİR GIDA TALEBİ ARTIYOR”
Sizce önümüzdeki yıllarda en çok hangi ürünlerin yokluğunu ya da kısıtlılığını göreceğiz? Hangi ürünlere rağbet olacak? Nedenleriyle açıklayabilir misiniz?
Önümüzdeki yıllara dair ürün bazında şimdiden tahminlerde bulunmak zor. “Şu ürünlerde yokluk, bu ürünlerde kısıt yaşanacak.” demek pek sağlıklı olmaz. Zira tarım, yıllar hatta aylar bazında değişkenlik gösterebilecek kırılgan yapıda bir sektör. Burada en belirleyici faktörlerin başında da iklim geliyor. İklim şartları, tarımsal üretimin verim ve kalitesinde en kritik faktörlerin başında geliyor. Eğer iklim şartları olumlu seyrederse, bu sefer ikinci bakacağımız şey insan faktörü. Tarımsal üretim zor bir faaliyettir, emek ister. Dolayısıyla tarımsal üretim faaliyetinde bulunan çiftçilerin bu işten para kazanması ve memnun olması lazım ki o üretim devam etsin. Eğer bu sağlanırsa yani üreticinin girdi maliyetleri makul seviyelerde seyreder ve yetiştirdiği ürünlerin satış fiyatı da değerinde olursa herhangi bir ürünün yokluğu ya da kısıtlılığını konuşmayız. Ama hem iklim hem de insan faktöründe olumsuz bir seyir ya da tablo karşımıza çıkarsa, o zaman da tabii ki gıda güvencesine dair riskler her zaman olacaktır. Sorunuzun “Hangi ürünlere rağbet olacak?” kısmına gelirsek… Şunu biliyoruz ki bundan sonraki dönemde tüketici davranışları artık üretimi belirleyen önemli bir nokta olacak. Eskiden geleneksel olarak çiftçi ne üretirse toplum da onu tüketirdi. Şimdi tüketici ne istiyor ve talep ediyorsa üreticinin onu ürettiği bir duruma doğru evrildik. Dolayısıyla tarımsal üretim deseninin belirlenmesinde tüketici davranış ve talepleri çok daha ön plana çıkıyor. Peki tüketici ne talep ediyor? Toplumun eğitim ve bilinç düzeyi arttıkça artık daha sağlıklı ve güvenilir gıda talebi artıyor. Trend olarak, insan sağlığı açısından risk içermeyen, faydası bilimsel açıdan kanıtlanmış, sağlıklı besinlere talep artıyor ve artacak. Örnek vermek gerekirse organik tarım yükselen bir trend. Tüketici artık ürünün kendisi kadar o ürünün yetiştirilme koşullarını da sorguluyor. Kimyasaldan uzak, doğa ile dost üretim modellerinden elde edilen gıda ürünlerini tüketmek istiyor. Bunu hem kendi sağlıklı tüketimi hem de ekolojik sistemin tahribata uğramaması ve sürdürülebilirlik adına talep ediyor.
Bilimkurgu ve distopik filmler sürekli geleceğin gıda ve tohum konusunda sıkıntılı olacağını resmediyor? Gerçekten ilerleyen yıllarda tohum sıkıntısı yaşanabilir mi? Bizi laboratuvar üretimi gıdalar mı bekliyor? Yoksa bu kadar karamsar olmaya gerek yok mu?
Gelecekte gıda ve tohum tarafında sıkıntı olup olmayacağını şimdiden söylemek zor. Bu, tamamen insanoğlunun tercihine kalmış bir durum. Eğer gelecekte gıda güvencesi riske girer ve tohum başta olmak üzere kaynaklarımızda sıkıntı yaşarsak bunun temel sorumlusu yine insanoğlunun ta kendisidir. Zira doğa, toprak insanoğluna her zaman cömert davranmıştır. Ne ekip biçtiyse karşılığını fazlasıyla vermiştir. Ama o fazlayla yetinmeyip açgözlü şekilde daha da fazla isteyen insanoğlu bugün itibariyle ekolojik dengeyi de altüst etmiştir. BM Gıda ve Tarım Örgütü'nün (FAO) önceki yıllarda yayınladığı “tarımsal biyoçeşitlilik” raporuna göre bugün dünyada üretilen gıdaların yüzde 75'inin sadece 12 çeşit bitki ve hayvan türünden elde edildiğini söylersek ne demek istediğimiz daha net anlaşılır sanırım.
Bozulan dengeyi düzeltmek ve fakirleştirdiğimiz biyoçeşitliliği tekrar eski haline döndürmek kolay değil. Kısa sürede oluşturulan tahribatın düzeltilmesi uzun yıllar alıyor. Ve bunun oldukça pahalı bir maliyeti var. O maliyeti üstlenmek ve ekosistemdeki dengeleri yeniden sağlamak yerine kısa yoldan sorunu aşmak adına alternatif gıda üretimleri gündeme geliyor. Bunlardan bir tanesi de laboratuvar ortamında yapay gıda üretimleri. Bilim insanları bu konuda önemli çalışmalara imza atıyor ve belirli bir mesafe de kat edildi. Ancak burada bir paradoks söz konusu. Bir tarafta toprak, su ve tohum kaynaklarını yok ederek ve tek tip beslenmeye doğru hızla ilerleyerek 7,5 milyar insanının gıda güvencesini ve gıda güvenliğini tehlikeye atarken, bir taraftan da laboratuvar ortamında insanlığı doyurmak adına çalışmalar yapılıyor.
İRFAN DONAT KİMDİR?
Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesinde lisans eğitimi alan İrfan Donat, yüksek lisansını Kennesaw State University’de işletme üzerine yaptı. Medya sektörüne 1997 yılında Milliyet Gazetesinde başlayan Donat, 2009-2012 yıllarında Sabah Gazetesinde ekonomi editörü olarak çalıştı. Enerji, tarım ve gıda sektörüne yönelik haber, araştırma ve özel röportajlara imza atan Donat, 2013 yılında bu yana Bloomberg HT’de tarım editörü olarak görev yapıyor. Bloomberg HT televizyonunda Tarım Analiz, Akıllı Tarım ve Mevsiminde Tarım programlarını hazırlayıp sunan Donat, tarım ve gıda sektörü üzerine köşe yazıları yazıyor.