Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
1063
Yaşam
Toplumsal Mutluluğun Şifreleri
Bireyselleşmenin arttığı, benmerkezci bir anlayışın hâkim olduğu günümüz dünyasında toplumsal mutluluk kavramı da sıkça irdelenir oldu. Mutlu bir toplumun yapı taşını, çevresindeki diğer insanlara karşı hassasiyet geliştirebilmiş, bir ve birlikte olmanın önemini kavramış bireyler oluşturuyor.
Kalıcı ve gerçek bir mutluluk ya da daha huzurlu bir yaşam için gerçekten gerekli unsurlar neler? İşte bu soru, bugünün tartışma konularından biri. Tanımlanmasının oldukça güç olduğu, algısının kişiden kişiye değiştiği öznel bir kavram olan mutluluk olgusunun, insanların içinde yaşadıkları toplumdan bağımsız değerlendirilmeyeceği bugün birçok araştırmacı tarafından kabul edilen bir gerçek. Özellikle toplumsal anlamda mutluluğun nasıl olacağının içinde yaşadığımız dünyanın başlıca gündem maddesi haline gelmesinin bir sebebi de bu. Dünya, daha öncesinde hiç olmadığı kadar ileri seviyedeyken insanlar neden daha mutsuz? Özellikle teknolojiyle birlikte her şey bu kadar “iyi” giderken bu yüzyılın insanları neden mutlu değil? Elbette bu soruların kişisel birçok cevabı olabilir; fakat kitlesel olarak mutsuzluk durumu son dönemde pek çok araştırmacının dikkatini çeken bir konu. Biraz geniş pencereden baktığımızda, toplumsal mutsuzluğun temelinde yatan sebeplerden birinin, pek çok uzmanın bugün “hayal kırıklığı” olarak tanımladığı tüm dünyaya hâkim olan tüketim kültürü olduğunu görebiliriz. Önce Batı toplumlarına, ardında tüm dünyaya yayılan haz ve tüketim kültürü, bugün ciddi bir şekilde sorgulanmakta; çünkü “Neden mutlu değiliz, nasıl daha mutlu olabiliriz” gibi soruların cevabı aslen baskın kültür ve yaşayış tarzımızda gizli. Daha çok paranın kazanıldığı, refah seviyesinin arttığı zamanlarda her şeyin dünya için güzel gideceğine inanılan bu çağda işler tam olarak istenildiği gibi gitmedi ve insanoğlu depresyon, kaygı bozukluğu, narsizm gibi hastalıklarla boğuştuğu bir çağ içerisinde yaşamaya başladı.
MEŞRULAŞAN BENCİLLİK KÜLTÜRÜ
Sosyologlar bu konuyu, psikolojinin ya da felsefenin temel konularından biri olan mutluluk kavramına değil, kapitalist dünya düzeninin getirdiği mutsuzluğa yoğunlaşarak irdeliyor. Yüzyıllardır filozofların “Mutluluk nedir?” tartışmalarını bir kenara bırakırsak bugünün toplum bilimcileri “Neden mutlu değiliz ve bu kitlesel mutsuzluğun toplumsal sistemlerle bir alakası var mı?” soruları üzerine odaklanıyor. Toplumsal mutluluk çerçevesinden devam eden bu tartışmalar haz, zevk, eğlence gibi kişiyi gerçekliklerden uzaklaştıran, güzel vakit geçirmeye yardımcı olan popüler ve basit mutluluk kavramları etrafında yoğunlaşıyor; çünkü hâkim olan kapitalist kültür, hayatımızda var olan tüm bu geçici mutluluk kavramlarını tüketimi teşvik etmekte kullanıyor. Tüm bu yüzeysel mutluluk kavramlarına birçok şirketin kâr elde etmek amacıyla kullandığı birer araç olarak bakabiliriz. Arzulanan ve acil bir şekilde sahip olunması talep edilen ürünler yığını çoğu zaman gerçekten neye ihtiyaç duyduğumuzun görülmesini engelleyebiliyor. Birçok araştırmacının da söylediği gibi insan, hem kendi potansiyelini ortaya çıkaramadığı hem de çevrede var olan alternatif fırsatları keşfedemediği bir yaşam sürmüş oluyor. Modern toplumsal yaşamın insanların kendi potansiyellerinin geliştirmesi yönünde çok az fırsat sunduğu gerçeği de yine bugünün tartışma konularından.
Modern kültürde toplumun her alanında yaygınlaşan bencillik, daha önce hiç olmadığı kadar meşrulaştırılıyor. Kişilere; daha başarılı olmak, daha iyi notlar almak, daha çok kazanmak, daha fazla insan tanımak, sevilmek ve bunun gibi başına “daha” getirilen, kişinin hem kendisiyle hem de çevresiyle rekabetini artıran birçok hedef konuluyor. İnsan doğduğu andan itibaren ailede, okulda, iş yerinde, hayatın her alanında birileriyle rekabet ediyor; kendisini sürekli bir yarış içerisinde buluyor. Bu rekabet kültüründe başarıyı getirecek olan şey ise, diğerlerinin başarısız olmasını istemekten geçiyor. Toplum bilimciler kitlelerin rekabete dayalı bir mutluluk anlayışı olduğunu söylerken, bu rekabet durumunun mutluluğun aksine mutsuzluk getirdiğini belirtiyor.
Modernitenin bireye ve bireyselliğe verdiği önem; zeka, erdem, duygu gibi olgularla çevrili olan insanı önce kendi menfaatini düşünmeye zorluyor; çünkü modern insan tipi başkalarından önce kendini öncelemekten geçiyor. Fedakârlık, saygı, adalet, hoşgörü gibi erdemler, sıklıkla kişinin mutluluk duygusu arayışının karşıtı olarak temsil ediliyor; bu erdemlere sahipsen zincirin dışında kalırsın algısı oluşturuluyor. Başkalarını ve başka yaşam şekillerini düşünmemek, umursamamak, hatta istememek günümüz dünyasında yine meşrulaşan durumlardan biri. Modern toplumlarda “mutluluk” ya da "mutlu olmak" toplum tarafından kabul gören yaşam biçimleriyle ilişkilendiriliyor. Bazı toplumlarda görülen ırkçı tutumlar sonucu beyaz olmayanların mutlu olmaya hakkı yokmuş gibi yansıtılması buna verilebilecek iyi örneklerden.
DİJİTAL STRES VE MUTLULUK TAKINTISI
Sağlığa, ulaşıma, eğitime ve bilgiye erişimin bu kadar gelişmiş olduğu teknoloji çağı, yanında mutsuzluk ve huzursuzluğu da getiriyor aslında. Yeni medya ve onunla gelen yeni insan ilişkileri, toplumsal düzen gibi konuların bu yüzyılın temel tartışma maddeleri olduğu biliniyor. Peki, mutsuzluk nasıl oluşuyor? Beğenilme ve onaylanma arzusu üzerine inşa edilen sosyal medyada doğru yanlış ayırt etmeden çok fazla bilgiye erişebilmek insanlarda psikolojik ve fiziksel birçok hasara yol açıyor. Acil bir ihtiyacın giderilmesi oldukça konforlu bir hayat; fakat bu lüks yaşamı bize sunan internet her zaman konfor ve refah vaat etmiyor. Örneğin, internetten hastalık araştırma, internette yazan bilgiyi doğru kabul edip hasta olduğuna ikna olma hem mental ve hem de fiziksel açıdan ciddi sorunlar yaratan günümüzün önemli sağlık meselelerinden biri. Hasta olduğuna inanan kişi gündelik hayatına stres, huzursuzluk ve mutsuzlukla devam ediyor; çevresine de hem hastalığını hem de mutsuzluğunu yayıyor.
Sosyal medya; birçok kişinin kendisini yetersiz hissettiği, bir şeylerden mahrum kaldığı düşüncesinde olduğu bir mecraya dönüştü. Bu durumun endişe ve korkuyu artırırken toplumsal rekabeti körüklediğini de söyleyebiliriz. Dışlanmışlık hissinden kurtulmak için gündemde olan biteni yakalamak ve uygulamak da popülizme ayak uydurma çabasına örnek olabilir. Özellikle genç nüfusun aktif bir şekilde kullandığı yeni medya araçları, kişilerde stresi ortaya çıkarıyor. Büyük kentlerin kaos içerisindeki düzeni ve karmaşıklaşan ilişkilerine ek olarak bir de dijital stres, insanların yaşam kalitesini etkileyerek hayatlarına mutsuzluk olarak dönüyor. Mutluluğa bir tehdit olarak karşımıza çıkan kent yaşamının bitmek bilmeyen talepleri insanlar için başlı başına birer tehdit. Gündelik hayatın bu yoğun karmaşasında bir şekilde mutlu olamayan, kendini huzurlu hissetmeyen kişiler alternatif yollar bularak kendi mutluluklarını elde etmeye çalışıyorlar. Örneğin Doğu toplumlarında yüzyıllardır var olan meditasyon, bugün tüm dünyada zihinsel yorgunluğu yok etmek ve daha huzurlu hissetmek için başvurulan bir yöntem haline geldi. Kişisel gelişim kitaplarına rağbetin artması da bu durumun bir işareti. Her zaman için daha çok kazanmayla ilgilenen modern dünyada son zamanlarda ertelenen mutluluk arayışlarına bir rağbet olduğu görülüyor. Kitleleri mutlu etmek için kişisel gelişim kitapları gibi yeni arayışlara yönelmek bir tüketim ürünü olarak da kullanıldığı için çoktan bir kâr aracına dönüştü bile. Bu durum bir yandan da kimi insanlarda mutlu olmayı takıntı haline getirme durumunu da ortaya çıkardı.
Kalıcı olarak toplumsal bir mutluluk isteniyorsa bireysel çabaların haricinde daha kapsamlı çözümler üretilmeli. Öncelikle insanların yalnızlaştığı, benmerkezci bir anlayışın var olduğu, tüketim ve haz odaklı yaşanan bu dünyada; sosyal bağların kuvvetlenmesi, ailenin ve bir arada olmanın gücünün ortaya konulması, farklı olana tahammülün artması, rekabetçi yaşamdan biraz olsun uzaklaşmak, iş birliği ve yardımlaşma içerisinde yaşamak toplumsal mutluluğa giden yolun yapı taşlarını oluşturuyor. Toplumsal mutluluğu yakalamak, her şeyden önce, hoşgörülü, güvenli ve bir arada olmanın gücünü kavramış bir toplum oluşturabilmekten geçiyor.