Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
1063
Yaşam
“Tüketerek Mutlu Olma Çabası Büyük Bir Yanılgı”
İnsanların daha çok tüketerek mutlu olmaya çabaladığını belirten Klinik Psikolog Gökhan Ergür; “Fakat bu çaba asla bir işe yaramayacak aksine bizi daha mutsuz insanlara dönüştürecek. Tüketerek ve satın alarak mutlu olma çabası günümüz insanı için büyük bir çıkmaz ve yanılgı. Tüketim sonsuz ve kör bir döngü. Sahip olduğumuz her şeyin bir üst modeli, yenisi çıkacak ve biz asla arzuladığımız o mutluluğa ulaşamayacağız.” diyor.
Günümüz dünyasında insanlar büyük bir tüketim çılgınlığı içinde. Tüketerek ve satın alarak mutlu olma çabası günümüz insanı için büyük bir çıkmaz ve yanılgı. Klinik Psikolog Gökhan Ergür, insanların daha çok para harcayarak ve tüketerek mutlu olmaya çabaladığını, buna karşın bu çabanın asla bir işe yaramayacağını söylüyor. Para harcamanın, aksine insanları daha mutsuz hale dönüştüreceğini belirten Ergür; “Günümüzdeki moda ve teknoloji devleri insanın yaşadığı anlam krizini çok iyi tespit etti ve bu anlamsızlığı ortadan kaldırmak, daha doğrusu daha çok ürün satabilmek için tüm stratejilerini mutluluk kavramını tüketim ile birleştirme üzerine kurdu. Ve ne yazık ki bu stratejilerinde de son derece başarılı oldular.” diyor. Ergür ile tüketim kültürü ve mutluluk üzerine konuştuk.
“GERÇEK SEVGİ VE MUTLULUK PAHA BİÇİLECEK BİR OLGU DEĞİL”
Klinik Psikolog Gökhan Ergür, artık kendimizi ya da birilerini mutlu etmek için aklımıza ilk gelen şeylerden birinin pahalı hediyeler almak olduğunu söylüyor. Hatta bazı ilişkilerde satın alınan ürünün fiyatı ölçüsünde tarafların birbirine değer biçip sevildiklerine inandığını vurgulayan Ergür; “Özel günlerde televizyon ya da internet reklamlarına baktığımızda karşılaştığımız manzara ve bize verilen mesaj şu: Eğer seviyorsan satın al. En iyisini, en pahalısını satın al. Fakat gerçek sevgi ve mutluluk paha biçilecek bir olgu değildir.” diyor. Ergür; tüketimin kişinin psikolojisi üzerindeki etkisi ile ilgili olarak şöyle konuşuyor: “Bir meşrubat firması reklamında şöyle diyordu: ‘Mutluluk bu kapağın altında’. Verdikleri mesaj çok açık ve net aslında; ‘Bu ürünü tüketirsen mutlu olursun.’ Fakat şunu unutmamak gerekiyor: Tüketim sonsuz ve kör bir döngü. Sahip olduğumuz her şeyin bir üst modeli, yenisi çıkacak ve biz asla arzuladığımız o mutluluğa ulaşamayacağız.”
ANLAM KRİZİ DAHA DA DERİNLEŞTİ
“Sanayi devrimi sonrasında bizlere sunulan teknolojik değişimin bedelini ahlaki savruluş ile ödedik. Bu savruluş, anlam dayanaklarını büyük ölçüde kaybeden insanlığı derin bir anlamsızlık kuyusuna attı. Modern zamanlarda başlayan anlam krizi, postmodern denilen son zamanlarla birlikte daha da derinleşti.” diyen Gökhan Ergür şöyle devam ediyor: “Günümüzde dine ve ideolojilere savaş açılmış durumda ve bu sebeple bunlardan kaynaklanan anlam ağı değerini kaybetti. Artık tüketime odaklanmış böyle bir toplumda kolayca anlam ve amaç elde etmek oldukça zor. İçinde bulunduğumuz anlamsızlığın en önemli nedenlerinden biri; insanların yaşamalarını sağlayacak çok şey bulunmasına karşın, uğruna yaşayacakları bir şeylerinin olmaması. Hepimiz birbirinden güzel, donanımlı ve pahalı araçlara sahibiz fakat amaçlara sahip değiliz. Çünkü bizlere ısrarla dikte edilen şey şu: ‘Yaşamak için düşünme ve üretme, sadece tüket.’ Bu tüketim bizleri, önünü ve arkasını düşünmediğimiz bir sürecin içerisine itiyor. Hayatın anlamını ve nereye ait olduğumuzu sorgulamaktan ziyade, sahip olamadıklarımızın öfkesiyle dünyanın anlamsızlığına odaklanıyoruz. İşte bu noktada anlamı ve değerleri geçici amaçlara, ölçülebilir değerlere indirgemek ne yazık ki bizleri dünyanın ve hakikatin yabancısı kılıyor.”
“GÜNÜMÜZDE BİRÇOK İŞLETME HEDONİK TÜKETİMİ ESAS ALIYOR”
Pek çok kişinin alışveriş yaptığında kendini daha mutlu hissettiğini, stresinden arındığını söylediğini hatırlatan Gökhan Ergür şöyle konuşuyor: “Burada hedonizm kavramına değinmenin faydalı olacağını düşünüyorum. Hedonizm, yaşamdaki tek iyi şeyin zevk veya mutluluk olduğunu söyler. Hedonik (hazcı) tüketim ise, tüketiminin haz boyutundan tat almak ya da ilkel benliğin etkisi altında ürün ile hissi ve hayal gücü boyutunda bir tecrübe olarak ifade edilebilir. Tüketim bağlamında hedonizm, ‘Tüketim eyleminin amacı olarak hazzı seçen’ bir satın alma sürecidir. Hedonik tüketici ise bu duygularla tüketim eylemini gerçekleştiren kişi olup, ‘Sabırsız, anında tatmin olmayı isteme’ özelliklerine sahiptir. Bu özelliği ile hedonik tüketiciler işletmelerin üzerinde, ‘Bu ürünü tercih etmek bana ne ayrıcalık sağlayacak? Bu ürünü tercih etmem için özel bir neden var mı?’ baskısı kurar. Bu açıdan bakıldığında müşterinin kendisine özel beklentilerini, istediği yer, zaman ve biçimde sunma felsefesine dayanan günümüz müşteri odaklı pazarlama anlayışının da hedonik yarar sağlamada önemli bir fonksiyonu yerine getirmeye çalıştığı ifade edilebilir. Günümüzde birçok işletme bu hedonik tüketimi esas alarak buna göre çalışıyor. Bireyler haz alma duygusunu, ihtiyaçlarının karşılanmasının ötesinde, gereksiz ve ölçüsüz tüketimle hissederler. Hedonizm, bu ölçüsüzlüğüne karşın haz arayışını utanç ve suçluluk temalarından arınmış olarak kabul eder ve hedonizm kavramını insanın kendi iç mutluluğuna erişebilmenin hayattaki en önemli mutluluk olduğunu savunan bir ahlaki teori olarak açıklar. Bu teori ekseninde farklı hazların yaşanmasına imkân sağlayan hizmet türlerinin de geliştiği görülür. Bu bağlamda hazza ulaşma arayışı içerisinde olan tüketicinin bu tüketim eylemi, tüketimcilik olarak da ifade edilir ve göz kamaştırıcı, büyüleyici bir kavramı temsil eder. Bireyin tüketerek mutlu olmasını sağlayan şey, bu tüketimcilik içerisinde beynin duyduğu hazdır. Haz alan ve uyarılan beyin, tüketerek mutlu olmaya devam eder ve her seferinde daha fazlasını arayarak nihayetinde hüsrana uğrar.”
“İNSAN GERÇEK DOYUMU İYİLİKLERLE BULACAKTIR, KREDİ KARTLARIYLA DEĞİL”
“Gerçek şu ki; dünyada savruluyoruz. Kendimize ve dünyaya dair tutunacak bir şeyler ararken, varmak istediğimiz noktanın uzağına savruluyoruz. Cebimizdeki adresler, yüksek tanıdıklar, bol limitli kredi kartları bile önüne geçemiyor bu savruluşun.” diyen Gökhan Ergür sözlerini şöyle sürdürüyor: “Ama bir yandan da içgüdüsel olarak ayak diriyoruz bu istemediğimiz yolculuğa. Bizi koruyacak, bize iyi gelecek, stresimizi azaltıp ruhumuza cennet ferahlığı üfleyecek bir liman arıyoruz. Moda devlerinin ya da teknoloji patronlarının bu arayışa kendilerince esaslı yanıtlar verdiğine şahit oluyoruz. Önerdikleri kış kombinleriyle bambaşka biri olacağımızı, son çıkan dört kameralı cep telefonuyla dünyamızın değişeceğini, o parfümü sıkarsak tüm ilginin bizim üzerimizde toplanacağını inatla ve ısrarla tüm medyada, sokakta, oturma odalarımızda dinliyoruz. Tüm bunlara inanıyoruz ve söylediklerini uyguluyoruz. Bizi bu savrulmanın içine iten tek şey; anlamsızlık. Büyük bir anlamsızlık içerisindeyiz. Dünyaya ne için geldiğimizi, ne yapacağımızı ve nereye gideceğimizi unuttuk. Biz gideceğimiz yeri unutunca haliyle bize yol gösteren kötü niyetli insanların sayısı da artıyor. İnsan eğer kendisine yüklenen tuhaf sorumluluk ve ideolojilerden sıyrılıp niçin yaratıldığını ve bu dünyada var olduğunu düşünürse tüketimin kendi kırgınlıklarına şifa olmadığını anlayacaktır. Anlamlı bir hayat ancak öteki için bir şeyler yapabildiğimiz, bir başkasına nefes olabildiğimiz ölçüde yaşanabilir. Ünlü psikoterapist Alfred Adler, anlam kavramına toplumsal ilişkiler açısından bakar ve hayata verilen kişisel anlamın gerçek bir anlam sayılamayacağını dile getirir. Ona göre bir anlamdan söz edilebilmesi için onun başka insanlarla ilişki içinde olması gerekir. Mesela hemen her insan önemli biri sayılmak için uğraşır. Ancak insanın bütün önemi, başkaları için yaptığı yararlı işlerden oluşur ve aksini düşünmek yanılgıdan başka bir şey değildir. Adler, bu görüşü desteklemek için atalardan devralınan mirasa dönüp bakmanın gerekli olduğunu söyler. Çünkü onlar ölüp gitmişlerdir ama geride bıraktıkları tek şey başkaları için yaptıkları çalışmalardır. İnsan gerçek mutluluğu ve doyumu ancak sağlıklı ikili ilişkiler ve iyilikler ile bulacaktır, kredi kartlarıyla değil.”
“PANDEMİ ÇEVRİM İÇİ ALIŞVERİŞ BAĞIMLILIĞINI TETİKLEDİ”
Gökhan Ergür, son yıllarda insanların alışveriş davranışlarında meydana gelen en önemli değişimin, yüz yüze alışverişin yerini sanal ortamda gerçekleştirilen alışverişin alması olduğunu söylüyor. Çevrim içi alışverişi cazip hale getiren çok fazla etken bulunduğunun altını çizen Ergür; “Bu etkenler; klasik alışverişte karşılaşılan kalabalık mağazalardan ve kuyruklarda beklemeden kurtulma, ürünlerin genellikle daha hesaplı olması, ev, iş ve hatta sokakta bile alışveriş yapmanın kolaylığı ve geniş ürün çeşitliliği. Pandemi döneminde tüketicilerin alışveriş yaparken yüz yüze temastan kaçınması, çevrim içi tüketimin çekiciliğini büyük ölçüde artırdı. Birçok tüketici çevrim içi alışverişe yöneldi. Bununla birlikte, ‘Koronavirüs salgını hız kaybettiğinde, bu çekicilik ortadan kaybolur ve tüketiciler daha sonra yüz yüze alışverişe geri döner mi?’ sorusunu sorduk. Geri dönmemelerinin ise iki olası nedeni var: Birincisi, internete taşınmanın peşin maliyetleri. Hiç çevrim içi alışveriş yapmamış bazı tüketiciler bu dönemde belli yükümlülükleri yerine getirdi ve çevrim içi alışverişe başladıysa, artık yüz yüze alışverişe geri dönmeleri için hiçbir neden yok. İkinci neden ise elde edilen deneyimler. Bu deneyim, tüketicilerin pandemiden önce sahip oldukları olumsuz çevrim içi alışveriş algısını değiştirmişse çevrim içi alışveriş yapmaya devam ederler. Etrafınıza şöyle bir bakın… Sokaklar, ara sokaklar, ana caddeler ve hatta kaldırımlar çevrim içi alışveriş hizmeti sunan firmaların çalışanlarıyla dolu. Artık adım atacak yer kalmadı. Tüm çalışan dostlarımıza saygımız sonsuz ama burada dikkat çekmek istediğimiz şey; değişen ve bir daha eski haline dönmeyecek alışveriş davranışlarımızın ne boyuta ulaştığı. Bu tablo bize alışveriş çılgınlığının ya da bağımlılığının da ne boyutta olduğunu da gösteriyor. ‘Pandemi birçok bağımlılığı olduğu gibi çevrim içi alışveriş bağımlılığını da tetikledi.’ diyebiliriz.” şeklinde konuştu.
“SOSYAL MEDYA BİZLERE GERÇEKLERİ SUNMAZ”
“Sosyal medya bizlerin sadece başarı ve mutluluklarımızı sergilediğimiz bir alan. Kimse sosyal medyada yenilgilerini, başarısızlıklarını, mutsuzluklarını paylaşmak istemez.” diyen Gökhan Ergür, tüm gününü sosyal medya platformlarında geçiren kişilerin, bu mutluluk ve başarı tablolarına bakarak bir hayat muhasebesi yaptığını dile getiriyor. Ergür şunları söylüyor: “Herkes bu kadar mutlu ve başarılıyken kendisi niçin bu kadar yalnız, mutsuz ve işe yaramazdır? Oysa bu kişi elindeki telefonu bırakıp gerçek hayata karışsa, yaşıtlarıyla, akrabalarıyla daha uzun süre beraber olsa görecektir ki aslında toplumun büyük bir kısmı kendisi gibi yaşıyor. Sosyal medya bizlere gerçekleri sunmaz; oradaki hayatlar genel itibarıyla bir kurgu, senaryo ve filtre üzerine kurulup bizlere sunuluyor.”
Klinik Psikolog Ergür, sosyal medyanın insanın ruh sağlığına etkisini ortaya koyan bir araştırma ile ilgili şu bilgileri veriyor: “Monitoring the Future (Geleceği İzlemek, MTF) isimli proje, 1975’te Michigan Üniversitesi'nde başlayıp özellikle gençlerdeki inanç, davranış, alışkanlık değişimlerini inceleyen çok kapsamlı bir program. Her yıl asgari 50 bin kişi bu proje kapsamında izleniyor ve raporlanarak uzmanlar tarafından tartışılıyor. Bugüne kadar toplam 11 milyon kişiye anket uygulayan program, dünya üzerindeki değişimleri görmemiz için kusursuz bir çalışma. Bu çalışmalardan birinde 1095 yetişkin, rastgele iki gruba atanmış: Facebook kullanmayı bir hafta boyunca bırakanlar (deney grubu) ve Facebook'u her zamanki gibi kullanmaya devam edenler (kontrol grubu). Haftanın sonunda, Facebook kullanmaya ara verenlerin kendilerini daha mutlu, daha az yalnız ve daha az depresif hissettikleri görülmüş (Bu ölçümlemede arada büyük bir fark vardı. Kendini yalnız hissedenlerin oranı yüzde 36, depresif hissedenlerin oranı yüzde 33 daha az, mutlu hissedenlerin oranı ise yüzde 9 daha fazlaydı). Bu çalışmada Facebook'tan uzak duranların kendini üzgün, öfkeli ya da endişeli hissetme oranının daha az olduğu görülmüş.”
‘BİR ÜRÜNE PARA ÖDEMİYORSANIZ ÜRÜN SİZSİNİZ DEMEKTİR’
Gökhan Ergür, sosyal medyanın tüketim olgusuna etkisi ile ilgili olarak şunları söylüyor: “Modern zamanlarda pazarlama sektöründe kullanılan meşhur bir söz vardır: ‘Bir ürüne para ödemiyorsanız, ürün sizsiniz demektir.’ Devasa bir yatırımın ürünü olan birçok sosyal medya uygulamasını, oyunu ya da programı ücretsiz biçimde kullanıyoruz. Sizce teknoloji devleri bu ücretsiz kullanımı, biz kullanıcıları çok sevdiği ve bize değer verdiği için mi yapıyor? Elbette hayır. Verilerimizi, teknolojiyi kullanma biçimlerimizi, dijital ayak izlerimizi ve her şeyden önemlisi de dikkatimizi bir ürün olarak alıp bunu bir ticari kullanım aracına dönüştürüyorlar. Sosyal medyada yüksek takipçili influencerların yaptıkları reklam anlaşmaları gereği sürekli olarak bir ürün önerdiklerine hepiniz şahit olmuşsunuzdur. Neredeyse tamamına yakını sosyal medya aracılığıyla bir şeyleri öneriyor ve bize bunları satın aldırmaya çalışıyor. O isimleri takip eden, o isimler gibi görünmek ve saygınlık kazanmak isteyen, özellikle de ergenlik çağındaki gençler bu ürünleri satın alarak bir kimlik kazanmaya çalışıyor. Bir diğer nokta da sosyal medya kullanımının günümüzde bir, ‘Bakın ben ne aldım, ne yedim, nereye gittim?’ formatına dönüşmüş olması. Sürekli olarak göstermek ve ifşa etmek, karşı tarafın da tüketim çemberine katılmasını sağlıyor.”
“DÜNYADA HER ŞEY GİDEREK AYNILAŞIYOR”
Küreselleşen dünyada, özellikle tüketimde tek bir kültür olduğunun altını çizen Gökhan Ergür, Kenya’daki bir çocukla, Siirt ya da Londra’daki bir çocuğun arzusunun aynı bilgisayar oyununu almak, aynı futbol takımının formasını edinmek gibi şeyler olduğunu söylüyor. Ergür, “Her şey giderek aynılaşıyor dünyada. Bu aynılık cehennemine karşı duran insanların sayısı da gitgide azalıyor. Vaktiyle etrafımızda şahsına münhasır, farklı, belirgin fiziksel ve duygusal özellikleri olan, toplumun zaman zaman tuhaf olarak adlandırdığı insanları daha az görüyoruz artık. Bakışıyla, duruşuyla, söyledikleriyle, arka cebindeki plastik tarağıyla, meşeleriyle, deri evrak çantasıyla, dolma kalemiyle, boş zamanlarını değerlendirme biçimleriyle, okuduğu arıcılık kitaplarıyla farklılık ve yenilik oluşturan insanlar kayboluyor. Sanki tüm erkekler ve kadınlar aynı dizileri izliyor, aynı müzikleri dinliyor, aynı kahvaltı mekânına gidiyor, aynı biçimde giyinip, hepsi aynı kokuyormuş gibi. Bu durum insan tabiatının dengesini sarsıyor. Çünkü insanı ve var olmayı özel kılan, sürdüren şey farklılıktır. Hareket, ilerleme ve anlam bu farklılıktan doğar. Dolayısıyla bizi mutlu eden şeyler de ne yazık ki birbirine benzemeye başladı. İyi bir ev, otomobil, kıyafet, lüks bir mekânda evlilik teklifi gibi. Fakat bu aynılık hali bizim sahici mutluluğumuzun sonunu getirecek.”
İnsanların kendi benliklerinden çıktığı; düşünmekten uzaklaştığı, birbirini taklit etmeye başladığı için gerçekten mutlu olamadığını belirten Gökhan Ergür sözlerini şöyle tamamlıyor: “Burada asıl mesele kendi mutluluk arayışımızı, hedef ve ideallerimizi bırakıp önümüze sürülen mutluluk ve amaçlara olan bağlılığımız. İnsan ruhuna uygun olmayan, tabiatımıza aykırı şeyleri kendimize hedef olarak belirlediğimizde haliyle mutlu olamıyoruz. Biraz daha kendimiz olmak için mücadele etmeli, kendimizi daha iyi tanımalıyız.”
KLİNİK PSİKOLOG GÖKHAN ERGÜR KİMDİR?
İstanbul Bilim Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Psikoloji bölümünü bitirdi. Yüksek lisans eğitimini “Şiddet içerikli bilgisayar oyunu oynayan ikinci kademe öğrencilerinin saldırganlık eğilimlerinin ve benlik saygı düzeylerinin incelenmesi” başlıklı teziyle İstanbul Arel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Klinik Psikoloji alanında tamamladı. Üniversite eğitimleri sırasında Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatri Kliniği, Balıklı Rum Hastanesi Psikiyatri Kliniği, Florya Doğa Koleji ve T.C. İstanbul Valiliği İstanbul Çocukları Vakfı‘nda stajlarını sürdürdü. Doktora çalışmasına Yakın Doğu Üniversitesinde devam eden Gökhan Ergür, Moodist Psikiyatri ve Nöroloji Hastanesi‘nin etik kurulunda yer almasının yanı sıra burada psikoterapi hizmeti de sunuyor. Aylık edebiyat ve fikriyat dergisi İtibar‘ın yayın kurulunda bulunan Gökhan Ergür, üç aylık psikoloji dergisi Nefes’in Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de sürdürüyor.