
Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, hatta..
Yeşilay Bilim Kurulu üyelerinden Prof. Dr. Rabia Bilici ile bağımlılıkla mücadelede dünyadaki ve Türkiye'deki güncel gelişmeleri, Yeşilay’ın bu alandaki rolünü ve bireysel iyileşme yolculuklarını konuştuk.
Dünyada bağımlılıkla mücadelede neler yapılıyor? Biz neleri örnek almalıyız?
Dünya genelinde bağımlılıkla mücadelede çok farklı yaklaşımlar ve uygulamalar var. Ancak her uygulama, her ülke için doğrudan örnek alınabilir değil. Çünkü her toplumun risk profili, ihtiyaçları, kültürel dokusu, aile yapısı ve sağlık sisteminin işleyişi farklıdır. Elbette başka ülkelerin uygulamalarından öğreneceğimiz çok şey var. Hatta sadece başarılı örneklerden değil, olumsuz deneyimlerden de ders çıkararak ilerlemek mümkün. Ne yazık ki zaman zaman “Biz zaten en iyisini yapıyoruz” gibi kibirli bir yaklaşıma kapılabiliyoruz. Oysa doğru uygulama neredeyse, onu alıp kendi toplumumuza uyarlamaktan çekinmemeliyiz. Fakat burada çok önemli bir soruyu sormak gerekiyor: Doğru olan uygulama nedir?
Bence burada esas almamız gereken ölçüt, uygulamaların bilimsel olarak etkililiğinin kanıtlanmış olmasıdır. İyi pazarlandığı için doğru kabul edilen ya da sosyal medyada yaygınlaştığı için işe yaradığı varsayılan bilgiler değil... Bilimsel yöntemle yürütülmüş, tekrarlanabilir, sistematik çalışmalardan elde edilen ve bağımsız araştırmalarla doğrulanmış sonuçlardan söz ediyorum. Çünkü kaynaklarımız sınırlı ve bu kaynakları etkisiz yöntemlerle harcamak sadece zaman kaybı değil, aynı zamanda toplum sağlığı açısından da ciddi bir risk.
Bazen çok iyi niyetle, büyük emeklerle yıllarca sürdürülen programların beklenen etkiyi yaratmadığını sonradan fark edebiliyoruz. Üstelik etkisini düzenli olarak ölçmüyorsak, boşa geçen zamanın farkına bile varamayabiliriz. Bu duruma örnek olarak, Amerika’da yıllarca uygulanan ve etkili olduğu düşünülen Hutchinson Sigara Önleme Programı (HSPP) verilebilir. Maddeyle doğrudan ilgili olmasa da bu örnek, programların etkisini değerlendirmenin önemini çok net şekilde gösteriyor. 3. sınıftan 10. sınıfa kadar her yıl uygulanan bu müdahale sonunda, bu programın uygulandığı öğrenciler ile uygulanmadığı öğrenciler arasında sigara kullanım oranı açısından anlamlı bir fark bulunmadı. Bu durum sadece program içeriğinin değil, hedef kitlenin gelişimsel özelliklerinin, bağlamsal koşulların ve programın yerelleştirilme biçiminin ne kadar belirleyici olduğunu gösteriyor.
Ayrıca şunu da unutmamak gerekir ki bilimsel olarak önerilen uygulamaları alıp birebir kopyalamak da uygun değildir. Her toplumun kendi dinamikleri vardır. Bilimin ne dediğini yalnızca duymak değil; doğru okumak, anlamak ve toplumun gerçeklerine göre uyarlamak gerekir. İyi niyetli ama etkisi ölçülmemiş uygulamalardan değil; bilimsel dayanağı güçlü, izlenebilir, değerlendirilebilir stratejilerden yana olmalıyız.
MÜCADELE KONUSUNDA YAPILABİLECEKLER NELER?
Peki Türkiye’de bağımlılıkla mücadelede hangi noktadayız? Sizce daha fazla neler yapılmalı?
Türkiye’de bağımlılıkla mücadele alanında son yıllarda önemli gelişmeler yaşandı. Özellikle YEDAM gibi danışmanlık merkezlerinin yaygınlaşması, tedavi hizmetlerinin güçlendirilmesi, rehabilitasyona yönelik adımların atılması ve yerel yönetimlerle sivil toplumun sürece daha aktif biçimde katılması oldukça sevindirici. Ancak mevcut kaynaklarımız sınırlı ve ihtiyaçlar her geçen gün daha da çeşitleniyor. Bu nedenle kaynaklarımızı daha etkili kullanmak adına bazı temel önceliklere yönelmemiz gerektiğine inanıyorum.
İlk olarak, güvenilir, düzenli ve şeffaf veri toplayan bir ulusal sistemin kurulması gerekiyor. Böyle bir sistem sadece kaç kişinin madde kullandığını değil, kimlerin, hangi koşullarda, ne sıklıkla kullandığını da ortaya koymalı. Bu sayede hem riskli grupları önceden tanıyabilir hem de uygulanan politikaların toplum üzerindeki etkisini sayısal verilerle değerlendirme imkânı elde edebiliriz.
İkinci olarak, daha önce de vurguladığım gibi, bilimsel etkisi güçlü, sonuçları tekrarlanmış ve uzun vadeli faydası gösterilmiş programları, ülkemizin kültürel yapısına uygun şekilde uyarlayarak uygulamalıyız.
Üçüncü öncelik, basamaklandırılmış ve standardize edilmiş bir tedavi sisteminin kurulmasıdır. Her bireyin ihtiyacı farklıyken herkese aynı düzeyde müdahale etmek etkisiz sonuçlar doğurabilir. Amerika’da uygulanan “level of care” modeli, tedavi ihtiyacına göre yapılandırılmış hizmet basamakları sunarak bize bu konuda önemli bir örnek teşkil ediyor.
Adli sistem de bu mücadelenin kritik alanlarından biri. Özellikle risk ve ihtiyaç temelli müdahale modelleri, suçla ilişkilendirilen madde kullanımına daha yapıcı çözümler sunabilir. Bireyleri yalnızca cezalandırmak yerine yeniden madde kullanımını ve tekrar suç işleme riskini azaltacak, topluma kazandırıcı bunun gibi uygulamaları yaygınlaştırmalıyız.
Tüm bu sürecin başarısı ise eğitimli insan gücüne dayanıyor. Bağımlılıkla mücadele, sıradan bir sağlık hizmeti değil; özel uzmanlık gerektiren, çok disiplinli bir alandır. Bu nedenle alanda çalışanların yalnızca kısa süreli sertifika programlarıyla değil, kapsamlı ve nitelikli eğitimlerle donatılması büyük önem taşıyor. Ve bana kalırsa en kritik eksikliklerden biri de şu ki Türkiye’de bağımlılıkla ilgili politikaların sürekliliğini ve bilimsel niteliğini güvence altına alacak, hükûmetlerden bağımsız, politik olmayan ve bilim temelli çalışan bir “Bağımlılık Enstitüsü” kurulması gerekiyor. Tıpkı ABD’deki NIDA (National Institute on Drug Abuse) gibi... Böyle bir yapı, hükûmetlere bilimsel öneriler sunabilir; siyasi değişimlerden etkilenmeden uzun vadeli stratejiler geliştirme işlevi görebilir. Çünkü bağımlılıkla mücadelede tutarlılık, en az bilimsel doğruluk kadar hayatidir.
“MÜCADELE SAHAYA DA ULAŞMALI”
Yeşilay’ın madde bağımlılığı konusundaki çalışmaları hakkında ne söylemek istersiniz? YEDAM’ın katkısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yeşilay’ın bağımlılıkla mücadele alanındaki çalışmalarını son derece kıymetli buluyorum. Türkiye’de halk sağlığı temelli bir yaklaşımla yürütülen bu mücadelenin önemli bir ayağı olarak YEDAM’lar aracılığıyla sunulan danışmanlık hizmetleri ciddi bir boşluğu dolduruyor. Ücretsiz, erişilebilir, gizliliğe saygılı ve uzmanlar tarafından yürütülen bu yapı, özellikle ilk başvuru noktası olarak bireyler ve aileleri için güvenli bir kapı işlevi görüyor. Buna ek olarak bağımlılıkla mücadele sadece kapısını çalanlara destek vermekle sınırlı kalamaz. Ne yazık ki bu alandaki bireylerin büyük bir kısmı yardım arayacak farkındalıkta ya da motivasyonda olmayabiliyor. Türkiye’de tedaviye başvuran bireylerin, destek ihtiyacı olduğu hâlde başvurmayanlara oranı tam olarak bilinmese de, uluslararası literatür (UNODC) bu oranın oldukça düşük olduğunu, yaklaşık 1/7, gösteriyor. Yani büyük bir hareketsiz çoğunluk gözden kaçabiliyor. Bu nedenle YEDAM’ların sadece başvuruları karşılamakla yetinmeyip sahaya ulaşması, yani “outreach (yerinde erişim)” yaklaşımını benimsemesi büyük önem taşıyor. Elbette bazı bireyler yardım istemez, hatta ihtiyaçlarının farkında bile olmayabilir. Bu nedenle sahaya çıkan, güven ilişkisi kurabilen ve bireyin ritmine saygı duyan ekipler bu süreci başlatmada çok etkili olabilir.
İkinci önerim, önleme çalışmalarına yönelik. Yeşilay’ın önleme alanında yürüttüğü çalışmalar son derece değerli bir temel oluşturuyor. Özellikle okul temelli programlar, sistematik bir önleme yaklaşımı için önemli bir başlangıç niteliğinde. Bununla birlikte toplum temelli, aile temelli, iş yeri temelli ve dijital ortama uyarlanmış önleme stratejilerinin geliştirilmesi büyük bir ihtiyaç. Bu programların da bilimsel standartlara göre güçlendirilmesi, etkililiklerinin izlenmesi, yaş ve risk gruplarına göre uyarlanması gerekiyor.
“DAMGALAYICI VE YARGILAYICI OLMAMALIYIZ”
Bağımlı bir bireye nasıl yaklaşmalıyız? Tedavi konusunda yapılabilecek yönlendirme hakkında bilgi verebilir misiniz?
Öncelikle, bu konuda konuşurken kullandığımız dilin çok önemli olduğunu unutmamalıyız. Bir kişiye sadece “bağımlı” demek, onu tek bir özelliğiyle tanımlamak ve damgalamak anlamına gelebilir. Oysa bir insan, yaşadığı sağlık sorunundan ibaret değildir. Bu nedenle “bağımlılıktan muzdarip birey” ya da “bağımlılık tanısı olan kişi” gibi ifadeler hem insan onuruna daha saygılıdır hem de o kişinin iyileşebileceğine dair umudu canlı tutar. Çünkü bağımlılık bir kişilik zaafı değil; biyolojik, psikolojik ve sosyal yönleri olan, tedavi edilebilir bir sağlık sorunudur, tıpkı hipertansiyon ya da diyabet gibi… Ve en önemlisi, iyileşme mümkündür.
Madde kullanımı olan bireylerle iletişim kurarken en çok dikkat etmemiz gereken şeylerden biri, damgalayıcı ve yargılayıcı olmamaktır. Bu kişiler zaten sıklıkla utanç, suçluluk, yalnızlık ve çaresizlik duyguları içinde oluyorlar ve bu durum tedaviye başvurmalarını engelleyebiliyor. Ancak burada çok önemli bir gerçek var: Bu yolculukta direksiyon kişinin kendisindedir, yani kimse bir başkası adına iyileşemez. Bireyin kendi nedenlerini keşfetmesi, kendi motivasyonunu bulması, değişimi sahiplenmesi gerekir. Bizim görevimiz ise bu yolculukta onun yanında olmak, yolu birlikte haritalamak, yani âdeta bir navigasyon sistemi gibi rehberlik etmektir. Bu yüzden tedavi süreci mutlaka bireye özel olmalı. Herkesin motivasyonu, ihtiyaçları, kaynakları ve geçmişi farklıdır. Bireyselleştirilmiş ihtiyaç değerlendirmesi bu sürecin en kritik adımıdır. İyileşme bir reçete değil, bir süreçtir. Bu süreç inişli çıkışlı olabilir, zaman alabilir. Ama bilgiyle, destekle, umutla ve profesyonel yardımla çok yol alınabilir.
Ailelerin burada çok önemli bir rolü var. Hem destekleyici hem de yönlendirici olabilirler. Ama bu destek baskıya dönüşmemeli. Özellikle bireyin henüz yardım aramaya hazır olmadığı dönemlerde, YEDAM gibi merkezlerde yapılan motivasyonel görüşmeler kişinin değişim sürecine adım atmasında oldukça etkili olabiliyor. Eğer tıbbi bir destek gerekiyorsa, Alkol Madde Tedavi Merkezleri gibi özelleşmiş merkezler bireye ayakta ya da yataklı tedavi seçenekleri sunabiliyor. Burada da önemli olan şey, kişinin ihtiyacına uygun şekilde yönlendirilmesi ve bu sürecin kesintisiz, koordineli ve destekleyici biçimde ilerlemesi.