Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
1060
Bağımlılık
Bağımlı Profilleri Nasıl Şekilleniyor?
Çağımızın en büyük tehditlerinden biri olan bağımlılık maalesef ki hem birey hem de toplum üzerinde büyük yıkımlara yol açan sosyal bir sorun olmaya devam ediyor. Yeşilay Danışmanlık Merkezleri Müdürü Klinik Psikolog Melike Şimşek, bağımlı profillerini şekiilendiren unsurlar, farklı kültürlerdeki yaklaşımlar ve bize özgü geliştirilen YEDAM Modeli hakkındaki sorularımızı yanıtladı.
Genel bir bağımlı profili çizmek mümkün müdür? Mümkünse bu profilin temel özellikleri hakkında neler söylerseniz?
Bağımlılıkla ilgili risk altında olan belli gruplar olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin, ailesinde bağımlılık problemi olanlar herhangi bir bağımlılık geliştirmeye, ailesinde bağımlılık problemi olmayanlara göre daha yatkındır. Karakter özellikleri açısından heyecan arama ve yenilik arama davranışı yüksek olanlar da bağımlılığa daha yatkındır. Bu kişiler için heyecan duygusu çok önemlidir; yeni ve heyecanlı olan bir şeyin peşinden sonuçlarını düşünmeden gidebilirler. O nedenle, bu kişiler için bağımlılık yapıcı bir madde veya davranış, peşinden gidilecek çekici bir şeydir. Sonunda ne gibi bir sorunla karşılaşacaklarını o an düşünemezler. Bu gruba dürtüsel davranışa sahip kişileri de dahil edebiliriz. Dürtüsel davranış biraz aklına eseni yapmak, sonucunu düşünmeden davranmak, davranıştan önceki düşünce aşamasına pek zaman ayırmamakla kendini gösterir. Bu karakter özellikleri nedeniyle bu kişiler de, bağımlılık yapıcı maddelere ya da davranışlara karşı risk altındadır. Hayatta başımıza gelen sorunlarla ve stresli olaylarla baş etme biçimlerimiz de bağımlılıklar açısından önemlidir. Sorunlar karşısında çözüm arayışı yerine gidip bir sigara yakmak, uyuşturucu maddelere ya da alkol kullanımına yönelmek veya internette saatler geçirerek problemi yok saymak strese karşı zayıf olduğumuzu gösterir. Strese karşı dayanıklılığı düşük olan kişilerin bağımlılık geliştirme riski daha fazladır.
AİLELER ROL MODEL OLUYOR
Bağımlı profillerini şekillendiren başlıca unsurlar neler? Bağımlılıklar kültür, inanç veya toplumsal bilinç düzeyine göre farklılık gösteriyor mu?
Bağımlı profillerini genetik, bireysel, ailevi, çevresel ve kültürel unsurlar şekillendirmektedir. Kişinin genetik yatkınlığı özellikle alkol bağımlılığı gibi spesifik bağımlılık türlerinde öne çıkmaktadır. Risk ve heyecan arama davranışının yüksek olması, strese dayanıklılığının düşük olması, hayır deme ve sorun çözme becerilerinin gelişmemiş olması, dürtüsel kişilik yapısı kişisel unsurlara örnek verilebilir. Bunun yanında ailevi unsurlar da bağımlılık üzerinde etkilidir. Özellikle, anne, baba ya da ailedeki rol model sayılabilecek kişilerde bağımlılık problemi olması, bu kişilerle büyüyen çocuklar için önemli bir risk teşkil eder. Çocuk, daha küçük yaşlarda alkol, sigara, uyuşturucu gibi bağımlılık yapıcı maddeleri normalleştirir; yetişkinlikte bunları kullanmaya daha yatkın hale gelir. Ailedeki iletişim sorunları, kimsenin birbirinin hayatıyla ilgilenmemesi, çok baskı altında ya da sınırsız ve disiplinsizce büyütülmüş çocuklar da yine ergenlikte ve yetişkinlikte bağımlılık geliştirme açısından risk altındadır. Bağımlılık yapıcı maddelere erişimin kolay olması, içinde bulunulan toplumun bu maddelere karşı bakış açısı da bağımlılığı şekillendiren unsurlardan sayılabilir.
Bağımlılığın toplumlara göre farklılık göstermesi pek çok sebebe bağlı olarak değişebilir. Bugün gelişmiş kabul ettiğimiz pek çok toplumda, bağımlılık yapıcı özelliğinin yüksek olduğu maddelerin yaygın olarak kullanılabildiğini görebiliyoruz. Bu da bize gelişmişlik düzeyine rağmen bağımlılığın bir sorun olabileceğini gösteriyor. Bu noktada vatandaşların konuyla ilgili bilinç düzeyi önem kazanıyor. Çocukları küçük yaşlardan itibaren bağımlılık yapıcı maddelere karşı korumak, bu maddeleri denemenin her zaman için bir risk olabileceğinin farkında olmak, onlara sağlıklı rol modeller olmak ve sorunlarla başa çıkma yollarını geliştirmek, bilinç düzeyinin yüksek olmasıyla yakından ilişkilidir. Bağımlılıkla kültürün de yakından bir ilişkisi vardır. Bazı kültürler esrar gibi bağımlılık yapıcı maddelerin kullanılması konusunda katı kurallara sahip değildir. Hatta bu konuyla ilgili bir danışanımızın annesinin, oğlu eroin kullanmaya başladığında “Ne güzel esrar kullanıyordu, nereden çıktı bu eroin!” şeklinde kurmuş olduğu cümle, bazı maddelerin kültürel olarak normalleştirilebildiğini gösteriyor. Yine danışanlarımızdan duyduğumuz hikâyeler, bazı kültürlerde küçük yaşlarda erkek çocukların esrar kullanılmasının teşvik edildiğini, bunun bir büyüme göstergesi olarak kabul edildiğini bizlere gösteriyor. Hepimiz, tıpkı suyun içinde bulunduğu kabın şeklini alması gibi içinde bulunduğumuz kültürün şeklini alıyoruz. O nedenle belki gelenek olarak kabul edilmiş, normalleştirilmiş ama kişinin hayatında bağımlılık gibi ciddi bir hastalığa yol açabilecek alışkanlıkları tekrar gözden geçirmek gerekiyor. Tam tersi örnekler de mevcut. Sağlıklı yaşam biçimlerini aşılayan, inanç sistemleri sağlam zemine oturmuş kültürlerde bağımlılık davranışının kolay kolay gelişmediğini görüyoruz. Bu noktada inanç önemli bir koruyucu faktör haline geliyor. Artık Batı dünyası dahil olmak üzere birçok ülkede, inanç temelli yaklaşımlarım tedavi sistemlerine girdiğini görmekteyiz. Yani inanç, hem bağımlılığı önlemede hem de bağımlılığa müdahale etmede son derece önemli bir unsur.
KADINLARDA TEDAVİ DAHA ZORLAYICI
Bağımlılığın erkeklerde daha fazla görüldüğüne dair bazı araştırma sonuçları var. Size göre cinsiyet faktörünün bağımlılıklar konusundaki etkisi nedir?
Araştırmalar, bağımlılık sorununun erkeklerde kadınlara göre daha çok geliştiğini gösteriyor. Ancak bu tablodan, kadınların bağımlı olma riskinin düşük olduğu sonucu çıkarılmamalı. Bağımlılık problemi yaşayan kadınların sayısı yıllar geçtikçe artış gösteriyor. Bunu, Yeşilay Danışmanlık Merkezleri’ne (YEDAM) gelen başvurulardan da izlemekteyiz. Cinsiyet faktörü kadının bakım veren rolünü üstlenmesi üzerinde etkili olduğu için, bu noktada kadın olmak koruyucu bir faktör haline gelebiliyor. Fakat bağımlılık geliştikten sonra kadınlar, erkeklere göre çok daha fazla etkileniyor. Araştırmalar, alkol madde kullanım bozukluğu olan kadınların fiziksel ve ruhsal sorun yaşama oranının erkeklere göre 2,5 kat daha fazla olduğunu gösteriyor. Ayrıca, kadınlar bağımlılık yapıcı maddeleri erkeklere göre daha zor bırakıyor. Kadınlarda motivasyon sağlamak daha zor oluyor. Kadınların erkeklere göre dezavantaj yaşadığı bir başka alan ise sosyal destek. Bağımlılık problemi ortaya çıktığında erkek, ailesi tarafından kabul görüyor, tedavi için onlardan destek alabiliyor; ancak söz konusu kadın olduğunda maalesef kadınlar bu problemi tek başına göğüslenmek zorunda kalıyor; çünkü yalnız bırakılıyorlar. Araştırmalar, alkol madde kullanım bozukluğu olan erkeklerin, kadınlara göre ailesi tarafından destek görme oranının tam dört kat daha fazla olduğunu gösteriyor. Yani bağımlılık kadınlarda daha az rastlanan bir problem olsa da, rastlandıktan sonra kadını erkeğe göre çok daha olumsuz etkiliyor.
Bağımlı yaş aralığının çok genç yaşlara kadar inmesine engel olmak noktasında neler yapılabilir?
Yaş grubuna uygun önleme çalışmaları yapmak çok önemli. Önleme çalışmalarına başta aile ve okul olmak üzere toplumun tamamı katılmalıdır. Ailelerin küçük yaşlardan itibaren bağımlılık yapıcı maddelerin ve davranışların özendirilmemesi konusunda dikkatli olması gerekir. Buna internet kullanımı ve internette oyun oynamak da dahil. Kendi işini rahat yapabilmek ya da ağlayan çocuğu susturmak için uzun saatler bilgisayar, tablet kullanmak ya da televizyon izlemek davranışını geliştirmeyi teşvik etmemeleri gerekir. Aileler ve öğretmenler çocuğun gelişim süreçlerini yakından takip etmeli, yaşına uygun gelişim göstermiyorsa bu durumları dikkate almalıdır. Okul yönetimlerinin de, küçük sınıflardan başlayarak uygun konularda önleme çalışmalarını düzenli şekilde uygulaması gerekir. Bu konuda Yeşilay’ın tüm eğitim sistemine büyük bir katkısı olarak Türkiye Bağımlılıkla Mücadele Programı (TBM) ve Okulda Bağımlılığa Müdahale Programı (OBM) okul yönetimlerinin de birincil ve ikincil önleme konusunda elini güçlendiren programlardır. Bu programların işin ehli olan kişiler tarafından düzenli olarak uygulanması çocukları ve genç yetişkinleri korumamız için etkili olacaktır. Bağımlılık yapan maddelerin ve davranışların medyadaki görünümü de bir toplumdaki bağımlılık sorununu etkileyen nedenlerdendir. Gerek ana akım gerekse sosyal medyada bu maddelerin ve davranışların özendirilmemesi, bunu kullanan kişilerin karizmatik olarak lanse edilmemesi gerekir. Özellikle, belli yaş grupları popüler kişileri örnek alarak büyürken, bu kişilerin bağımlılığı olumlayan davranışları gençleri olumsuz etkileyecektir.
Aile ilişkileri bağımlılıkları nasıl etkiler? Aile kavramının daha önemli olduğu, öne çıktığı toplumlarda bağımlılıkların daha az olduğunu söyleyebilir miyiz? Aile bağımlılıklara karşı kalkan görevi üstlenir mi?
Aile ilişkileri birçok psikolojik sorunda olduğu gibi, bağımlılık üzerinde de etkilidir. Hatta bağımlılığın, aile ilişkilerinden en çok etkilenen psikolojik problemlerden biri olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenledir ki, evrensel bir söylem olarak “Bağımlılık bir aile hastalığıdır” söylemi ortaya çıkmıştır. Aileler hem bağımlılık sürecinden etkilenir, hem de olumlu ya da olumsuz şekilde bu süreci etkiler. Bizim toplumumuz, aile ilişkilerinin çocuklar belli bir yaşa gelse bile devam ettiği, ailenin elini çocuğun üzerinden büyüse bile çekmediği bir toplum. Bu durum, bağımlılık gibi bir problem söz konusu olduğunda, tedavi için oldukça destekleyici oluyor. Aileler çocuklarını bu problem karşısında yalnız bırakmıyor, yanlarında oluyorlar. Bireysel kültürlerde olduğu gibi evsiz, sokakta yaşayan bağımlılara ülkemizde çok da fazla rastlanmıyor. Ancak bu ilişkilere rağmen, ailenin zaman zaman bağımlılık gibi görmezden gelinmesi zor bir problemi göz ardı ettiğini görebiliyoruz. Örneğin bazen bir anne görüşmeye geliyor görüşmeye, aynı evde yaşadığı çocuğu için “Dört yıldır kullanıyormuş, biz yeni fark ettik.” diyebiliyor. İşte o an, dört yıldır bu ailenin ortak hiçbir şey yapmadığını, belki de birbirlerinin gözlerinin içine bakarak bir kez olsun sohbet etmediğini, iletişim kurmadığını anlıyorsunuz. Aynı evin içinde, birden fazla hayatın bireysel olarak sürdürüldüğü sonucunu çıkarıyorsunuz. O nedenle, ailelerin çocukların hayatlarıyla yakından ilgilenmeleri bağımlılığa karşı koruyucu bir kalkan gibidir. Kimle görüştükleri, nerelere gittikleri, boş zamanlarını nasıl geçirdikleri ailelerin bilmeleri gereken detaylardır. Aileler bazen bunu yapmayı çocukları kurallara boğmak, üstlerine çok fazla gitmek olarak anlayabiliyor; fakat, bu şekilde anlamak ve davranmak da bir sınır aşımıdır, bu da çocuklarla bağları zedeler. Disiplinle serbestlik arasında belki de kontrollü serbestlik olarak adlandırabileceğimiz bir denge kurmak gerekir. Ayrıca, ortak bir yaşam alanı olan evin belli kurallarının da olması gerekir.
Önceki yıllarda bağımlılıklar, daha çok yüksek ve düşük sosyo ekonomik düzeydeki gruplara ait bireylerde daha fazla görülürken, son zamanlarda orta sosyoekonomik sınıfta da artış olduğunu duyuyoruz. Bu durum nasıl açıklanabilir? Sosyoekonomik düzey bağımlılıklarda nasıl bir risk faktörü oluşturuyor, açıklayabilir misiniz?
Bağımlılığın medyadaki görünümü, geçmiş yıllarda genellikle madde kullanan ve suça karışan sokak çocukları üzerinden olurdu. Son yıllarda bu popülasyonun tercih ettiği maddelerin de değişmesiyle birlikte bu görünüme çok fazla rastlamaz olduk. Daha sonra uyuşturucu madde baskınlarında yakalanan ünlülerle karşılaşıp şaşırdık. Sanki şan, şöhret ve para sahibi olan biri bağımlı olmaz diye düşünüyorduk. Aslında, bağımlılık sosyoekonomik duruma bakmaksızın, herkesi pençesine alabilecek bir hastalık. Aradaki en önemli fark, belki farklı sınıflardaki kişilerin farklı madde kullanıyor olmasıdır. Özellikle maddi durumu iyi, sosyal çevresi geniş olan kişiler farklı heyecanları tatmak için, bağımlılık yapıcı madde kullanımını eğlence hayatlarının bir parçası haline getirebiliyorlar. Arkadaş çevreleri kullanımı olan kişilerden oluşuyorsa, bu çevrelerde kabul görmek için sadece maddiyat yetmeyebiliyor, alışkanlıklarını değiştirmeleri gerektiğini düşünüp, alkol madde kullanımına başlayabiliyorlar. Bağımlılığın sebeplerinden biri de travmalardır. Bazen kişi, yaşadığı travmatik deneyimin acı veren etkisinden kurtulmak için alkol veya madde kullanımına yönelebilir, bu durum da yine sosyoekonomik durum gözetmeyecektir. Ayrıca, daha önce sıraladığımız genetik faktörler, kişisel özellikler, aile ilişkileri gibi risk faktörleri yine sosyoekonomik düzey fark etmeksizin herkesi etkileyen risk faktörleridir.
Bağımlılık için risk faktörü oluşturan psikiyatrik hastalıklar nelerdir?
Bağımlılığa genellikle, hep bir psikiyatrik hastalık eşlik eder. Bu durumda hem bağımlılığı hem de bu psikiyatrik hastalığı çalışmanız gerekir. Hatta, bu hastalık ön plandaysa mutlaka bir psikiyatrist kişiyi değerlendirir; gerekirse ilaç tedavisine başlar. Bu hastalıkların başında dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, kaygı bozukluğu, depresyon, travma ve borderline (sınırda) kişilik bozukluğu, antisosyal kişilik bozukluğu gibi kişilik bozuklukları gelir. Özellikle küçük yaşlarda başlayan ama fark edilmeyen dikkat eksikliği ve hiperaktivite, ilerleyen yaşlarda bağımlılık yapıcı madde kullanımına neden olabilir. Depresyon ve kaygı bozukluğu, kişinin bağımlılık yapıcı maddelerle anlık iyi hissederek kendi kendine iyileşmek için bulduğu çözüm yolları haline gelebilir. Bağımlılık söz konusu olduğunda genellikle başvuran kişilerin travmatik bir deneyime sahip olduğunu görüyoruz. Özellikle kadınlarda bu oran yüzde 50’lerin üstüne çıkıyor. Tedavi edilmemiş travma, kişiyi bağımlılık yapan maddelerin kullanımına götürebiliyor. Borderline (sınırda) kişilik bozukluğu ve antisosyal kişilik bozukluklarında da gerek duyguların düzenlenme ihtiyacı, gerekse heyecan arama davranışı gibi durumların sonucunda bağımlılık yapan maddelerin kullanımına yönelme söz konusu olabiliyor. Bu hastalıklar tedavi edilmedikçe bağımlılığın tekrarlama riski de artar. O nedenle bağımlılıkla birlikte mutlaka bu sorunlar üzerinde de çalışmak gerekir.
115 DANIŞMA HATTI’NDAN ÜCRETSİZ DESTEK
Bağımlı ve bağımlı aileleri danışmanlığı üzerinden YEDAM modelinin içeriğini ve detaylarını paylaşabilir misiniz?
YEDAM Modeli, Yeşilay’ın bağımlılığa müdahale alanında geliştirdiği bir modeldir. Ülkemizde ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde sayısı 105’e ulaşmış Yeşilay Danışmanlık Merkezleri’nde psikologlar, klinik psikologlar, sosyal hizmet uzmanları ve halkla ilişkiler sorumlularının yer aldığı bir psiko-sosyal destek modelidir. Bu modelin ilk ayağının 115 numaralı Danışma Hattı olduğunu söyleyebiliriz. Danışma Hattı, bir çağrı merkezinden farklı olarak telefonları psikologların cevapladığı, bağımlılık alanında uzmanlaşmış bir ekipten oluşmaktadır. Kişiler, kimlik bilgilerini gizli tutarak bağımlılık hakkında dilediği soruları sormak için arayabilir. Hattımız gece yarısına kadar hizmet vermektedir ve ücretsizdir. Yüz yüze psikolojik destek almak isteyenlere de YEDAM’larda klinik psikologlar tarafından ruhsal destek hizmeti sunulur. Bu hizmet kapsamında alkol, uyuşturucu madde, tütün, kumar ve internet bağımlılığı alanlarında bağımlılık danışmanlığı hizmeti verilir. Bu hizmet, psikolojik sorunlara verilen ruhsal desteği, alkol madde kullanım isteğiyle başa çıkmayı öğretmeyi, davranışsal bağımlılıklarla ilgili dürtü kontrolünü sağlamayı, gerekirse tıbbi destek yönlendirilmesini, bağımlılık tekrarlayan bir hastalık olduğu için tekrar kullanmayı önleme konusunda çalışmayı içerir. Bağımlılık tedavisi multidisipliner bir alandır; yani kişiye sadece tıbbi ya da psikolojik destek vermez yetmez; mutlaka sosyal destek de sunulması gerekir. YEDAM Modeli kapsamında, sosyal hizmet uzmanları, kişi görüşmelere başladığı andan itibaren sosyal ihtiyaçlarını tespit eder; gerekli ekonomik, barınma, akademik vb. desteğin sağlanması için ilgili kurumlarla iş birliği yapar. Adeta kişiyle ihtiyacı olan kurumlar arasında bir köprü vazifesi görür. Riskli çevreden uzaklaşması için, yaşamı düzenleme konusunda çalışmalar yapılır. Boş zamanlarını değerlendirmek, bulunduğu riskli ortamlardan uzak tutmak ve mesleki beceri kazandırmak için YEDAM’larda atölye adı verilen kurslar düzenlenir. Bireysel olarak sunulan hizmetlerin yanı sıra bağımlılık türüne göre organize edilen, deneyim ve bilgi paylaşımının yapıldığı, bağımlılıkla ilgili bilgilendirmelerin yer aldığı grup terapi seansları da düzenlenmektedir. Bağımlılıktan mustarip olan kişilere aileler de dahildir; onlar da sürecin önemli bir parçasıdır. Klinik psikologlar, aile bireylerinden en az birini mutlaka görüşme sürecine dahil etmeyi amaçlar. Bu kişilerle ayrıca aile görüşmeleri yapılır. Aile bireylerinden birinde, bağımlı olan kişinin bağımlılık problemini olumsuz etkileyen bir ruhsal sorun tespit edildiyse, bu aile üyesine ayrıca ruhsal destek hizmeti verilir.
YEDAM Modeli’nin öne çıkan taraflarından biri ailelere sunulan “kişi dışı görüşme” adını verdiğimiz hizmet türüdür. Bu hizmet türünde bağımlılık problemi yaşayan kişi, bizzat başvurmasa bile yakınları konuyla ilgili destek almak üzere YEDAM’lara başvurabilir. Aile içindeki iletişim sorunları çözüldüğünde, aileler doğru sınır ve kural koyabildiğinde bağımlılık problemi olan kişinin de bir süre sonra tedavi için başvurduğunu görmekteyiz. Bunların yanı sıra, ailelerin bağımlılıkla ve bağımlılıkla ilişkili konular hakkında bilgilendirildiği, deneyim paylaşımı yapıldığı grup terapi oturumları düzenlenmektedir. Danışma Hattı’nda olduğu gibi yüz yüze sunulan bütün hizmetler de ücretsizdir. YEDAM Modeli birçok yerel ve evrensel model incelendikten sonra Türk kültürüne özgü geliştirilmiş kapsamlı bir bağımlılık danışmanlık modelidir. İnsanları yargılamadan kabullenen tarafıyla, bilimsellikten ödün vermeyen yöntemleriyle ve sürekli gelişim içinde olmasıyla bağımlılık konusunda ülkemizdeki en kapsamlı hizmeti veren model olduğunu söyleyebiliriz. Detaylı bilgi almak isteyenler 115 numaralı Danışma Hattımızı arayabilir.
MELİKE ŞİMŞEK KİMDİR?
2010 yılında İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nü, ardından Queen Mary University of London Ruh Sağlığı ve Psikolojik Terapiler Bölümü’nü bitirdi. Prof. Dr. Üstün Dökmen’in “Küçük Şeyler” isimli televizyon programında asistanlıkla başlayan çalışma hayatı, nörobilim çalışmalarını pazar araştırmalarıyla birleştirdiği projelerle global bir danışmanlık şirketinde devam etti. Kadınlara ücretsiz psikolojik destek sunulan projelerde psikolog olarak yer aldı. Devlete bağlı merkezlerde bağımlı ve davranış bozukluğu olan çocuk ve ergen gruplarla çalıştı. Halen bağımlılık alanında çalışmakta, ulusal ve uluslararası kongrelerde sunumlar yapmaktadır. Çapa Tıp Fakültesi İngilizce ve Türkçe 1. ve 2. sınıf öğrencilerine psikoloji ve sağlık iletişimi dersleri vermektedir. Hakemli dergilerde yayınlanmış makaleleri ve kitap bölümleri vardır. Birleşmiş Milletler Viyana Ofisi’nde Motivasyonel Görüşme Teknikleri Eğitici Eğitimi almış, merkezi Amerika’da olan MINT üyesi olup Türkiye’deki üç uluslararası sertifikalı Motivasyonel Görüşme Teknikleri Eğiticisinden birisidir. Bağımlılara ücretsiz psikolojik ve sosyal destek veren Yeşilay Danışmanlık Merkezleri Müdürlüğü görevini yürütmektedir.