Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
1058
Yaşam
Tarih Boyunca Vardı Ve Hep Var Olacak: Sivil Toplum Kavramı Ve STK’lar
Kökleri Aristoteles’e uzanan sivil toplum kavramı ve onun örgütlü hali olan sivil toplum kuruluşları; ülkemizde sivil alanın genişlemesi ve gelişmesi ile birlikte öğrenilen, üzerinde tartışılan, etkisi artan ve yaygınlaşan bir kurum haline dönüştü. Bu gelişmelerin altında yatan tarihsel gelişim süreçlerini araştırdık.
Sivil toplum kavramı günümüzde devlet denetiminin ulaşamadığı ya da belirleyici olmadığı alanlarda bireylerin devletten izin almadan, sorgulanma korkusu taşımadan ve ekonomik ilişkilerin baskısından bağımsız hareket ederek tutum belirleyebildikleri, gönüllü ve rızaya dayalı ilişkilerin ve kurumların oluşturulabildiği bir toplum olarak tanımlanıyor.
Kökleri Aristoteles’in “politike koinonia” kavramına kadar giden sivil toplum kavramı, tarih içerisinde birçok değişime ve dönüşüme uğramış. Dünya üzerinde günümüzdeki tanımıyla sivil toplumun şekillenmesi 1970’li yılların ortalarına rastlıyor. 20. yüzyılın sonlarına doğru küreselleşme kavramının öneminin ve hayatımızdaki yerinin artması ile sivil toplum ve onun örgütlü halinin vücut bulduğu “sivil toplum kuruluşları (STK)” ulusal ve uluslararası alanlarda etkileri giderek artan bir yapıya büründüler. Türkiye’nin sivil toplum tecrübesi ise dünya tecrübesinden bağımsız olmamış fakat daha geç olmuştur. Sivil toplum oluşumlarının bugünkü içeriğiyle ülkemizde görülmeye başlanması 1990’lı yıllara tekabül ediyor.
Türkiye için 90’lı yıllar sivil toplum kavramı için milat olarak kabul edilse de aslında bu kavramın tarihi çok daha eskiye dayanıyor. Sivil toplum tarihimizin daha anlaşılır olabilmesi için bu kavramın Avrupa’daki gelişimine bakmak bizlere yardımcı olacaktır.
AİLE KURUMU SİVİL TOPLUMUN TEMELLERİNİ ATTI
Sivil toplum Avrupa orijinli bir kavram ve ilk ortaya çıktığı coğrafya da yine burası. Sivil toplumun tarihi eski Yunan’a kadar götürülse de, modern anlamda sivil toplumun temelleri 13. yüzyılda atılmıştır. Sivil toplum kavramının gelişmesinde özellikte Orta Çağ Avrupası’nda mutlak otoriteye sahip olamayan devlet yapıları önemil rol oynamıştır. Devletler, feodal yapı ve kilise otoritesiyle kuşatılmış ve bu durum devletin, toplumun farklı kesimleri arasında dengeleyici unsur olarak görev yapmasının önünü açmıştır. Bu dönemde üretimin aile içerisinde gerçekleşmesi ile sermaye burada büyümüştür. Bireyler toplum içinde kendilerini aileleri üzerinden tanımlayıp sosyalleşmişlerdir. Aile, devlet ve kilisenin karşısına bir güç odağı ve bir kimlik olarak çıkmıştır.
Sivil toplum kavramındaki ikinci kırılma dönemi sanayi devrimi ve Fransız İhtilali sonrasına rastlıyor. Yeni Çağı başlatan bu gelişmeler Avrupa’da yeni bir toplumsal sınıfın oluşmasına yol açtı. Burjuva olarak adlandırılan bu sınıf, aristokrasinin ve kilisenin karşısında önemli bir güç olarak çıkıp, yepyeni taleplerde bulundu. Bu talepler de sivil toplum için önemli olan birey ve bireysel hakların gündeme gelmesini sağladı.
SİVİL TOPLUM VE DEVLETLERDEKİ DEĞİŞİM
Sivil toplumu bugünkü haline eviren sürecin başlangıcı 1970’li yıllarda yaşandı. İşçi hakları konusundaki talepler sivil toplumu harekete geçirdi; ve bu talepler Avrupa hükümetlerini sosyal devlet politikalarına yönelmeye zorlarken dikta yönetimlerin hakim olduğu Doğu bloku ülkeleri ile Latin Amerika’da da demokratik hak mücadelesi halk ayaklanmalarına neden oldu.
1980’lere gelindiğinde ulusal ve uluslararası alanda sivil toplum örgütleri eğitim, sağlık, sosyal yardım gibi konularda hizmet üretmeye başladılar. Bu gelişmelerle sivil toplum kamusal alana taşındı ve devletlerin kararlarını etkileyen hatta etki alanları devletleri aşan bir konuma ulaştı. Tüm bunlar sivil toplumu güçlü ve işlevsel kılarken onu devletin karşısında önemli bir güç haline getirdi.
OSMANLI’DA SİVİL TOPLUM
Avrupa’da sivil toplumu ortaya çıkaran merkezi devlet yapılanmasının zayıflığı, toplumsal sınıfların varlığı ve bu sınıfların kendi içlerinde ve devletle arasında bir gerilimin varlığı, serbest pazar, bireysel haklar gibi kavramlar Osmanlı’da mevcut değildi. Osmanlı İmparatorluğu merkezi yönetimin çok güçlü olduğu bir devlet yapısındaydı. Osmanlı Devleti’nde Avrupa tarzı toplumsal sınıflar mevcut olmadığı gibi devlet ile toplum arasında aracı konumunda olan yapılardan söz etmek de mümkün değildi. Tüm bunlara rağmen Avrupa’daki tecrübenin aksine Osmanlı’da sivil toplum olarak nitelendirilebilecek unsurlar mevcuttur. Bunların en başında ise devlet yapısı gelir. Devlet İslam hukuku ile sınırlandırılmış ve bu sınırlar topluma hareket alanı imkânı sağlamıştır. Öte yandan Osmanlı çok milletli yapıya sahip bir devlettir; ve bu çeşitliliğin meydana getirdiği kültürel yapıya müdahale edilmemiştir.
LONCALAR
Osmanlı’da sivil topluma örnek olan gösterilebilecek bir yapı loncalardır. Meslek örgütlenmesi olarak ortaya çıkan bu yapı, yetki ve etki alanını sadece mesleki faaliyetlerin düzenlenmesi ve idaresi olarak belirlememiş, çırak yetiştirme, insani değerlerin önemi, gençliğin sorunları, askeri alana katkı, sosyal hizmetler gibi konularda da çalışmalar yapılmıştır.
VAKIFLAR
Vakıflar, bağımsız yönetimleri, kendilerine ait ekonomik kaynakları ile günümüz sivil toplum kuruluşlarına benzetilebilir. Bugün devletin görevi olan birçok faaliyet o dönem vakıflar eli ile yapılmaktaydı. Çeşme, köprü, yol, medrese gibi hizmetlerin vakıfların inisiyatifi ile yapıldığı biliniyor. Vakıfların bu alanlarda yaptıkları hizmetler, devletin sivil topluma ne kadar geniş alan açabildiğinin göstergesidir.
TASAVVUF MÜESSESİ
Tarikatlar şeklinde örgütlenen bu kurum, Türklerin Anadolu’ya gelişinden itibaren önemli görevler üstlenmiştir. Özerk bir yapıya sahip olan tarikatlar, devletten bağımsız yapılar olmamıştır. Meşrep itibari ile farklılıklar gösteren tarikatların varlıklarını devam ettirebilmeleri, sivil toplumun var olmasının şartlarından kabul edilen “farklılaşma”nın bir göstergesi olarak nitelendirilebilir. Tarikatların devletle halk arasında köprü görevi görmesi de sivil toplum kavramı açısından değerlendirebileceğimiz önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
MODERLEŞME VE SİVİL TOPLUM
19. yüzyılda Osmanlı’da modernleşme hareketleri ile birçok alanda çeşitli reformlar yapılmıştır. Sınırlı da olsa anayasal bir sistem ortaya çıkmış, padişahın yetkileri sınırlandırılmıştır. Bu yenilikler, sivil toplumu daha da güçlendirmesi gerektiren gelişmeler olmasına karşın sivil toplum maalesef gerilemiştir. Avrupa’daki burjuva sınıfının aksine bu dönemde ortaya çıkan devletçi seçkin zümre çok fazla güçlenmiş ve toplumsal farklılaşmaya tahammül göstermemiştir. Ayrıca bu seçkinler devleti sivil toplumun üstünde tutmuştur.
Avrupa tarzı ilk cemiyetler ise Osmanlı’nın son dönemlerinde ortaya çıkmış ve gelişmeye başlamıştır. Osmanlı’nın yıkılması ile sivil toplum için durum daha zorlu bir hâl almıştır.
TÜRKİYE’DE SİVİL TOPLUM
Cumhuriyetin kuruluşundan çok partili sisteme geçilmesine kadarki dönemde sivil toplum ve STK’lar için uygun ortamın olmadığı, önceki tecrübelerden daha geri bir noktaya gelindiği görülmektedir. Bu dönemin en belirgin özelliği devletin tek parti sistemi ile yönetilmesidir. Bu dönemde vakıfların kapatılması ile sivil toplumun organize olmuş formları ortadan kaldırılmış, siyasi parti olarak mücadele etmek isteyenler de sert müdahalelerle engellenmiştir. 1923-1950 arasındaki dönemde faaliyet gösteren tek dernek Halk Evleri’dir. Ancak bu yeni yönetim anlayışıyla geçmişten gelen farklı dini, etnik, kültürel ve geleneksel formlar görmezden gelinmiştir.
DARBELER VE SİVİL TOPLUM
Demokrat Parti’nin 1950 seçimleri ile iktidara gelmesi Türkiye’de yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Fakat 1960 ve sonrasındaki askeri darbeler, yeni gelişen sivil toplum ve STK’larda olumsuz etkilere neden olmuştur. Bu kurumlar antidemokratik kesintilere rağmen faaliyetlerine devam etmeye çalışmışlar zaman içerisinde hem yönetime katılım hem de örgütlenme beceri ve kapasitesilerini artırmışlardır.
1980 darbesi ile Türkiye’de sayıları 23 bin 700’ü bulan dernek ve vakıflar kapatılmış, elde edilen kazanımlara büyük darbe vurulmuştur. Darbenin etkisinin azaldığı 1990’lı yıllarda sivil toplum yeniden önem kazanmaya başlamıştır. Özellikle Avrupa Birliği kapsamında atılan adımlar sivil toplumun gelişmesinin önünü açan en büyük etkilerden birisi olmuştur. Sivil toplum üzerinde hissedilen devletçi baskı sınırlandırılmaya çalışılmıştır. Bu dönemde yerel yönetimler de sivil toplum çalışmalarının içinde hiç olmadığı kadar yer almıştır. Sivil toplum; hava kirliliği, sağlık, turizm, çevre, insan hakları, dinsel haklar, etnik haklar ve kadın hakları üzerinde yoğunlaşmıştır.
1995’te dernek kurma özgürlüğünü düzenleyen anayasanın 33. maddesindeki değişiklik sivil alanın zenginleşmesine katkı sağlar. 1996’da Türkiye’de düzenlenen HABİTAT konferansı bir yandan sivil toplum kavramını yoğun bir şekilde gündeme getirmiş, diğer yandan da Türkiye’den STK’ların küresel sivil toplum hareketine katılmalarına, sosyal adalet ve sürdürülebilir kalkınma alanlarında gündemlerini genişletmelerine etki etmiştir.
MARMARA DEPREMİ VE GÖNÜLLÜLÜK
17 Ağustos 1999 tarihi, Türkiye’de özellikle kamuoyunun sivil toplum ve devlet algısında meydana getirdiği dönüşüm açısından kırılma noktası oldu. Devletin depremin yıkımı karşısındaki çaresizliği, toplumu depremzedelere nasıl yardım edebileceklerini konusunda yeni arayışlara ve çözümler bulmaya yöneltti. Marmara Depremi’ne kadar Türkiye’de toplumun geleneksel davranışı “ayni ya da maddi” yardımlarda bulunmaktı; fakat depremle bunun yeterli olmadığı açıkça görüldü. Radyo, televizyon ve gazetelerden o zamana kadar hiç duyulmadığı kadar gönüllülere ihtiyaç duyulduğuna dair yayınlar yapıldı.
1999 depremi hem dünyanın dört bir tarafından gelen STK’larla Türkiye’deki STK’ların birlikte çalışmalarına, hem de STK’ların kullanabilecekleri kaynakların Türkiye’ye gelmesine vesile oldu. Ardından gelen yıllarda “gönüllülük” kavramı daha sık kullanılmaya başlandı.
YEPYENİ BİR TÜRKİYE
Türkiye 21. Yüzyıla, toplumsal, siyasal ve ekonomik alanda birçok yenilikle adım attı. Geçmiş dönemin baskıcı politikaları terk edildi; demokratik reformlar hız kazandı, askeri vesayetin sonlandırılması için önemli adımlar atıldı ve ekonomi daha sağlıklı bir zemine çekildi. Toplumsal farklılaşma olumlu anlamda daha da belirginleşmeye başladı ve en önemlisi de sivil toplum örgütlenmesi bu gelişmelerde ciddi katkılarda bulundu. Bütün bu gelişmelerin sonucu olarak son 10-15 yılda sivil toplum katılımı sayı, yarattığı etki ve profesyonellik düzeyi bakımından büyük artış gösterdi. 2003 yılı verilerine göre sayıları yüz bin civarı olan vakıf sayısı 2021 verilerine göre üç kat artış göstererek 317 bine çıktı. Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yıl hedefleri arasında STK'lar için elverişli ve destekleyici yasal ve mali ortamın daha da iyileştirilmesi ve sivil toplumun daha fazla güçlendirilmesi de yer alıyor.