
Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, hatta..
Klinik Psikolog Süreyya Kitapçıoğlu, kültürel olarak duyarlı terapi ve psikoeğitim modellerinin önemini vurgularken, dijital çağın çocuklarıyla kurulacak ilişkinin sadece teknolojiyle değil, toplumsal değerlerle de şekillendiğini hatırlatıyor.
Bugün Türkiye’de dijital oyun bağımlılığı giderek toplumsal ve kültürel dokulara nüfuz eden çok katmanlı bir kriz hâline geliyor. Klinik Psikolog Süreyya Kitapçıoğlu’yla yaptığımız bu söyleşide, dijital oyunların çocukların hayatındaki anlamlarını, Türk aile yapısının ve mahalle kültürünün bağımlılık üzerindeki belirleyici etkilerini ve Batı menşeli terapi modellerinin neden yerel dokunuşlar olmadan yetersiz kaldığını konuştuk.
Türkiye’de çocuk ve gençlerde dijital oyun bağımlılığı sizce nasıl bir seyir izliyor? Son yıllarda artışın temel sebeplerini neye bağlıyorsunuz?
Türkiye’de dijital oyun bağımlılığına dair doğrudan ulusal tarama verileri sınırlı olmakla birlikte, yerel üniversite araştırmaları, lisansüstü tezler ve saha gözlemleri özellikle 10-17 yaş aralığında bağımlılık oranlarının yükselişte olduğunu göstermektedir. T.C. Sağlık Bakanlığı ve Yeşilay gibi kuruluşların yayımladığı raporlar, pandemi sonrası çocukların oyun oynama sürelerinde artışlar yaşandığını vurgulamaktadır. Yeşilay’ın İstanbul genelinde yürüttüğü bir çalışmada, 12-19 yaş arası 6116 gencin %8,5’inin problemli düzeyde dijital oyun oynama davranışı sergilediği tespit edilmiştir; bu oran erkeklerde %5,1, kızlarda ise %3,4 olarak raporlanmıştır. Bu bulgular, uluslararası literatürdeki yaygınlık oranlarıyla da örtüşmektedir.
Dijital oyun bağımlılığı, bireysel, ailevi, toplumsal ve teknolojik düzeylerde şekillenen çok boyutlu bir sorundur. Türkiye’de bu bağımlılığın artışında aşağıdaki temel etkenler öne çıkmaktadır:
1. Pandemi ve dijitalleşme: COVID-19 pandemisi, çocukların ekranla geçirdiği süreyi dramatik biçimde artırmıştır. Çevrim içi eğitime geçişle birlikte ekran kullanımı zorunlu hâle gelmiş, dijital kültür günlük yaşamın doğal bir parçası olmuştur. Bu süreçte dijital oyunlar yalnızca eğlence değil; çocuklar için sosyalleşme, başarı hissi, duygu durum düzenleme ve rutin oluşturma aracı hâline gelmiştir.
2. Gelişen oyun teknolojileri ve bağımlılık mekanizmaları: Yeni nesil oyunlar, psikolojik bağımlılığı tetikleyici unsurlarla tasarlanmaktadır. Özellikle ganimet kutuları (loot box), sosyal ödül sistemleri, zaman sınırlı görevler gibi mekanizmalar, çocuk beyninde dopamin döngüsünü harekete geçirerek oyun süresini uzatmakta ve bağımlılık riskini artırmaktadır.
3. Aile ve ebeveyn faktörleri: Aile içi iletişim eksikliği, çocukların oyunları duygusal tatmin aracı olarak görmesine neden olmaktadır. Ebeveynlerin dijital okuryazarlık düzeyinin düşük olması, ekran süresinin kontrolsüz biçimde artmasına yol açmaktadır. Özellikle çalışan ebeveynler, dijital oyunları bir “bakıcı” ya da ödül aracı olarak kullanabilmektedir. Güney Kore’de yapılan bir çalışmada, ebeveynin dijital oyun kullanımına müdahale etmediği çocuklarda bağımlılık gelişme riskinin %35 daha yüksek olduğu saptanmıştır.
4. Sınav odaklı eğitim sistemi ve kaçış ihtiyacı: Türkiye’de çocuklar yoğun sınav baskısı altında büyümektedir. Akademik başarıya odaklı bu sistemde çocuklar, dijital oyun ortamlarında kendilerini daha başarılı, takdir edilen ve kontrolün kendilerinde olduğu bir alanda hissederek kaçış davranışı geliştirebilmektedir.
5. Sosyal yalnızlık ve dijital aidiyet: Büyük şehirlerde geleneksel oyun alanları (mahalle, park, sokak) giderek azalmaktadır. Bu boşluğu dijital oyun ortamları doldurmakta; çocuklara arkadaşlık, rekabet ve sosyal statü sunarak dijital aidiyet duygusunu pekiştirmektedir.
Türkiye’de oyun bağımlılığıyla çalışırken “kültürel duyarlılık” neden bu kadar önemli? Batı’daki modeller birebir uygulanabiliyor mu, yoksa yerel dokunuşlar mı gerekiyor?
Kültürel duyarlılık; bir toplumun değerlerini, normlarını, aile yapılarını, sosyal ilişkilerini ve psikolojik gelişim tarzlarını dikkate alarak müdahale programları geliştirme yaklaşımıdır. Davranışsal bağımlılıklar -özellikle dijital oyun bağımlılığı- yalnızca bireyin psikolojik süreçleriyle sınırlı değildir; aynı zamanda bireyin sosyal çevresi, kültürel değerler sistemi ve gündelik yaşam pratikleriyle doğrudan ilişkilidir.
Türkiye’de çocuklar bireysel özerklikten çok, aile içi hiyerarşi ve ilişkisel değerlerle büyütülmektedir. Batı’daki birey merkezli terapi yaklaşımları, çocuğun içsel motivasyonunu temel alırken; Türkiye’de ebeveyn otoritesi, akrabalık bağları ve kültürel normlar çocuğun davranışsal sınırlarını belirleyen temel unsurlardır. Bazı çalışmalarda, Asya ve Doğu Avrupa ülkelerinde oyun bağımlılığı tedavisinin etkili olabilmesi için aile temelli müdahalelerin ve “otoriteye saygı” ilkesine dayalı psikoeğitim modüllerinin kritik rol oynadığı vurgulanmaktadır.
Batı toplumlarında dijital oyunlar çoğunlukla bireysel eğlence ve rekabet alanı olarak görülürken, Türkiye’de oyunlar aynı zamanda arkadaşlık ilişkilerinin, grup aidiyetinin ve “birlikte zaman geçirme” kültürünün bir parçası olarak işlev görmektedir. Birçok çocuk, yalnızca oyunun kendisine değil; birlikte oynadığı “klan arkadaşları”, “Discord grubu” ya da “sınıf arkadaşlarıyla geçirdiği online vakit” nedeniyle oyun ortamına bağımlı hâle gelebilmektedir. Bu durumda, dijital oyun bağımlılığını yalnızca bireysel bir sorun olarak ele almak yetersiz kalır; sosyal bağlamı da dikkate alan bütüncül yaklaşımlar gereklidir.
Batı’da geliştirilen birçok bilişsel davranışçı terapi modeli, oyun bağımlılığı ile mücadelede etkinlik göstermiştir. Ancak bu modellerin çoğu bireysel sorumluluk, kişisel hedef koyma, öz düzenleme gibi birey merkezli becerilere odaklanır. Türkiye’de ise bu beceriler genellikle aile rehberliğiyle gelişir. Çocuklar “kişisel sınır” koyma becerilerini yalnız başına değil, ebeveynin yönlendirmesiyle inşa eder. Çoğu çalışmada oyun bağımlılığı tedavilerinin kültürel genellenebilirliğinin sınırlı olduğu ve Batı merkezli müdahale protokollerinin Asya ve Doğu Avrupa ülkelerinde düşük verimle uygulandığı vurgulanmıştır.
Türk aile yapısının ve toplumsal değerlerin dijital oyun bağımlılığı üzerindeki etkisi nedir? Mesela akrabalık ilişkileri ve mahalle kültürü bu süreci nasıl etkiliyor?
Türk aile yapısı, genellikle koruyucu, müdahaleci ve otoriteye dayalı bir yapıya sahiptir. Bu yapı çocuğun dijital oyunlarla ilişkisini şekillendirirken, bazı durumlarda da bağımlılık riskini artırabilir. Aile çocuğun dijital davranışlarını ya aşırı kontrol altında tutmakta ya da tamamen serbest bırakmakta; bu da iki uçta risk doğurur. Kontrolcü ailede oyun çocuğun “gizli özgürlük alanı” hâline gelir. İlgisiz ailede ise oyun çocuğun duygusal ihtiyaçlarını karşıladığı tek ortam olur.
Çalışmaların çoğunda oyun bağımlılığı olan çocukların ailelerinde genellikle iletişim sorunları, tutarsız sınırlar ve zayıf dijital denetim gözlendiği ifade edilmiştir. Bazı ailelerde çocuklara, yaşının üstünde sorumluluk verilmesi ya da tam tersi hiç sorumluluk verilmemesi, oyunlara yönelimi etkileyebilir. Oyun, burada bir kontrol alanı veya kaçış kapısı olarak kullanılır. Türkiye’de aile sadece anne-baba değil, amca, teyze, dede, hala gibi geniş akrabaları da kapsar. Bu yapı hem risk hem de koruyucu faktör olabilir. Pozitif akraba figürleri (örneğin başarılı bir kuzen, oyun yerine müzikle ilgilenen bir amca) çocuğa alternatif rol modeller sunabilir. Geniş aile ile geçirilen zaman, dijital ekranların dışındaki sosyal bağları güçlendirir. Akraba çevresinde yoğun biçimde oyun oynayan kuzenler veya ağabeyler, çocuğun oyunla tanışmasını erkene çekebilir. “Herkes oynuyor, biz de oynuyoruz” normu oluşabilir.
Geleneksel Türk mahalle kültüründe çocuklar sokakta, parkta ya da ortak oyun alanlarında vakit geçirirdi. Ancak son 10-15 yılda güvenlik endişesi, şehirleşme, apartmanlaşma ve dijitalleşme ile birlikte bu alanlar neredeyse ortadan kalktı. Çocukların fiziksel oyun alanları azaldı. Mahalle arkadaşlıkları sanal “klan arkadaşlıkları”na dönüştü. Aileler çocukları dışarı göndermek yerine içeride oyun oynamaya yönlendirdi. Bu dönüşümün özellikle sosyoekonomik olarak orta sınıf ailelerde daha belirgin olduğu ve oyunların hem sosyal hem de fiziksel aktivite eksikliğini telafi etmek için kullanıldığı belirtilmiş.
Türk aile yapısına özgü değerler (mesela mahremiyet ve akrabalık bağları) bir terapi veya psikoeğitim programını nasıl şekillendiriyor?
Mahremiyet, Türk toplumunda yalnızca fiziksel alan değil; aynı zamanda duygusal ve sosyal sınırların korunması anlamına gelir. Ancak çocukların çoğu zaman bu mahremiyet alanı yetişkinler tarafından ihlal edilir: Odasına izinsiz girilmesi, ne izlediği veya oynadığına sürekli müdahale edilmesi, kendi tercihlerinin küçük görülmesi... Bu durum, çocukta güvensizlik, anlaşılmama hissi ve oyunlara “kendi dünyasını kurduğu tek yer” gibi anlamlar yüklenmesine neden olur. Mahremiyet ihlalleri çocukların dijital alanları “gizli sığınak” olarak kullanmalarına neden olabilmektedir.
Geniş aile ilişkileri güçlü olan toplumumuzda, çocuk yalnızca anne-baba ile değil, dede, amca, hala, teyze gibi figürlerle de etkileşim içindedir. Bu figürlerin destekleyici ve pozitif olması durumunda çocuk için koruyucu bir sistem inşa edilir. Ancak oyun bağımlısı kuzenler veya “zaten herkes oynuyor” diyen dayılar gibi modeller varsa, çocuğun davranışı pekişir. Bu nedenle terapi/psikoeğitim modellerinde pozitif akraba figürleri sürece bilinçli şekilde dâhil edilmeli ancak sınırları ihlal eden tutumlara karşı da çocuk desteklenmeli ve mahremiyet alanı inşa edilmelidir.
Türkiye’de dinî/manevi değerler birçok aile için önemli bir dayanak olabiliyor. Bu unsurları terapi sürecine dengeli biçimde nasıl entegre ediyorsunuz?
Türkiye’de pek çok aile için dinî/manevi değerler, çocuk yetiştirmede ve davranış yönetiminde temel belirleyicilerdir. Bu değerlerin yok sayılması, terapötik sürece direnç doğurabilir. Ancak doğrudan ve nasihat dolu bir şekilde entegrasyonu da çocukta suçluluk ve utanç duygusu yaratabilir. Bazı çalışmalarda dinî destek alan ergenlerin IGD belirtilerinde azalma görülmüş; ancak bu desteğin yapıcı, suçlamayan biçimde verildiğinde etkili olduğu ifade edilmiştir.
Çocukların oyun dışında sağlıklı vakit geçirebilmeleri için ne tür sosyal veya kültürel etkinlikleri öneriyorsunuz?
Çocukların oyunlara yönelmesindeki temel motivasyonlar şunlardır: başarı hissi, eğlence ve heyecan, sosyal onay, kaçış veya rahatlama. Bu ihtiyaçları karşılayacak alternatifler önerilmediği sürece “oyunsuzluk”, çocuk için boşluk yaratır.
Önümüzdeki yıllarda bu alanda Türkiye’yi ne bekliyor? Hem riskler hem de fırsatlar açısından bir değerlendirme yapar mısınız?
Dijital oyun bağımlılığı, artık yalnızca bireysel düzeyde ele alınabilecek bir sorun olmaktan çıkmış; toplumsal, kültürel ve teknolojik bir meydan okuma hâline gelmiştir. Türkiye, bu alanda önümüzdeki yıllarda yalnızca tedavi ve müdahale ekseninde değil; aynı zamanda politik, eğitimsel, kültürel ve medya stratejileri düzeyinde çok yönlü bir yapılandırmaya gitmek zorundadır. Dijital oyun bağımlılığı, artık sosyal medya, çevrim içi kumar, pornografi ve sanal alışveriş gibi diğer davranışsal bağımlılıklarla iç içe geçmiş bir “dijital bağımlılık ekosistemi” içinde değerlendirilmelidir.
Çocuklar ve gençler için oyun artık sadece bir uygulama değil; Twitch, TikTok, YouTube gibi platformlarda oyunu izlemek, paylaşmak ve tartışmak da bu döngünün bir parçası. Bu da ekran süresini uzatırken sosyal karşılaştırmaları ve rekabeti körüklemektedir.
Ganimet kutuları, şansa dayalı ödül sistemleri ve oyun içi bahis modelleri, çocukları riskli para davranışlarına sürüklemektedir. Özellikle Fortnite, FIFA, PUBG gibi popüler oyunlarda yer alan bu sistemler, çocukların kumar mantığına küçük yaşta alışmasına neden olabilir. Lee (2023) çalışması, oyun içi mikro ödeme ve ganimet sistemlerinin oyun bağımlılığı gelişme riskini artırdığını ortaya koymuştur.
Yalnızlık, stres, duygusal boşluk gibi nedenlerle çocukların oyun dışında yöneldiği dijital içerikler arasında pornografik materyaller de bulunmaktadır. Bu tür içerikler, özellikle ergenlik döneminde ciddi duygusal ve nöropsikolojik etkiler yaratabilmekte, bağımlılık profiline yeni katmanlar ekleyebilmektedir.
Türkiye’nin genç nüfusu, güçlü eğitim altyapısı ve kültürel dayanışma ağları bu mücadelede avantaj oluşturabilir. Ancak bu avantajlar ancak doğru yönlendirme ve stratejik politikalar ile etkin hale getirilebilir.
Dijital içerikleri sadece kullanmayı değil, eleştirel düşünmeyi, etik farkındalığı ve teknolojiyle sağlıklı ilişki kurmayı hedefleyen okuryazarlık programları tüm eğitim düzeylerine yayılmalıdır. Özellikle oyunlar hakkında, “Nasıl bağımlılık yaratır?”, “Neden bu kadar çok oynamak istiyorum?”, “Oyun dışında hangi ihtiyaçlarımı doyurabilirim?” gibi sorulara cevap arayan modüller tasarlanmalıdır.
Özellikle dezavantajlı bölgelerde okul rehberlik servisleri yetersizdir. Bu servislerin, dijital bağımlılıklar hakkında özel eğitim almış uzmanlarla güçlendirilmesi, veli bilgilendirme seminerleri ile desteklenmesi gerekir.
Oyun ve medya üreticileriyle iş birliği yapılarak ekran süresi kontrolü sağlayan araçlar, duygusal check-in özellikleri (Bugün nasıl hissediyorsun?), aile modülleri, “birlikte oyun oynama” teşvik sistemleri gibi unsurlar geliştirilebilir.
Kamu spotları, toplumsal bilinçlendirme projeleri ve belediye destekli programlarla dijital bağımlılıkların “suç değil, anlaşılması gereken bir ihtiyaç sorunu” olduğu mesajı yayılmalıdır.