Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
1083
Yaşam
Klinik Psikolog Gökhan Ergür: “Metropol yaşamı ve sosyal medya kaygı düzeyini artırıyor”
Kaygı, kişinin hayatını sürdürebilmesini sağlayan gerekli bir duygu. Buna karşın gündelik yaşamı olumsuz etkilediği noktada kaygı bozukluğundan bahsetmek gerekiyor. Klinik Psikolog Gökhan Ergür ile son yıllarda adını sıkça duyduğumuz kaygı bozuklukları hakkında konuştuk. Metropol yaşamının ve sosyal medyanın kaygı bozuklukları ile ilişkisi hakkında sorularımızı yanıtlayan Ergür, “Modern yaşam tarzı, teknolojik gelişmeler, iş yoğunluğu, sosyal medya kullanımı gibi faktörler, insanların yaşadığı stres ve kaygı düzeylerini artırabilir” diyor.
Kaygının tüm canlılar için doğal duygulardan bir tanesi olduğunu ancak bazı durumlarda kaygı bozukluğu hâlini aldığını biliyoruz. Kaygı bozukluğunu nasıl tanımlarsınız?
Kaygı bozukluğu olan bireylerde, sürekli, aşırı ve uygun olmayan endişe durumları gözlemlenir. Bu aşırı endişe, günlük yaşamı olumsuz etkiler ve hatta normal yaşam aktivitelerini sürdürmeyi engeller. Bu kişiler genellikle her durumda en kötü sonucu düşünürler, kontrol dışı olduklarına inanırlar ve olumlu bir sonuç ya da geri dönüşü mümkün göremezler. Kaygı bozukluğunda aşırı endişe ve kaygı genellikle sağlık, aile, mali durum veya iş gibi konularla ilişkilidir. Bu kontrolsüz endişe durumu en az altı ay boyunca neredeyse her gün ortaya çıkar ve gün boyunca devam eder. Kaygı bozukluğunun yaşam boyu görülme sıklığı yüzde 5-6'dır. Başka bir deyişle her 100 kişiden 5-6'sı yaşamlarının herhangi bir döneminde bu rahatsızlığı yaşayabilir. Yaş ilerledikçe, kaygı düzeyinde artış gözlemlenir. Kaygı bozukluğu yaşlılık döneminde en sık görülen anksiyete bozukluğudur.
İnsanlar neden kaygılanır? Kaygı normal bir duygu mudur? Hangi noktada bozukluk düzeyine geldiği düşünülmelidir?
Kaygı, hayatta kalmamızı ve hayatımızı sürdürmemizi sağlayan gerekli ve sağlıklı bir duygudur. Kaygı, olumsuz beklentilere karşı tepki olarak ortaya çıkar, beraberinde huzursuzluk ve sıkıntı hissiyle birlikte olumsuz düşünceleri içerir. Bu düşünceler, genellikle geleceğe yönelik olumsuz beklentileri içerir ve dolayısıyla kaygı, gelecekteki olası tehditleri fark etmemize, olumsuz durumlarla başa çıkmamıza yardımcı olurken, aynı zamanda gelecekte istenen sağlıklı ve olumlu durumlara ulaşmamıza destek olur. Burada en önemli nokta işlevselliktir. Eğer kişinin gündelik yaşam standartlarında bozulma oluyor ve hayatını kaygıları şekillendiriyorsa burada kaygı bozukluğu düşünülmelidir.
“TANI İÇİN PSİKİYATRİST DEĞERLENDİRMESİ GEREKLİDİR”
Bir kişide kaygı bozukluğu olduğu nasıl anlaşılır? Hangi davranışlar kaygı bozukluğunun göstergesidir? Kaygı bozukluğu tanısı nasıl konulur?
Anksiyetesi olan bir birey kendini gergin, huzursuz ve sinirli hissedebilir, hızlı nefes alabilir, soğuk terler dökebilir, konsantre olmakta güçlük çekebilir, karamsarlık hissine kapılabilir ve uyku problemleri yaşayabilir. Anksiyete belirtileri arasında ayrıca fiziksel olarak baş ağrısı, mide bulantısı, midede karıncalanma hissi ve karın ağrısı da görülebilir. Anksiyete bozukluğu yaşayan kişilerde genellikle şu belirtiler görülür: Gergin, huzursuz ve endişeli bir ruh hâlinde olma, hızlı nefes alma ve kalp çarpıntısı yaşama, yaklaşan bir tehlike ve panik duygusuna bağlı korku içinde olma, aniden soğuk soğuk terleme, kalp atışında hızlanma, nefes alışverişinin artması, konsantrasyon ve odaklanmada sorun yaşama, midede karıncalanma hissi, karamsarlık içerisinde olma, uyku sorunları yaşama, özellikle geceleri dişleri gıcırdatma, gastrointestinal rahatsızlıklar yaşama, bir durumu tekrar tekrar düşünme (ruminasyon), baş ağrısı, mide bulantısı veya karın ağrısı, kas gerginliği. Kaygı bozukluğu tanısı konulması için bir psikiyatrist tarafından yapılan klinik değerlendirme gereklidir. Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından hazırlanan Tanısal ve İstatistiksel Ruhsal Bozukluklar El Kitabı (DSM-5) kriterlerine göre, kaygı bozukluğu tanısını destekleyen semptomlar ve bulgular araştırılır ve bir karar verilir.
Kaygı bozukluğu türleri nelerdir?
Kaygı bozukluğu türleri şu şekildedir:
Yaygın Anksiyete Bozukluğu (YAB): Sürekli ve aşırı endişe ile karakterizedir. Bireyler genellikle gerçekçi olmayan endişeler hissederler ve bu endişelerin kontrolünü kaybederler. Günlük aktiviteleri etkileyebilir ve fiziksel semptomlarla birlikte görülebilir.
Sosyal Fobi (Sosyal Anksiyete Bozukluğu): Sosyal fobi, sosyal etkileşimlerde, toplum önünde konuşma yaparken veya performans sergilerken aşırı endişe ve korku yaşanması durumudur. Bu tür bozukluk, sosyal durumlardan kaçınma ile karakterizedir.
Panik bozukluk: Panik bozukluk, aniden ortaya çıkan ve yoğun korku veya panik ataklarıyla belirgin olan bir tür kaygı bozukluğudur. Bu ataklar beklenmedik bir şekilde ortaya çıkar ve genellikle kalp çarpıntısı, titreme, terleme, nefes darlığı ve ölüm korkusu gibi belirtilerle birlikte olabilir.
Agorafobi: Agorafobi, panik ataklar veya yoğun korkular nedeniyle belirli yerlerden veya durumlardan kaçınma ile karakterize olan bir kaygı bozukluğudur. Bu durum, dışarıda veya kalabalık yerlerde, toplu taşıma araçlarında veya açık alanlarda olma korkusuyla ilişkilendirilir.
Obsesif-Kompulsif Bozukluk (OKB): Obsesif-kompulsif bozukluk, tekrarlayan obsesyonlar (sürekli düşünceler veya korkular) ve buna bağlı olarak ortaya çıkan kompulsiyonlar (tekrarlayıcı davranışlar) ile karakterizedir. Bu bozukluk, tekrarlayan el yıkama, kontrol etme veya simetrik düzenleme gibi ritüellerle ilişkilidir.
Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB): Travma sonrası stres bozukluğu, travmatik bir olayın ardından uzun süreli ve yoğun stres belirtileriyle karakterizedir. Bu belirtiler; kabuslar, anıların canlanması, kaçınma davranışları ve aşırı tetikte olma gibi semptomları içerebilir.
“AİLESİNDE KAYGI BOZUKLUĞU OLANLARDA RİSK DAHA YÜKSEK”
Kaygı bozukluğunun arkasında yatan nedenler nelerdir? Kimler risk altındadır?
Kaygı bozukluğunun arkasında yatan nedenler karmaşık ve çoklu olabilir ve her bireyde farklı görülebilir. Ancak genellikle kaygı bozukluklarının gelişiminde rol oynayan bazı yaygın faktörler şunlardır:
Genetik faktörler: Aile öyküsünde kaygı bozukluğu olan bireylerde kaygı bozukluklarının gelişme riski daha yüksektir. Genetik faktörler, kaygı bozukluklarının gelişiminde önemli bir rol oynar.
Beyin kimyası ve yapısı: Beyindeki kimyasal dengesizlikler veya yapısal farklılıklar, kaygı bozukluklarının gelişimine katkıda bulunabilir. Özellikle serotonin, norepinefrin ve gamma-aminobutyric acid (GABA) gibi nörotransmitterlerin dengesizliği kaygı bozukluklarıyla ilişkilendirilmiştir.
Çevresel faktörler: Çocuklukta yaşanan travmatik olaylar, aile içi stres, kötü yaşam koşulları, iş veya okul stresi gibi çevresel faktörler kaygı bozukluklarının gelişimine katkıda bulunabilir.
Bireysel deneyimler: Kişinin yaşadığı önceki travmatik deneyimler veya stresli olaylar, gelecekte kaygı bozukluklarının ortaya çıkma riskini artırabilir.
Kişilik özellikleri: Bazı kişilik özellikleri, özellikle mükemmeliyetçilik, düşük öz saygı, sürekli endişe gibi özellikler kaygı bozukluklarının gelişimine katkıda bulunabilir.
Kaygı bozukluğu konusunda risk altında olanları şöyle sıralayabiliriz:
-
Aile öyküsünde kaygı bozukluğu olanlar.
-
Travmatik olaylar yaşamış olanlar.
-
Kronik stres yaşayanlar.
-
Madde bağımlılığı veya alkol bağımlılığı gibi başka bir psikiyatrik bozukluğu olanlar.
-
Başka bir sağlık sorunu olanlar (Örneğin, kalp hastalığı veya kanser gibi ciddi tıbbi durumlar).
-
Düşük sosyoekonomik statüye sahip olanlar.
-
Çocuklukta istismar veya ihmal yaşamış olanlar.
-
Belirli kişilik özelliklerine sahip olanlar (Örneğin, çekingenlik veya mükemmeliyetçilik).
SOSYAL MEDYA İLE KAYGI BOZUKLUKLARI İLİŞKİSİ
Günümüzde yaşam alışkanlıkları çok değişti. Sosyal medya çok fazla ön plana çıktı. Değişen yaşam alışkanları ve sosyal medya, kaygı bozukluklarını nasıl etkiliyor?
Sosyal medya, günümüzde yaygın olarak kullanılan bir iletişim aracı olmasına rağmen, kaygı bozuklukları üzerinde olumsuz etkilere sahip olabilir. Sürekli olarak diğerleriyle karşılaştırma ve mükemmeliyetçilik algısı, insanları kendilerini yetersiz hissetmeye yönlendirirken, haber akışlarını kontrol etme ve beğeni takibi gibi sürekli bağlılık hissi kaygı düzeyini artırabilir. Ayrıca, sosyal medya kullanımının artmasıyla birlikte aşırı bilgi yükü ve kararsızlık duygusu da artabilir, bu da kaygıya yol açabilir. Cyberbulling (siber zorbalık) vakaları ve dijital mahremiyet endişeleri gibi sorunlar da kaygıyı artırabilirken, sanal bağlantılar gerçek dünya ilişkilerinin yerini alarak yalnızlık hissini artırabilir. Bu nedenle, sağlıklı sınırlar belirlemek, toksik içeriklerden uzak durmak ve sosyal medya kullanımını sınırlamak, kaygı düzeyini azaltmaya yardımcı olabilir.
Kaygı bozukluklarının modern toplumlarda daha fazla arttığını söyleyebilir miyiz? Bunun nedenleri neler?
Evet, modern toplumlarda kaygı bozukluklarının daha fazla artma eğilimi olduğunu söyleyebiliriz. Modern yaşam tarzı, teknolojik gelişmeler, iş yoğunluğu, sosyal medya kullanımı gibi faktörler, insanların yaşadığı stres ve kaygı düzeylerini artırabilir. Özellikle son yıllarda, sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte sosyal karşılaştırma, mükemmeliyetçilik algısı ve dijital mahremiyet endişeleri gibi faktörler kaygı bozukluklarının artmasına katkıda bulundu. Ayrıca, modern toplumlarda daha fazla çalışma saatleri, ekonomik belirsizlikler, şehirleşme ve kalabalık yaşam koşulları gibi faktörler de stres düzeyini artırabilir. Dolayısıyla kaygı bozukluklarının yaygınlığını artırabilir. Bununla birlikte, modern tıbbi ve psikolojik araştırmalar ile farkındalığın artmasıyla birlikte, kaygı bozukluklarının tanınması ve tedavi edilmesi konusundaki farkındalık da artmıştır. Bu da kaygı bozukluklarının daha fazla rapor edilmesine ve tıbbi yardım arayışının artmasına neden olabilir.
“METROPOL YAŞAMI KAYGI DÜZEYİNİ ARTIRIYOR”
Metropol yaşamı, sürekli bir yere yetişme çabası da kaygı düzeyini artırır mı?
Metropol yaşamı genellikle sürekli bir yere yetişme çabasıyla doludur ve bu durum, kaygı düzeyini artırabilir. Metropollerde yaşayan insanlar genellikle hızlı tempolu bir yaşam tarzına sahiptirler ve bu tempoya ayak uydurmak için sürekli bir koşuşturma içinde olabilirler. Bu koşuşturma ve yoğun çalışma temposu, zaman baskısı ve iş yükü gibi faktörler, insanların stres seviyelerini artırabilir ve dolayısıyla kaygıya yol açabilir. Ayrıca metropollerdeki trafik sıkışıklığı, kalabalık toplu taşıma araçları ve uzun iş saatleri gibi faktörler de stres ve kaygı düzeylerini artırabilir. Sürekli bir yere yetişme ve zamanla yarışma duygusu, kişilerin kendilerini sürekli olarak gergin ve endişeli hissetmelerine neden olabilir.
Bununla birlikte, modern metropoller genellikle sosyal izolasyon, anonimlik ve rekabet gibi faktörlerle de ilişkilendirilir, bu da kaygı düzeylerini artırabilir. Yalnızlık hissi, sosyal ilişkilerin eksikliği ve sosyal destek ağının zayıflığı, kaygı bozukluklarının gelişimine yol açabilir. Sonuç olarak, metropol yaşamı genellikle sürekli bir yere yetişme çabası ve stresle doludur ve bu da kaygı düzeyini artırabilir. Bu nedenle, bu tür yaşam tarzına sahip olanlar için stresle başa çıkmak ve kaygıyı azaltmak için sağlıklı yöntemler ve stres yönetimi stratejileri önemlidir.
Kaygı bozuklukları ve bağımlılıklar arasında nasıl bir ilişki var?
Kaygı bozuklukları ve bağımlılıklar arasında karmaşık bir ilişki vardır. Kaygı bozukluğu olan bireyler sıklıkla kaygılarını azaltmak için belirli maddelere veya aktivitelere yönelebilirler, bu da bağımlılık riskini artırabilir. Ayrıca bazı kişiler kaygı semptomlarını kontrol etmek için alkol veya diğer maddeleri kullanabilir. Ancak bu, aslında kaygıyı artırabilir ve bağımlılık riskini yükseltebilir. Her iki durumda da, ortak risk faktörleri ve duygusal düzenleme eğilimleri, kaygı bozukluklarının ve bağımlılıkların gelişimini tetikleyebilir. Tersine, bazı durumlarda bağımlılık önce gelir ve sonrasında kaygı bozuklukları gelişebilir. Bu nedenle, tedavi planlarının geliştirilmesi ve uygulanması sürecinde, hem kaygı bozukluklarını hem de bağımlılıkları dikkate almak önemlidir.
Kaygı bozukluğundan kurtulmanın yolları neler? Tedavide nasıl yollar izleniyor?
Kaygı bozukluğundan kurtulmanın birçok yolu vardır ve tedavide çeşitli yaklaşımlar kullanılabilir. Bilişsel davranışçı terapi (BDT) gibi terapi türleri, kaygı semptomlarını azaltmada etkili olabilir. Terapistler, bireylerin yanlış inançlarını tanımlamalarına, olumsuz düşünceleri sorgulamalarına ve korkularıyla başa çıkmalarına yardımcı olurlar. Ayrıca; antidepresanlar, anksiyolitikler ve beta blokerler gibi ilaçlar da kaygı semptomlarını hafifletmede yardımcı olabilir. Stres yönetimi teknikleri, yaşam tarzı değişiklikleri ve sosyal destek ağı da kaygıyı azaltmada önemli rol oynar. Tedavide izlenen yollar genellikle bireye ve semptomların şiddetine göre değişir ve birçok durumda, psikoterapi ve ilaç tedavisi birlikte kullanılır. Kaygı bozukluğundan kurtulmak için en etkili yol, profesyonel bir yardım almak ve bireyselleştirilmiş bir tedavi planı oluşturmaktır.
Kaygı bozukluğu yaşayan çocukların ebeveynleri ne yapmalı? Nasıl davranmalı?
Ebeveynler, kaygı bozukluğu yaşayan çocuklarını desteklemek için çeşitli adımlar atabilirler. Öncelikle, çocuğun duygularını anlamaya ve onunla empati kurmaya çalışmak önemlidir. Onun kaygılarını ciddiye almak ve açık bir iletişim kurarak hislerini anlamaya çalışmak da etkilidir. Çocuğun kendini güvende hissettiği bir ortam sağlamak ve duygularını ifade etmesine destek olmak, kaygı semptomlarıyla başa çıkmasına yardımcı olabilir. Ayrıca, rahatlatıcı teknikleri öğretmek ve günlük rutinlerle sağlıklı alışkanlıklar oluşturmak önemlidir. Eğer çocuğun kaygı semptomları ciddi ve engelleyici boyutta ise, profesyonel bir yardım almak faydalı olabilir. Bunun yanı sıra, ebeveynlerin kendi duygusal ve zihinsel sağlıklarına da dikkat etmeleri ve kendilerini iyi hissettiklerinde çocuklarına daha iyi destek olmaları önemlidir. Bu adımlar, ailede sağlıklı bir iletişim ve destek ortamı oluşturarak çocuğun kaygı bozukluğuyla başa çıkmasına yardımcı olabilir.