Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
1066
Bağımlılık
Güvene Dayalı İletişim Bağımlılıklardan Koruyor
Sosyal medya kullanımı konusunda güvenli sınır ve kurallar belirlenmedikçe çocuklar ve gençlerin psikososyal gelişimini engelleyen olumsuz sonuçlarla karşılaşılabileceğini belirten Yeşilay Danışmanlık Merkezleri (YEDAM) Uzmanlarından Klinik Psikolog Münire Kardaş, “Çocuğunuzu bağımlılıklardan koruyacak en önemli etmen onunla aranızda güvene dayanan bir iletişim kurmanız. Çocukla güvene dayalı sağlıklı bir ilişki kurmak ve sosyal medyayı yasaklamaktan ziyade birlikte konuşup ortak kararlar alabilmek, etkili iletişimin temelini oluşturur. Çünkü aile içi bağlar ve iletişim azaldıkça çocuğun sosyal medya ile kurduğu ilişki de artar.” diyor
Gün geçtikçe değişen ve gelişen dünyada sosyal medya platformları da gelişip değişiyor. Bu değişimle birlikte bu platformların kullanımı da tüm dünyada artıyor. Klinik Psikolog Münire Kardaş, günümüzde çocuk ve ergenlerin iletişim ve sosyalleşme kanallarının sosyal medya üzerinden olduğunu söylüyor. Araştırmaların da bu görüşü desteklediğini dile getiren Kardaş, yapılan bilimsel çalışmaların sosyal medya ile geçirilen zamanın artmasıyla aile içi iletişimin azaldığını veya daha kısıtlandığını gösterdiğini belirtiyor. Kardaş ile bağımlılıkta sağlıklı ve etkili iletişimin önemini konuştuk…
“AİLE İÇİ ETKİLİ İLETİŞİM ÇOK ÖNEMLİ”
Münire Kardaş, sosyal medyanın zaman açısından sınırsız ve kontrolsüz kullanımının, özellikle çocuk ve ergenlerin sosyal hayattaki ilişkilerini engellediğini ve bağımlılık düzeyine varan kullanımların artmasına sebep olduğunu söylüyor. “Çocuklar kendilerini sosyal medya platformlarında daha güçlü, daha sosyal hissetmeye başladıkça gerçek dünyadan kopuş muhakkak olacaktır.” diyen Kardaş şöyle devam ediyor: “Aile içi iletişimin azalması, birlikte yapılan ortak aktivitelere katılmama, akşam yemeğinin birlikte yenmemesi gibi durumlarda bağımlılık riskinin artacağını söylemek yanlış olmaz. Sosyal medya kullanımı konusunda güvenli sınır ve kurallar belirlenmedikçe çocuk ve gencin psikososyal gelişimini engelleyen olumsuz sonuçlarla karşılaşılabilir. Tüm bu risklerin önlenmesi için aile içi etkili iletişim çok önemli. Çocuğun gelişim düzeyine göre onu anlamak ve değerlendirmek gerekli. Çocukla güvene dayanan sağlıklı bir ilişki kurmak ve sosyal medyayı yasaklamaktan ziyade birlikte konuşup ortak kararlar alabilmek, sağlıklı iletişimin temelini oluşturuyor. Çünkü aile içi bağlar ve iletişim azaldıkça çocuğun sosyal medya ile kurduğu ilişki de artar. Çocuk, sosyal mecralarda rastladığı riskleri veya siber zorbalıkları ailesi ile paylaşmaktan kaçınabilir. Bu da çocukluk ve ergenlik dönemi için risk teşkil eder. Çocuğunuzun hangi sosyal medya platformlarında zaman geçirdiğini bilmek, o mecraların olası risklerini tespit etmek ve çocukla iletişim halinde kalmak, onu olası bağımlılık ve risklerden korur. Eğer çocuğunuz sizlerle daha az iletişim kuruyorsa oynadığı oyunlar veya instagram ile ilgili sohbet konuları açıp ortak iletişim konusu bulabilirsiniz. Aradaki güven ve samimiyet arttıkça sosyal medya açısından güvenli sınır ve kuralları belirlemek çok önemli. Çocuğunuzu bağımlılıklardan koruyacak en önemli etmen onunla aranızda güvene dayanan bir iletişim kurmanızdır. Çocuk önemli ve değerli olduğunu hissettikçe aile içi bağlarının da güçleneceği kanaatindeyim. Eğer çocukta sosyal medya veya çevrim içi oyun bağımlılığı geliştiği gözlemleniyorsa etkili iletişimin yanında muhakkak uzman desteği alınması gerektiğini söyleyebilirim.”
“BAĞIMLILAR EN ÇOK DAMGALAMAYA UĞRAYAN GRUPLAR İÇERİSİNDEDİR”
“Hümanistik kuramın önemli temsilcilerinden olan Carl Rogers kuramını, koşulsuz olumlu kabul ve empati üzerine temellendirmişti.” diyen Münire Kardaş sözlerini şöyle sürdürüyor: “Her koşulda sevilmek, kabul görmek ve empati, bağımlı birey için de çok önemli kavramlardır. Carl Rogers der ki; ‘Koşulsuz olumlu kabul ile büyüyen kişiler kendi duygularına, düşüncelerine ve dünyaya karşı, farklılıklara karşı daha kabul edicidir.” Bağımlı bireyler en çok stigmaya (damgalamaya, etiketlemeye) uğrayan dezavantajlı gruplar içerisinde yer alır. Bu nedenle toplum ve aileden izole olma ve vaktini daha çok kendisi için risk teşkil eden çevrede geçirir. Bu durum da bireyin bağımlılık düzeyini artırabilir. Ailesi tarafından kabul ve şefkat gören bağımlı bireyler tedaviye daha uyumlu olabilir. Buna karşın ailesi tarafından yargılanan, eleştirel tutuma maruz kalan bireyler, yaşadıkları durum ile ilgili konuşmaktan ve yardım istemekten çekinecektir. Bu da kişinin tedaviye ulaşımını geciktirebilir. Sevildiğini ve yargılanmadığını bilen bağımlı birey, aile içinde daha çok var olur ve değişim için daha çok nedeni olur. Bu nedenle aile bireylerinin bağımlı bireye olan yaklaşımı hem tedavide hem de süreçte etkili rol oynar.”
“HAYIR’ DİYEBİLMEYİ ÖĞRETMEK ERGENLİK DÖNEMİNDE KORUR”
Bilimsel kaynaklar ve kendi gözlemlerine göre bireylerin maddeyi ilk deneme yaşlarının 13-18 aralığında olduğunun altını çizen Münire Kardaş, “İlk deneyimlerinin genelde yalnız değil de bir arkadaş vasıtası ile olduğunu görüyoruz. Bu açıdan hem ergenlik dönemi hem de kurulan sağlıksız arkadaşlık ilişkilerinin, bağımlılık potansiyeli açısından risk olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ergenlik dönemi; özelliği gereği fırtınalı ve çalkantılıdır. Bireyin fiziksel, zihinsel ve duygusal olarak geliştiği ve farklı özelliklerini keşfettiği bir dönemdir. Bu dönemde prefrontal korteks dediğimiz ön beyin gelişiminden ziyade limbik sistem dediğimiz duygusal beyin gelişimi ön plandadır. Bu da şu demektir: Ön beyin muhakeme, karar verme, plan yapma gibi işlevlerden sorumlu iken, limbik sistem duygusal işlevlerden sorumludur. Beyin gelişimi itibarıyla da ergenin bazı anlık kararları, hızlı ruhsal değişimi ve karar değişimleri, bu dönemin özelliğidir. Bu nedenle ergen bu dönemde yetişkin zihnini çok anlamlandıramaz ve aile bireyleri ile çatışma yaşayabilir. Hatta arkadaş çevresine daha çok yakınlaşabilir. Çoğu psikiyatrik hastalık için risk teşkil eden bu dönemde sağlıksız bir arkadaş çevresinin varlığı olumsuz sonuçlar doğurabilir. Bu dönemde bir grubun içinde var olmak ve ait hissetmek isteyebilirler. Ergenlik döneminde arkadaş çevresi tarafından beğenilmek ve onay almak onlar için çok önemlidir. Bu nedenle ergenin ‘Hayır’ diyebilme becerilerini geliştirmek aile bireyleri üzerine düşen bir görevdir. Örneğin; ‘Arkadaşlarının alkol aldığı ya da madde kullandığı bir yerde olursan beni ara. Sana bu durumla ilgili kızmam ve seni eleştirmem.’ gibi ifadelerde bulunursanız çocuğunuz riskli durumlarda ne yapacağını bilir ve arkadaşlarına daha kolay ‘Hayır’ diyebilir. Çocuklarınıza doğru bildiklerini ve haklarını savunmaları gerektiğini öğretebilirsiniz. Küçük yaştan itibaren ‘Hayır’ diyebilmeyi öğretmek, riskli durumlarda korkmadan aile ile iletişim kurulabileceğini belirtmek ergenlik dönemi için koruyucu olabilmektedir. Eğer çocuğunuzun ‘Hayır’ diyemediğini ve riskli bir arkadaş çevresinin olduğunu düşünüyorsanız birlikte uzman desteği almaktan kaçınmamanızı öneririm.” diyor.
BAĞIMLI BİREYE YAKLAŞIM NASIL OLMALI?
Aile üyelerinden bir kişi bağımlı olduğunda bu durumun sadece bireyi değil tüm aileyi etkilediğini vurgulayan Münire Kardaş, “Bağımlılık bir aile hastalığıdır. Aile bireyleri, bir aile üyesinin bağımlı olduğunu öğrendiğinde sabırlı ve sakin olmalı. Bağımlı bireyden hemen hızlı değişim beklemek yerine onu anlamalı ve dinlemeli.” diyor. Bağımlılık bir aile sorunu olduğu için bireyin değişimi kadar ailenin bağımlı bireye yaklaşımının da tedavi sürecinde önemli olduğunu söyleyen Kardaş şöyle devam ediyor: “Bağımlılık süreci öğrenildikten sonra kişiye şu davranışlarla yaklaşılmamalı:
-
Emretmek,
-
Eleştirmek ve tehdit etmek,
-
Mantığa dayanan açıklamalar yaparak ikna etmeye çalışmak,
-
Dini ve ahlaki yargılarda bulunmak,
-
Yaralayıcı mesajlar vermek, baskılamak.
Bağımlı yakına bu şekilde bir yaklaşım olursa kişi anlaşılmadığını düşünerek süreci yakınları ile paylaşma konusunda çekinecektir. Bu nedenle bağımlı yakına yaklaşım şu şekilde olmalıdır:
-
Kişi ile iletişime geçmeden önce sakinleşmeli ve panik yapılmamalı.
-
İletişim kurulduğu esnada kişi madde etkisinde olmamalı.
-
Yargılamadan iletişim kurulmalı, amacın destek ve yardım olduğu belirtilmeli.
-
Kişi ile iletişime geçerken samimi, empatik ve gerçekçi olunmalı.
-
Yaralayıcı mesaj vermeden zor bir süreç olduğu vurgulanmalı.
-
Eğer kişi tedavi kelimesinden kaygılanıyor ise danışmanlık ifadesini kullanarak YEDAM gibi kuruluşlara yönlendirilerek kesinlikle profesyonel destek alınmalı.
-
Bağımlı bireyin sevdiği ve saygı duyduğu diğer aile üyeleri veya tanıdıkların desteği alınarak bir panel oluşturulabilir.
-
YEDAM Danışma Hattı’nı arayabilir (115) ve bağımlılık tedavisi konusunda yakınınız için destek ve bilgi alabilirsiniz.
“GRUP TERAPİLERİNİN OLUMLU ETKİSİ VAR”
Bağımlılığın biyolojik, psikolojik ve sosyal yönleri olan bir hastalık olduğunu hatırlatan Münire Kardaş sözlerini şöyle sürdürüyor: “Her hastalıkta olduğu gibi bağımlılığın da tedavi edilmesi ve bağımlı bireylerin rehabilite edilmesi gerekiyor. Bu süreçte hem tıbbi hem de psikolojik ve sosyal destek almak çok önemli. Yeşilay Danışmanlık Merkezleri’nde (YEDAM) bireylere psikolojik desteğin yanı sıra yaşam becerilerinin artmasına yönelik sosyal destek de sağlanıyor. Gastronomi, seramik ve resim atölyeleri yapılıyor. Bu yaşam etkinlikleri ile birlikte bağımlı bireyler destekleniyor ve rehabilitasyon süreci hızlanıyor. Bireyin değişim yaşaması için en az altı aya ihtiyaç olduğu bilimsel çalışmalarla ortaya konuyor. Uzmanlar eşliğinde gerçekleştirilen grup terapilerinin bağımlı bireyler üzerinde olumlu etkisi olduğu biliniyor. Grup terapileri sayesinde bağımlılığı ve beyin bağımlılık ilişkisini daha iyi anlayan bağımlı bireyler nükslerden korunma yollarını öğreniyor. YEDAM içerisinde gerçekleştirilen faaliyetler neticesinde kendisiyle aynı sorunu yaşamış ve sonrasında düzelmiş kişileri de görme fırsatı yakalayan bireyler daha umutlu oluyor. Bu da rehabilitasyon sürecini olumlu etkiliyor. Tedavi sürecinde bireye karşı anlayışlı ve destekleyici olunmalı. Değişen ve gelişen özellikler muhakkak takdir edilmeli, güçlendirilmeli. Rehabilitasyon sürecinde oluşabilecek olası kayma (yeniden kullanım) risklerini etkili iletişim sayesinde önleyebilir yahut hızlı müdahalede bulunabilirsiniz.”
Münire Kardaş, “stigma” kavramının “iz, damga, işaret ve kara leke” anlamlarını taşıdığını hatırlatarak, “Stigmatizasyon ise bireye ya da gruba yapılan damgalamadır. Birey ve grup hakkındaki klişeleri, ön yargıları ve bireye, gruba yönelik ayrımcılığı içerir. Bağımlı bireyler de en çok stigmaya uğrayan gruplar içerisinde yer alır. Özellikle psikiyatrik hastalığa sahip bireyler, engelli bireyler, farklı etnik kökene ait bireyler stigmaya maruz kalıyor. Madde bağımlılığına sahip bireylerin diğer hastalıklara göre daha fazla damgalandığı, araştırma sonuçlarında yer alıyor. Yapılan çalışmalar bağımlı bireylerin stigmaya maruz kalmaları sonucunda içsel stigma yaşadıkları yönünde. Araştırmalar, bağımlı bireylerin benlik saygılarının düştüğünü ve kendilerini olumsuz şekilde tanımladıklarını gösteriyor. Madde bağımlıları arasında ise kadın bağımlılar, damar yolu ile madde kullananlar, yaşlılar ve genç yetişkinler daha fazla damgalanıyor. Stigmaya maruz kalmış kişilerle iletişimde bulunurken yargılayıcı dilden kaçınılmalı, onların güçlü yönlerini desteklemeliyiz. Bağımlılık özelinde bunun bir hastalık olduğu vurgulanmalı ve bir kişilik veya bir grubun özelliği olmadığı ifade edilmeli.” açıklamasında bulunuyor.
“DEĞİŞİMİN DİLDE BAŞLAYACAĞI UNUTULMAMALI”
“Stigma ile mücadelede özellikle bağımlılık alanında çalışan uzmanlara büyük görev düşüyor.” diyen Münire Kardaş sözlerini şöyle tamamlıyor: “Toplum tarafından bağımlılık, ahlaki bir suç, iradesizlik olarak değerlendiriliyor. Sosyal medya veya haber kanallarının yaptığı damgalayıcı haberlerin etkisi ile de bu görüş destekleniyor. Bu nedenle alanda çalışan uzmanların, bağımlılığın bir hastalık olduğu konusunda çevreyi bilinçlendirmesi önemli. Bunun, bir ahlaksızlık veya iradesizlik değil; genetik, psikolojik ve sosyal boyutları olan bir hastalık olduğu vurgulanmalı. Multidisipliner çalışarak emniyet, jandarma, basın mensupları, din insanları gibi toplumda önemli rolü olan kişileri de bilinçlendirmek ve bilgilendirmek gerekiyor. Değişimin dilde başlayacağını unutmadan, yargılamadan önce anlamayı seçerek iletişim kurabilirsek, stigma ile mücadele edebiliriz.”
KLİNİK PSİKOLOG MÜNİRE KARDAŞ KİMDİR?
Münire Kardaş, 2017 yılında İstanbul Aydın Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden yüksek onur derecesi ile mezun oldu. Mezuniyet sonrası İstanbul’un dezavantajlı bölgesinde yer alan okullarda etkinlik gönüllüsü olarak çalıştı; okul terkini önleyici çalışmalar içinde yer alan sivil toplum kuruluşlarında görev yaptı. 2018 yılında Maltepe Üniversitesi Klinik Psikoloji yüksek lisans programına başladı ve mezuniyeti ile Klinik Psikolog unvanını aldı. Maltepe Üniversitesi bünyesinde bulunan Sokakta Yaşayan ve Çalışan Çocuklar için Uygulama ve Araştırma Merkezinde çalışmalarını sürdüren Kardaş, Psikolojik Dayanıklılık Programı ile ilgili bir projenin yürütücülüğü görevini üstlendi. 2020 yılından itibaren Yeşilay Danışmanlık Merkezi’nde alkol, madde, kumar ve internet bağımlılığı alanlarında çocuk, ergen ve yetişkin psikoterapi çalışmaları yürüten Kardaş, aynı zamanda YEDAM Çocuk Ergen Bağımlılığına Müdahale Çalışma Grubu’nun Eş Koordinatörü olarak görev yapıyor.