
Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
Dünyanın narsistik bir kırılma yaşadığını söyleyen Klinik Psikolog Gökhan Ergür ile doğru iletişimle mutluluk arasındaki bağı, kesişim kümelerini konuştuk… Ortaya, uzun yıllar saklanacak, iletişim ve mutluluk kavramlarına dair merak edilen her sorunun en derinine inen bir söyleşi çıktı…
Öncelikle şunu sormak isterim. Psikoloji iletişim becerisi kavramını nasıl açıklıyor?
İletişim becerisi oldukça geniş ve farklı tanımlara sahip bir kavram aslında. Neredeyse her düşünür, kendince bir anlam yükleyerek iletişim becerisini açıklamaya çalışmıştır. Temelde iletişim becerisi, iki birim arasındaki mesaj alışverişini başlatmak ya da sürdürmektir. Bu mesaj alışverişi sürecinde; bilgilerin, düşüncelerin ve duyguların sözlü ve sözsüz olarak bireyden bireye veya gruptan gruba aktarılabilmesi ve anlaşılabilmesi esastır. İletişim becerilerinde sıklıkla atlanan şey mesajın anlaşılabilirliğidir. Karşı tarafa yani alıcıya ilettiğimiz mesaj onun anlayabileceği düzeyde değilse, mesajımız karmaşıksa burada tam anlamıyla bir iletişim gerçekleştirmiş olmuyoruz. Güçlü bir iletişim becerisi geliştirmek istiyorsak eğer, her zaman alıcıyı da hesaba katmamız gerekiyor. Bir topluluğa hitap ederken, yazı yazarken, sohbet ederken cümlelerimiz mutlaka karşı tarafın anlayabileceği seviyede olmalıdır.
İletişimdeki bilgi akışının iki yönlü olması gerektiğini de unutmamak gerekir. Bir bilgi kaynağından tek yönlü bilgi aktarımına enformasyon, karşılıklı bilgi alışverişine de iletişim denir. Buna bağlı olarak da emreden, sunum yapan, nasihat veren insanlar iletişim kurmaz sadece enformasyon yapar; yani tek yönlü bilgi aktarımı sağlarlar. Enformasyonun iletişime dönüşmesi için, dinleyen kişi veya kişilerin geri bildirimde bulunması gerekir. Bu da her zaman gerçekleşemeyen bir durumdur. Etkili bir iletişim için; kişinin kendini tanıması, karşısındakini etkin ve ilgili dinlemesi, empati kurabilmesi, hoşgörülü ve ön yargısız olması, eleştirilere karşı açık olması, beden dili, göz kontağı, hitap, ses düzeyi gibi becerileri etkili bir biçimde kullanması gerekmektedir.
İletişim becerisi çocukluktan itibaren nasıl gelişiyor? Neler etkili oluyor bu süreçte?
Çocuklar, doğumdan itibaren bazen ağlayarak, bazen kollarını uzatarak, bazen yüz ifadelerini değiştirerek, daha sonra sözcükler aracılığı ile ve bunların dışında daha birçok yolu kullanarak iletişim kurmaya çalışırlar. İletişim, kazanılmış bir davranış ve becerinin ürünüdür. Bu becerinin temeli, diğer gelişim alanlarında olduğu gibi okul öncesi yıllarda atıldığında gelişimin çok daha hızlı olacağı bilinmektedir. 0-6 yaş arası çocuk gelişiminin hızla yönlendiği kritik yıllardır. Bu erken gelişim yıllarında temeli atılan beden gelişimi, psiko-sosyal gelişim ve kişilik yapısının, ileri yaşlarda yön değiştirmekten çok aynı yönde gelişme şansı daha yüksektir. Çocuklar doğumdan itibaren çevrelerinde oluşan sesleri algılamaya ve içinde yaşadıkları toplumda konuşulan dilin temel yapısını kazanmaya başlamaktadırlar. Daha ileriki yaşlarda ise dili kendilerine özgü bir biçimde kullanarak çevrelerindeki bireylerle iletişim kurmaya yönelmektedirler. Kurulacak bu iletişimin sağlıklı ve olumlu bir temele dayanması ise okul öncesi dönemde geçirilecek deneyimlere bağlıdır.
Bu konuda ne tür araştırmalar var?
İletişim becerileri gelişmiş çocukların, yaşıtları tarafından daha kolay kabul edildiği, sosyal mesafeyi daha kolay ayarlayabildikleri tespit edilmiştir. Yine araştırma sonuçlarına göre bazı çocuklar arkadaşlarının niyetlerini yanlış anlayabildiği için saldırgan bir tutum sergileyebilmektedirler. Yapılan araştırmalara göre duyguları sözle ifade edebilme, çocukların duygularını başarılı ve uygun bir şekilde düzenlemelerinin bir yolu olarak kabul edilmektedir. Çünkü daha fazla saldırganlık gösteren çocukların duygularını düzenlemede daha fazla güçlük yaşadıklarını biliyoruz. Ayrıca, araştırmalar saldırgan çocukların olmayanlara göre kızgınlık duygusunu sözel olarak daha az ifade ettiklerini, belirli bir duygunun nedenlerini tanımlamada daha az duyarlı olduklarını ve deneyimlerden daha az yararlandıklarını söylemektedir. Ebeveynlerin özellikle 0-6 yaş aralığında çocuklarıyla sürekli olarak irtibat halinde kalmaları, duygularını ve düşüncelerini anlamaya, dinlemeye yönelik düzenli bir iletişim kurmaları, çocuğun kendisini bir birey olarak hissetmesi için çaba harcamaları gerekmektedir.
İletişim ve mutluluk arasında nasıl bir bağ var sizce?
Kişinin kendini tatmin edememesi onun mutsuz olmasına neden olur. Mutsuz olma halinden kurtulup mutluluğa ulaşabilmek için karşılaşılan sorunlardan kaçmak yerine bunları çözüme kavuşturmaya çalışmak, insanlarla iletişimi kuvvetlendirmek ve bilhassa elde olanlarla yetinmek gerekir. İletişim, karşılıklı duyguların aktarıldığı, karşılıklı anlayışın oluştuğu, hüzün, sevinç gibi his ve anların paylaşıldığı bir süreçtir. İnsanlar başka bireylerle iletişime geçip duygularını, endişe ve korkularını, olumlu-olumsuz tecrübelerini, başarılarını kısacası hayatlarını paylaştıklarında kendilerini daha tatmin olmuş ve huzurlu hissederler. Bu da onları mutluluğa götüren bir adımdır. Mutluluk hem çevre koşullarına hem de bireyin kendisine bağlıdır. Birey, dış etkenlerin olumsuz ve ters olmadığı koşullarda alakasını ve hevesini dış dünyaya yönlendirerek, dış dünyaya açılarak mutlu olabilir. Mutluluk hissi davranışları değiştirebildiğinden iletişim sürecine de doğrudan etki etmektedir. Mutlu olan bir insanın tutumları, davranışları etrafındaki ve çevresindekilerle kurmuş olduğu diyalog, iletişim sürecinde önemli ölçüde değişiklik göstermektedir.
Doğru iletişim mutluluk faktörünü, mutluluk doğru iletişimi nasıl etkiliyor?
İnsanların içinde bulundukları toplumsal çevreleri kişiyi mutlu veya mutsuz olma açısından etkilemektedir. Gerek iş çevresi gerekse diğer sosyal çevresindeki kişilerle kurmuş olduğu iletişim boyutu, mutlu olma düzeyine etki etmektedir. Sosyal yönden aktif olan ve arkadaş çevresi geniş olan bireyler günlerini daha etkin ve eğlenceli geçirebildikleri ve farklı faaliyetlerle kendilerini motive edebildikleri için asosyal kişilere göre daha mutludurlar.
Hele ki insanlarla iletişimi iyi olan bireyler aynı zamanda da aşırı öz güvene sahip olduklarından kendilerini daha az mutsuz hissederler. Pasif kişiler ise daha monoton bir yaşam sürdürdükleri için sürekli aynı kişilerle sıradan ve tekdüze bir ilişki kurarlar ve bu nedenle yeterli düzeyde mutlu olamazlar.
Genel bir bakışla, toplum iletişimine nasıl yansıyor bu süreç?
Genel olarak değerlendirildiğinde toplumsal iletişim ve ilişkisi güçlü olan bireyler mutluluğa ulaşma noktasında daha başarılıdırlar. Sosyal yaşamda yakın ilişkileri olmayan insanların çok çeşitli sorunlar yaşadıklarını biliyoruz. Zira diğer insanlarla iletişim kuramayan birey, kendini yalnız hissedeceği için psikolojik travmalar yaşayabilir. Böyle bir durumda da bireyin mutlu olması söz konusu olamaz. Mutlak olarak iletişim ve mutluluk arasında bir ilişkinin olduğu görülebilmektedir. Çevredeki kişilerle doğru zamanda ve doğru yerde iletişim kurulmadığında birey, kendi içinde ve çevresindekilerle çatışır. Yapılan akademik çalışmalar ışığında, iletişim ve mutluluğun kendi aralarında ilişkili olduğu mevcut olan bir bilgidir.
İnsan, hayatın her alanında, farklı yaş dönemlerinde başka insanlarla iletişim halinde olmak zorunda olan sosyal bir varlık… Çocukluktan ergenliğe, yetişkinlikten yaşlılığa olan süreçte iletişim biçimlerimiz nasıl değişiyor?
Bebeklik ve çocukluk dönemimiz daha çok izleme, anlama ve taklit etmekle geçer. Yabancısı olduğumuz bir dünyaya uyum sağlamak için çabalarız ve bu uyum sağlama çabasında insan muhtaçtır, bir bakım verene en uzun süre ihtiyaç duyan canlı türü insandır. Dolayısıyla bebeklik ve çocukluk dönemimizde ebeveynlerimizi rol model almakla beraber onlarla uyum içerisinde kalmaya da büyük bir çaba harcarız. Çünkü hem onların ilgisine ve sevgisine hem de fiziksel ihtiyaçlarımızın karşılanmasına ihtiyaç duyarız. Uslu, uyumlu ve söz dinleyen bir çocuk olursak bunları elde edeceğimizi düşünürüz. Bu noktada anne ve babanın tavrı oldukça mühimdir çünkü çocuk sadece uyum gösterdikçe ve boyun eğdikçe kendisine ilgi gösterileceğini düşünürse bu tutumunu ilerleyen yıllarda da sürdürür ve kabul görmek, sevilmek için sürekli olarak aşırı bir fedakârlığa koyulur. Oysa sevilmek ve kabul görmek için insanın bu tarz fedakârlıklara ihtiyacı yoktur.
Tam da bu noktada bireyselleşme ihtiyacı başlıyor, değil mi?
Ergenlik dönemi ise tabiri caizse yeni bir doğumdur. Çocuğun kişiliği, eylemleri, söylemleri ve duyguları hızlı bir değişim sürecine girer ve bu değişimi aynı çatı altındaki aile üyeleri büyük bir şaşkınlıkla karşılar. Ergenlik döneminde kişi aile üyeleri ile iletişimini azaltmaya, onlarla büyük anlaşmazlıklar yaşamaya başlar. Ergen artık özgürleşmek ve birey olmak istediğini söyleyerek kendisiyle sağlıklı bir iletişim kurmak isteyen ebeveynlerini yok sayabilir, onlarla tartışabilir. Bu geçici bir durumdur, ebeveynler lütfen üzülmesinler. Aile ile zayıflayan bağlar arkadaşlar ile telafi edilir. Ergen artık ailesiyle değil arkadaşlarıyla olmak, onlarla vakit geçirmek ister. Bu durum da ergenin bireyselleşme, özgürleşme arayışının bir sonucudur. Zaman geçtikçe aile ve arkadaşlar arasındaki dengeyi sağlayacak yetkinliğe ulaşırlar. Bu dönemde haz arayışı yüksek olduğu için ilişkiler bazen kolay vazgeçilebilir ve anlamdan uzak olabilir.
Yetişkinlik ve yaşlılık dönemi kişinin olgunlaştığı ve anlam üzerine yoğunlaştığı bir dönemdir. Kalabalık arkadaş grupları yerini daha az sayıdaki arkadaşlara bırakmıştır. Dünyayı keşif ve haz duyguları yerine kişi, hayatın anlamının peşine düşer ve ilişkilerini de bu yolculuk üzerine şekillendirir. Aile üyeleri ile kurulan bağlar, sıkı dostların varlığı bu dönemde de son derece önemli ve kıymetlidir. İnsan hayatının her döneminde bir ötekine ihtiyaç duyar ve bu sebepten dolayı biliriz ki insan insana şifadır, umuttur, yoldur.
Her dönemin çocukları, ergenleri kendi döneminin kodlarını taşıyor. Bugünün çocuklarıyla doğru iletişim kurabilmenin formülü nedir? Hangi detaylara bakmamız gerekir?
Her yeni neslin gelişiyle birlikte ebeveynlik yaklaşımları da güncelleniyor. Ancak Z kuşağının oldukça başına buyruk, kendi tercihlerini yapmaya odaklı ve bağımsız olması; bu neslin ebeveynlerini de şaşırtabiliyor ya da zorlayabiliyor. İnternette sürekli değişen gündem, trend ve akımlar, dijital çocukların hobilerini ve iletişim biçimlerini de etkiliyor. Girişimci ve yenilikçi bir ruha sahip olan Z kuşağı bireyleri ile iletişim kurabilmenin yolu, öncelikle onların ilgisini çekmekten geçiyor.
Güncel ve farklı bilgiler üzerinden kurulan bir iletişim, dijital çocukların büyük çoğunluğunun ilgisini cezbediyor. Çünkü onların dünyasında her bilgi çok çabuk değişiyor ve gelişiyor. Ciddiye alınmayı, önemsenmeyi ve görünür olmayı değerli bulan bu kuşağı mutlaka dikkatle dinlemek ve iletişimde şeffaf olmak gerekiyor. Eleştirilerin doğru bir dil ve üslup kullanılarak yöneltilmesi, bazı durumlarda onlardan da benzer eleştiriler gelebileceğinin farkında olunması büyük önem taşıyor.
Hayat tarzları, sosyo-ekonomik farklılıklar bu durumu nasıl etkiliyor?
Elbette her ebeveynin yaşam koşulları, hayat tarzı ve çocuk yetiştirme dinamikleri birbirinden farklı; ancak Z kuşağı çocukları ile ebeveynler arasında ortaya çıkan iletişimsizliğin ortak nedenlerini gözlemlemek mümkün. Dijital çocukları bekleyen kariyer planı, geleneksel iş yeri kültürü ve dinamiklerinden oldukça farklı olduğu için, ebeveynlerin çocuklardan gelecek yeni fikirlere ve girişimlere açık olması önem taşıyor. Yapılan araştırmalar sonucunda Z kuşağının büyük çoğunluğunun bağımsız yaşamaya ve çalışmaya daha yatkın, değişime hazır ve açık olduğu görülüyor. Bu nedenle ebeveynlerin belirli çerçeveler dahilinde Z kuşağına özgür olabileceği alanlar yaratması gerekiyor. Bu çocukların ve gençlerin daha çok hayata karışması ve sorumluluk alması gerekiyor. Mümkün mertebe dışarıda vakit geçirebilecekleri etkinlikler ve faaliyetler son derece önemli. Yardım kuruluşlarında, sosyal sorumluluk projelerinde yer almalarını sağlamak onların iletişimlerini güçlendirecektir.
Çocukla kurulan doğru iletişim hem onları hem de aileleri nasıl etkiler?
Çocukla kurulan iletişim ne kadar sağlıklı ise çocuğun ruh sağlığı da o kadar iyidir. Günümüzde anne-babalar çocuklarına ne kadar çok oyuncak alırsa, ne kadar çok onun isteklerini yerine getirirse o kadar iyi iletişim kurduklarını düşünmektedirler. İletişim, çocuğunuzun her türlü sorununu dinlemektir. Ama gerçekten çok iyi dinlemek, dinliyormuş gibi yapmak değil... Anne- babalar, televizyon karşısında ya da bir işle meşgul olduğu zaman çocuk kendisine seslendiğinde duymazlar. Çocuk bir kez daha “Anne, baba” diye seslenir, bu kez sesini biraz daha yükseltir. Çocuğun yüksek sesi onları rahatsız eder ve “Ne sabırsız çocuksun, meşgulüm, görmüyor musun?” der. Burada iyi bir iletişimden söz edilemez. Bazen de çocuk herhangi bir gereksiniminden dolayı yine annesinin yanına gelir ve annesiyle konuşmak ister. Çocuk uzun uzun anlatır. Anne, çocuğuna bakar ama onu dinlemez. Çocuk konuşması bitince annesinden bir onay, bir dinleme belirtisi ister fakat annesi dinlemediği için boş gözlerle ona bakar ve çocuğun iletişim kurma girişimi başarısızlıkla sonuçlanır.
Ailenin yaklaşımı bu noktada nasıl bir önem arz ediyor?
Çocuğun yaşı kaç olursa olsun, onu, gerçekten, can kulağıyla çok iyi dinlemek ve bunu ona hissettirmek gerekir. Çocuğunuzu dinlerken çocuğun sözünü kesmeyin ve anlatacaklarını bitirene kadar sabırla dinleyin. İsteği ya da söylediği şey size çok mantıksız gelse de olumsuz tepki göstermeyin. Onun duygularını paylaştığınızı ona dokunarak, sarılarak ifade edin. Çocuğun söylediklerini dinlediğinizi mimiklerinizle, baş hareketleri ile onaylayın. Söylenenleri duyduğunuzu belirten bir tekrar, özümleme yapın, duygularını isimlendirin. Sadece onu dinlemek bile çocuğunuzu rahatlatır, ona güven verir ve dünyada kendisini daha güçlü hisseder, bu sayede de aile içi iletişim güçlenir.
İletişimsizlik kavramını psikoloji nasıl açıklar ve hayata olan yansımaları nelerdir?
İletişimsizliğe genel olarak insanların duygu, düşünce ve bilgilerini diğer insanlarla paylaşmalarında kendilerinden, karşıdaki kişilerden ya da çevresel koşullardan kaynaklı olumsuzluklar sonucunda iletişimin kurulamaması durumu diyebiliriz. Terapi odasında iletişimsizlikle ilgili gördüğüm iki önemli noktadan ilki kişilerin karşı tarafı dinlememesi, söylediklerini umursamaması ya da böyle görünmesi. İnsanın dünyadaki temel amacı anlaşılmaktır ve anlaşılmadığımızı hissettiğimiz zaman büyük bir öfkeye ve hüsrana kapılırız. Karşımızdaki kişi eğer bizi dinlemeyi becerirse ve anlaşıldığımızı hissedersek iletişim noktasında önemli bir eşiği aşmış oluruz. Karşımızdakine sadece “Seni anlıyorum.” demek bile o insanla büyük ölçüde sağlıklı ilişki kurmamızı sağlar. Karşımızdakinin sözünü kesmeden, onun gözlerinin içine bakarak, ona doğru eğilerek, jest ve mimikler kullanarak iletişimsizliğin önüne geçmiş oluruz.
“İletişime açıklık” dediğimiz kavram üzerine neler söylersiniz?
İletişimsizlikteki ikinci önemli nokta ise insanların kendi fikirlerini ve sözlerini fazlasıyla önemsemesi. Dünya narsistik bir kırılma yaşıyor, insanlar sahip oldukları şeylerin kimsede olmadığını ve neredeyse seçilmiş insanlar olduklarını düşünüyorlar. Bunda eğitim sistemindeki hataların, ebeveyn tutumlarının ve sosyal medyanın büyük bir payı mevcut. Herkes çok çok özel ve çok çok değerli. İnanırız ki insan yaratılmış canlıların arasında en yücesidir fakat tevazunun olmadığı yerde yüceliğin bir ehemmiyeti yoktur. Herkesin kendisini yüksek gördüğü yerde sağlıklı bir iletişim kurulmaz; birbirine tepeden bakan, önce “ben” diyen, karşısındakini küçümseyen kişilerin iletişim halinde kalması mümkün değildir.
İletişim beceresi hayatın her döneminde, farklı yaşlarda gelişime açık mıdır?
Ben insanın her yaşta değişeceğine ve gelişeceğine inanan taraftayım. Bebeklik, çocukluk ve ergenlik döneminde gelişim ve değişim daha kolay ve çabuk olabilir; yaş ile beraber kişilik gelişir ve bir kimlik kazanırız. Sahip olduğumuz kimlikteki değişimler için öncelikli olarak farkındalık gereklidir. Kendimizin farkında olmak yani güçlü ve zayıf yönlerimizi görebilmek insan psikolojisindeki en önemli noktadır. Farkındalıktan sonra değişim ve iyileşme başlar. Ama fark etmek, benliği tanımak da çaba ve gayret isteyen bir süreçtir.
İnsanın kendisiyle olan iletişiminden de bahsedebilir miyiz? Bu nedir ve nasıl sağlanır?
Fazlasıyla iç içeyiz. Kendimizi sürekli olarak birileriyle buluşmak, bir yerlere gitmek, mesajlaşmak, irtibat halinde kalmak konusunda tetikliyoruz. Hafta sonu dışarı çıkıp bir şeyler yapmazsak kendimizi bir kusur işlemişiz gibi hissediyoruz. Evet insan sosyal bir varlıktır ama bu kadar da değilmiş gibi geliyor bana. Yalnız kalamıyoruz çünkü biliyoruz ki yalnız kalırsak kendimizle yüzleşeceğiz ve insanın en büyük korkularından birisi de bu yüzleşmedir. Ünlü psikanalist Winnicott yalnız kalabilme kapasitesinden bahseder. Çocuk yanında annesi olmadan güvenli ve sakin bir biçimde vakit geçirebiliyorsa ve kendisine sağlıklı bir geçiş nesnesi edinebilmişse ilerleyen yıllarda da kendi başına vakit geçirmekten, kendi hobileriyle uğraşmaktan büyük bir keyif alabiliyor. Bence hepimiz içimize dönüp ne kadar yalnız kalabildiğimizi sorgulamalıyız.
Kendimizle iletişim kurabilmek için önce kendimizi dinleyebilmemiz, bunun için de yalnız kalmayı becerebilmemiz gerekiyor fakat yalnız kalabilmek şu an dünyanın en zahmetli işlerinden bir tanesi. Düşünün ki bir akşam iş çıkışı arkadaşlara takılmadan doğrudan eve gideyim de yalnız kalayım dediniz. Eve gidip odanıza kendinizi kapattınız. Odanızdaki televizyon, bilgisayar, cep telefonu, akıllı saatiniz, oyun konsolunuz ısrarlı bir biçimde sizi çağırır, zihniniz bir şekilde bu uyaranlara takılır ve yalnız kalmanızı, içinize dönmenizi zorlaştırır. Diyelim ki bunu fark edip yalnız kalmak için dışarı çıktınız, reklam panoları, mağaza vitrinleri, sokak müzisyenleri, dönerciler, lokumcular, o bitmeyen kalabalık zihninizi bir şekilde meşgul edecek ve sizi kendinizden uzaklaştıracaktır. Fakat bu yalnız kalma denemelerini yapmak gerekiyor, kendimize buna uygun ortamlar bulmak, ormanlık alanlarda, sakin kıyılarda, teknolojinin girmediği odalarda kendi başımıza kalmak, kendi dertlerimize eğilmek, kendimizle hasbihâl etmemiz gerekiyor. Aksi halde bu gürültünün içerisinde nereden gelip nereye gittiğimizi unutacağız.
Bugünün insanları huzuru, mutluluğu doğru adreslerde, doğru yaşayışlarda mı arıyorlar sizce? Huzur, mutluluk ve iletişim kavramları zaman içinde değişti mi, gelecekte değişir mi?
Modern insan mutluluğu yanlış yerde arıyor ve her mutluluk arayışı denemesinde daha da mutsuz biri olarak evine, kalbine dönüyor. Sizler de şahitsiniz ki savruluyoruz. Kendimize ve dünyaya dair tutunacak bir şeyler ararken, varmak istediğimiz noktanın uzağına savruluyoruz. Cebimizdeki adresler, yüksek tanıdıklar, bol limitli kredi kartları bile önüne geçemiyor bu savruluşun. Bizi koruyacak, iyi gelecek, stresimizi azaltıp ruhumuza cennet ferahlığı üfleyecek bir liman arıyoruz. Moda devlerinin ya da teknoloji patronlarının bu arayışa kendilerince esaslı yanıtlar verdiğine şahit oluyoruz. Önerdikleri kış kombinleriyle bambaşka biri olacağımızı, son çıkan dört kameralı cep telefonuyla dünyamızın değişeceğini inatla ve ısrarla dinliyoruz, inanıyoruz ve söylediklerini uyguluyoruz. Ama yine de işler beklediğimiz gibi gitmiyor, ruhumuz bir türlü rahat bir nefes alamıyor ve içimizdeki boşluk hissi büyük bir anlamsızlıkla beraber günden güne derinleşiyor. Modern insanın en büyük yanılgısı bu sanırım; satın alarak, biriktirerek, fırsatları değerlendirerek iyi olacağını, hayatına anlam katacağını düşünmek. İnsan satın aldıkça, biriktirdikçe, hakikatle arasına maddeyi yığdıkça, hakiki olanı görme şansını yitiriyor ve bir zaman sonra dünyayı sadece atomlardan ibaret zannediyor. Oysa dünya atomlardan değil koca bir hakikatten oluşur ve mutluluğu bulabileceğimiz tek yer o hakikat sokağıdır. İnsana ve anlama dair ne varsa değişiyor, değişecektir de... Çünkü insanın ve dünyanın bir sonu vardır ve bu son yaklaşırken de bizi bekleyen şey daha fazla karmaşa olacaktır. İnsana düşen vazife bu karmaşa içerisinde dik durabilmek, doğru olanı yapabilmek ve hakikati baş üstünde gezdirmektir.
KLİNİK PSİKOLOG GÖKHAN ERGÜR KİMDİR?
Klinik Psikolog Gökhan Ergür İstanbul Bilim Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden mezun oldu. İstanbul Arel Üniversitesi Klinik Psikoloji yüksek lisansını ‘’Şiddet İçerikli Bilgisayar Oyunu Oynayan İkinci Kademe Öğrencilerinin Saldırganlık Eğilimlerinin ve Benlik Saygı Düzeylerinin İncelenmesi” başlıklı teziyle tamamlamıştır. Ergür, doktora çalışmalarına halen devam etmektedir. Moodist Psikiyatri ve Nöroloji Hastanesi’nde psikoterapist olarak görev yapan Ergür aynı zamanda İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesinde yüksek lisans dersi vermektedir. Çeşitli kitapların editörlüğünü yapan Ergür’ün “Üzüntüden”, “İnsaniyet Namına”, “İncelikli Haytalar Albümü” ve “Ruhu İyileştirme Yolları” isimli dört kitabı vardır.