Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
1037
Teknoloji Bağımlılığı
Koronavirüs Dijital Bağımlığı Tetikledi
Pandemi sürecinde evlerine kapanan kişiler teknoloji, internet ve sosyal medyaya adeta bir can simidi gibi sarıldılar. Covid-19 sürecinde sosyal medyada meydana gelen değişimler, pandeminin dijital dünyaya etkileri ve kullanıcıların sosyal medya kullanırken dikkat etmesi gereken noktalar hakkında iletişim uzmanı akademisyen Dr. Turgay Yerlikaya’nın görüşlerine başvurduk.
Koronavirüsün hayatlarına girmesiyle insanlar hastalıkla ilgili meraklarını gidermek için interneti yoğun olarak kullandılar. Öte yandan koronavirüs salgını sürecinde sosyal medya kullanımında geçirilen süre katlanarak artış gösterdi. Bu artışın nedenleri hakkında neler söylersiniz?
Elbette tabii olarak bir artış söz konusu. Sadece sosyal medya yönünden bir artıştan bahsetmek mümkün değil. Hem sosyal medya hem de geleneksel medya, televizyon özellikle bu süreçte önemli bir yer elde etti. Televizyondaki canlı yayın açıklamalarına bir ilgi artışının varlığından söz edebiliriz. Covid-19’un çok ciddi biçimde yaşandığı bugünlerde insanlar karantina sürecinde daha çok evlerinde zaman geçiriyorlar. İnsanların çoğu uzaktan çalışma modeliyle işlerini sürdürüyor. Belli yaş altı ve üstünde bir grup sokağa çıkma sınırlamasına tabi. Dolayısıyla bu süreçte özellikle gençler sosyal medyada çok ciddi bir biçimde varlık gösteriyorlar. Yani sosyal medya platformlarında geçirdikleri zaman aralığı biraz daha yükseliyor. Özellikle orta yaş ve ileri yaş grubundaki insanlar da Sağlık Bakanı ve Cumhurbaşkanı’nın canlı yayın açıklamalarını televizyon üzerinden takip ediyorlar.
Fakat dikkat çeken bir husus var; özellikler araştırmalara yansıyan ve istatistik olarak karşımıza çıkan bir husus şu ki internet tabanlı televizyonlar dediğimiz smart TV platformları çok ciddi bir izlenme oranı yakaladılar. Bu platformlar normal zamanlara göre yüzde 50 oranında bir izlenme artışı ile kendilerini gösterdiler. Özellikle izlenme içeriklerine baktığımızda geleceğe yönelik distopik yani korona, salgın vb. konuları bünyesinde barındıran içeriklerin çok daha fazla izlendiğini görüyoruz. Platform sahiplerinin bu konudaki açıklamaları da istatistikleri destekliyor.
MELEZ BİR MEDYA EKOSİSTEMİ ORTAYA ÇIKTI
Getirilen kısıtlamalarla insanlar evlerinde; gezi, eğlence, yeme-içme, konser vb. gibi önceden dışarıda yaptıkları aktiviteleri paylaşamıyorlar. Evde kalan insanlar kendileri içerik ürettiler, sayıları gözle görülür şekilde artan canlı yayınlar yaptılar. Bu içerikler biraz önce bahsettiğiniz dijital medyada bir dönüşüme neden olur mu?
Korona öncesinde de bu tip internet tabanlı platformlarda “gösterme” olgusu çok ön plana çıktığı için insanlar göstererek sosyal medyada var oluyor. Korona ilk ortaya çıktığı günlerde baktığımızda şöyle bir durum söz konusu oldu; insanlar ne yapacaklarını bilemediler. Dolayısıyla burada insanlar için en temel motivasyon hayatta kalma ve karşılaşabilecekleri riskleri minimalize etme olarak belirdi. İnsanlığın en temel meselesi Covid-19 oldu ve içerik üretiminde form olarak değişiklikler yapıldı. Sizin de bahsettiğiniz gibi Covid-19 öncesi; gezi, yeme-içme, daha çok dışarıdaki faaliyetleri içeren paylaşım döngüsü vardı. Korona günlerinde baktığımızda hane halkının ekmeğini, yaptığı yemeği paylaştığını gördük.
Öte yandan uzman kadrosuna baktığımızda örneğin oyuncular kendi alanlarında farklı modeller üretmeye başladılar. Evden dizi çekimleri yapılmaya başlandı. Bu bir yenilikti. Bazı televizyon kanallarında bunu görebildik. Akademisyenler, sosyal bilimciler ve gazeteciler camiasına baktığımızda artık herkes kendi kanalında bir içerik üreticisi oldu. Pandeminin tıp alanını ilgilendiren içeriğinden dolayı sosyal bilimciler ve gazeteciler ilk aşamada bir boşluğa düştülerse de sürece sonrasında çok iyi entegre oldular. İçerik üretimine ciddi anlamda katkılar sundular.
İnsanlar bu süreçte televizyonda 4-5 kişinin toplanıp kavga ettiği programlar yerine teke tek uzmanların olduğu ve konuyla ilgili insanların endişelerini, kaygılarını ve korkularını giderdiği içeriklere daha fazla itibar ettiler. Ve şunu da ifade etmek gerekiyor; internetle televizyonun iç içe geçtiği bir dünyadayız artık. Yani bir televizyon kanalı aynı anda internetten ve Youtube kanalından yayın yapabiliyor. Bu bize “melez bir medya ekosistemi”nin ortaya çıktığını gösteriyor.
SOSYAL MEDYA VE ADAPTASYON
Covid-19 sürecinde insanların tüm alışkanlıkları büyük bir değişim geçirdi. Salgın sonrası için yeni bir yaşam biçimi öngörülüyor. Sosyal medya bu süreçte tüm organizasyonların ihtiyaçlarına cevap verdi. Değişim sürecinde sosyal medyanın gelişmeler karşısında kendini hep adapte eden özelliği görüldü. Sosyal medya açısından bu adaptasyon hep devam edecek mi?
İnternet doğası gereği çok esnek. Teorik bir çerçeveden hareketle baktığımızda günümüz dünyasında belirli sabitelerle tahkim edilmiş, muhkem yapılar üzerinden ilerleyen bir dünya sistemi söz konusu değil. Bauman’ın ifadesiyle “akışkanlıkların hakim olduğu” bir dünyada yaşıyoruz. Her şey akıyor, bir sabiteye ihtiyaç duymadan akıyor. Bence internet platformu ve internet üzerinden teşekkül ettirilen bu yapılar bu akışkanlığı o kadar ciddi bir biçimde içselleştiriyor ki her yeni gelişmeye adapte olabiliyorlar.
Fakat gelecekte nasıl bir dünya söz konusu olacak? Bu ciddi anlamda tartışmalı bir konu. Bizler akademisyenler olarak uzaktan eğitim yapabiliyoruz, bir dergi ile uzaktan söyleşi gerçekleştirebiliyoruz. Gazeteciler herhangi bir mekana bağlı olmaksızın birbirleriyle iletişime geçip programlar yapabiliyorlar. Salgın sonrası dünyada bu konu, gündemde ne kadar yer edecek, esaslı bir tartışma. Çünkü sistemi yerinden eden bir durum ortaya çıkabilir bu anlamda. “Ağ toplumu(Network society)” kuramcısı Manuel Castells şöyle söylüyor: “İnternetle birlikte zaman-mekan sıkışması ortadan kalktı. İnternet öyle bir yapısal dönüşümü gerçekleştirdi ki, farklı mekanlardaki insanlar aynı zamanda birbirleriyle iletişime geçebiliyorlar. Bu bence çok ciddi bir yapısal dönüşüm…” Bu muhtemelen Covid-19 sonrası yeni dünya düzeni, “yeni normal” tartışmalarına da bir anlamda etki edecek diye düşünüyorum.
KRİZLER YENİ FIRSATLAR DOĞURUR MU?
COVID 19’un mecburi kıldığı “zaman-mekan sıkışmasının ortadan kalkması”nı sağlayan uygulamaları insanlar benimsedi mi?
Aslında bu tartışmalı bir konu. Biz bu konunun pozitif tarafına odaklanıyoruz. Pozitif yönüne odaklandığımızda şöyle bir durum ortaya çıkıyor: İnsanların aynı zamanda mekan bağımlılığını ortadan kaldırarak bir araya gelmesi çok büyük bir başarı. Biz akademisyenler olarak canlı yayın uygulamaları ile derslerimizi yapabiliyoruz. Bu dönem bir kriz zamanı ve krizler aslında fırsatların doğduğu zamanlardır. Şöyle düşünelim, Türkiye dijital anlamda büyük bir atılım yapma ihtiyacı hissetti ve şu anda yerli yazılımlar üretiliyor. Bu kriz döneminin fırsata dönmesi demek.
Ama felsefi anlamda buraya bir itiraz gelebilir. İnsanlar etkileşim içerisinde birbirleriyle hemhal olan sosyal varlıklar olduğu için bu uzaklığa, bu mesafe kültürüne ne kadar dayanabilirler? Buna en önemli şerh Heideger’in haleflerinden olan Hubert L. Dreyfus’un “On the internet” isimli eseridir. Uzaktan eğitim meselesine bu anlamda ciddi şerhler düşer Dreyfus. Çünkü uzaktan eğitim dediğimiz şey bedenler arasılığı mümkün kılmadığı için beklenen faydayı sağlamayabilir. Şöyle düşünelim; bir sosyal bilimci uzaktan eğitimle kendisini bir yere kadar geliştirebilir. Ama bir uygulamalı eğitim yani usta-çırak ilişkisi gerektiren alanlar (özellikle tıp ve uygulamalı bilimler) bu anlamda ciddi bir sıkıntı ile karşı karşıya kalacaktır.
DİJİTAL BAĞIMLILIK GELECEĞİN DÜNYASINI TEHDİT EDİYOR
Korona günlerinde korona gündemini takip etmede sosyal medya platformlarında normalden daha yoğun bir kullanım artışı yaşandı. Bu ilgiyi artıran faktörler sizce nedir? Öte yandan bu durumu bağımlılık açısından konuşabilir miyiz?
Türkiye’de ilk korona vakasının görüldüğü 11 Mart tarihi itibarıyla baktığımızda yaklaşık iki aylık bir sürece tekabül ediyor. Tabii ki internette geçirdiğimiz zamanlar Covid-19 öncesine göre çok ciddi artış gösteriyor. Özellikle “dijital medya okuryazarlığı” bilgisine sahip olmayan insanlar için bu kullanım oranları bir tür bağımlılığı beraberinde getirebilmektedir. Dijital bağımlılık geleceğin dünyasında bence başlı başına hem klinik hem sosyolojik hem de politik bir problem olarak toplumsal alanda kendisini çok şiddetli biçimde gösterecek. Bu anlamda dijital bağımlılığın arttığına şahit oluyoruz. Özellikler gençler cephesinde kullanım anlamında ciddi bir artış var. İnsanların buralardan uzak olmamasını bir tür bağımlılık ilişkisiyle açıklamak mümkün.
İkinci olarak dünyada şöyle bir eğilim var: Yeni, anlık gelişmeleri geleneksel medya kanallarından takip etmek yerine internet tabanlı platformlardan izlemek çok daha mantıklı geliyor. Şöyle ki, hem anlık bilgiyi görebiliyorsunuz hem de herhangi bir filtreden bağımsız olarak bu içeriğe ulaşıyorsunuz. Bilgiye doğrudan açık bir biçimde ulaşılıyor.
Üçüncü bir unsur olarak da insanlar artık geleneksel medyaya güvenmiyor ya da azalan bir güven var. Tabii bu farklı araştırmalarda ters sonuçlar da çıkartıyor. Çünkü sosyal medya ciddi bir sahte haber(fake news) ve dezenformasyona konu olduğu ve alan açtığı için bu anlamda çatışmalı bir ilişki var. İnsanlar bir yandan sosyal medyaya ihtiyaç duyuyor diğer yandan sosyal medyadaki dezenformasyon ve sahte haberin kendisini tehdit ettiği gerekçesiyle geleneksel kanallara yöneliyor.
Şu anda bu konuyla ilgili bir rapor hazırlıyoruz. Korona döneminde özellikle dış basında Türkiye’deki koronavirüs söyleminin nasıl şekillendiğini inceliyoruz. Bu iki aylık sürede özellikle başlardaki ve günümüzdeki tutumunun birbirinden çok farklı olduğunu görüyoruz. Sağlık Bakanı bir açıklama yapıyor ama bir anda o açıklamayı tahrip eden içerikler ve karşı açıklamalar üretiliyor ve sosyal medyada dolaşıma sürülüyor. Açıkçası insanlar bir biçimde kendilerini tatmin eden ve echo chamber’larda (kapalı bir grupta görüş bildirilmesi ve bilgilerin sürekli aynı fikirlere sahip kişilerle konuşulmasından dolayı, bir yerden sonra fikirlerin aşırılaşması ve karşıt görüşlere sağırlaşılması durumu) üretilen yalanlara da inanmak istiyorlar.
Bu duruma “Herkesin sahip olduğu bir dünya görüşü var ve kendi görüşüne sahip haber kaynaklarını takip etmek insanların hoşuna gidiyor.” diyebilir miyiz?
Kesinlikle. “Echo chamber” dediğimiz şey şu ki, yankı odalarında insanlar kendilerini rahatlatıyorlar.
SOSYAL MEDYA VE İNFODEMİ
Sosyal medyanın filtreleme yöntemleri uygulamadığını söylediniz. Korona günlerinde sosyal medya uygulamaları dezenformasyonu önleme amaçlı bazı filtreleme uygulamaları açıkladılar. Bunu koronadan önceki sürece göre nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sosyal medyanın bu tip filtreleme mekanizmalarını nasıl geliştirdiği ve bunu ne kadar uyguladığı önemli bir tartışma. Geliştirmek ve beyan etmek, uygulanıyor olduğu anlamına gelmiyor. Mart ayının ikinci haftasında Facebook, Linkedin, Reddit, Twitter, Youtube gibi platformlar koronavirüsle mücadele anlamında bir karar aldılar ve ortak bir deklarasyon yayınladılar. Şunu söylediler: “Dünya Sağlık Örgütü ile birlikte hareket edeceğiz ve Covid-19 ile ilgili dezenformatif haberleri engellemeye yönelik bir girişimde bulunacağız.” Bu deklarasyonla literatüre yeni bir kavram kazandırdılar: infodemi.
İnfodemi’yi “Salgınla ilgili yapılan ve özellikle sosyal medyada dolaşıma sokulan bilgi kirliliği”ni ifade eden bir kavram olarak açıklayabiliriz. Nihai kertede baktığımızda sosyal medyanın bu denetimsiz ortamı ve her bireyin içerik üretebilmesi sosyal medya yöneticilerinin ya da üst kurulların bu içeriklerin her birini denetlemesine imkan tanımıyor. Ne kadar hassas içerik olarak kodlarsa kodlasın.
KAYGI VERİCİ İÇERİKLER
Sosyal medyanın yaşadığımız süreçte kaygı yaşayan birçok insanı korkutmak için yoğun bir şekilde kullanıldığına şahit olduk... Bu konuda neler söylersiniz?
Her bireyin denetimden azade bir biçimde içerik üreteceği ortam anlamına gelen yeni internet teknolojileri, başta demokrasi açısından önemli bir imkan olarak görüldü. Günümüzde baktığımızda bazı olaylarda o demokratikleşmeyi tetikleyici bir işlev görüyor dersek elbette olumlu örnekleri dile getirebiliriz. Fakat diğer taraftan bakıldığında özellikle bu sahte haber(fake news) meselesinde sosyal medyanın hem demokrasinin altını oyucu hem de geleceğe yönelik karamsar tabloların oluşmasında psikolojik anlamda bir etki yarattığını söyleyebiliriz. Nitekim korona ile ilgili gündem de bunu gösteriyor. Özellikle distopik ve risk içeren, insanlarda kaygı ve endişe uyandırıcı içeriklerin Twitter’da paylaşılma ve etkileşime girme oranının diğer haberlerden yani güven haberlerinden çok daha fazla olduğunu görüyoruz.
SOSYAL MEDYAYI BİLİNÇLİ KULLANMA
Sosyal medya kullanan insanlar ve kurumlar, echo chamber’lar (yankı odaları) tarafından üretilen gündeme karşı neler yapmalı? Sosyal medya okur yazarlığı bilincine nasıl ulaşılabilir?
Birey olarak şunu yapmamız gerekiyor. Birincisi; sosyal ağlarda karşılaştığımız içeriklere karşı şüpheci olmamız gerekiyor. Bu kesinlikle önemli bir madde. İkinci olarak, paylaşabileceğimiz ya da paylaşmayı düşündüğümüz içeriklerin bilgi kaynakları ve hesaplarına yönelik bir araştırmada bulunmamız gerekiyor. Yani her hesabın paylaştığı içeriği bizim de beğenmemiz ve etkileşime sokmamız bu anlamda sahte haberleri artırıcı bir etkiye neden oluyor. Yine benzer bir biçimde beğeni ya da paylaşım yapma kararı almadan önce üzerinde ciddi bir biçimde düşünülmesi gerekiyor. Dolayısıyla içeriği paylaşanın, hesabın kim olduğu, ne olduğu, içeriğin ne amaçla paylaşıldığı üzerine bir muhasebe yapmak bizi bu tip infodemik ve sahte içeriklerden korur.
Kurumsal olarak korunmaya baktığımızda ise bahsettiğimiz sosyal medya platformlarının özellikle asılsız haber paylaşan kişilerin hesaplarını hemen askıya almaları gerekiyor. Türkiye’de koronavirüs konusunda bir bilim kurulu oluşturuldu. Bu kurul üyelerinin adına sahte hesaplar sosyal medyada dolaşımda bulunuyor. Bunu nasıl çözeceksiniz? Bu durum, önlem aldık diyen sosyal medya platformlarının bir başarısızlık örneği.
Kurumsal anlamda ikinci olarak şuna dikkat etmemiz gerekiyor: Hem ulusal hem de uluslararası düzeyde “fake checking” sistemlerinin geliştirilmesi lazım. Yine sosyal medya platformlarının sahte hesaplar konusunda kamuoyunu bilgilendirmesi bu anlamda çok önemli bir mesele. Yine kurumsal anlamda önemli bir husus, devletlerin mesela Türkiye’nin sahte haberlerle mücadelede uluslararası kurumlar tarafından, sosyal medya platformları tarafından çok daha ciddiye alınması. Sadece Türkiye’nin değil, diğer devletlerin de. Bu konuda entegre bir çalışma sisteminin ortaya konulması gerekiyor.
Son olarak uluslararası hukukun gündemine girecek bir sosyal medya hukuku içeriği oluşturulmalı ve bu konuda yapılan tahribatın önüne geçmek için ciddi yaptırım kararları alınması gerekiyor. Türkiye’de şu anda sosyal medya ile ilgili bir tartışma var. Bir yasa tasarısı var. Bu da bizim hayatımızı etkileyen bir durum. Sonraki dönemlerde çok daha fazla etkileyecek. Bu çalışmaları çok daha fazla tartışacağız diye düşünüyorum.
BİLGİ VE TEKNOLOJİNİN EGEMENLİĞİ
Covid-19 sonrası sosyal medya alanında neler gündeme gelecek?
Covid-19 sonrası tartışmalarda dijitalleşme konusunun çok ciddi bir ivme kazanacağı kuşkusuz. Uzaktan eğitim modelleri, evden çalışma, bilginin ve teknolojinin egemenliğinde geçecek toplumsal düzene doğru ilerliyoruz. Bu kaçınılmaz bir durum. Elbette bunun bizim açımızdan riskleri de olacaktır. Bu riskleri bertaraf etme kapasitesi ve kabiliyeti sadece bireysel değil kurumsal yönleri de olan bir etkileşimi ve iş birliğini mecburi kılıyor.
DR. TURGAY YERLİKAYA KİMDİR?
Lisans eğitimini 2012’de Kocaeli Üniversitesinde tamamlayan Turgay Yerlikaya yüksek lisansını 2014’te “Türk Medyasında Self-Oryantalizm” başlıklı tezle Marmara Üniversitesinde tamamladı. 2018 yılında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde hazırladığı “Toplumsal Hareketler ve Sosyal Medya İlişkisi: Gezi Parkı ve Tahrir Meydanı Örnekleri” başlıklı tez çalışmasıyla doktor unvanını almaya hak kazanmıştır. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesinde Dr. Öğr. Üyesi olarak çalışan Yerlikaya aynı zamanda SETA Toplum ve Medya Araştırmalarında araştırmacı olarak görev yapmaktadır. Yerlikaya’nın çalışma alanları arasında toplumsal hareketler, sosyal medya, oryantalizm, İslamofobi ve basın özgürlüğü konuları yer almaktadır.