Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
1072
Yaşam
“Bugünün Gençleri Üst Kuşaklardan Çok Daha İyiliksever Ve Dayanışmacı”
Bireyciliğin ve bireysel yaşamın yaygınlaştığı günümüz toplumlarında dayanışma ve yardımlaşma hiç olmadığı kadar önem arz ediyor. Geleneğimizde ve kültürümüzde yüzyıllardır var olan, en son 6 Şubat depremlerinde hayati değerini yeniden fark ettiğimiz sosyal dayanışma, çocuklara ve gençlere verilmesi gereken başlıca eğitimlerden sayılıyor. Birlik ve beraberlik için önemli bir yere sahip olan toplumsal yardımlaşma ve dayanışma ile ilgili Sosyolog Erol Erdoğan ile konuştuk.
Bizim kültürümüzde var olan toplumsal dayanışmanın zıddı olarak Batı’dan gelen bireyselleşmenin özellikle yaşı genç olanlar arasında bir kültür olarak benimsendiği yönünde bazı eleştiriler var. Sizce de böyle mi?
“Bireysel” kelimesi Batılı sayılsa bile, kişisel, şahsi, zatî kelimeleri onun gibi değil. İnançlar ve değerler kelimelere yansır. Her inanç, her din, her değerler dünyası insanı birey olarak önemser, tanımlar, anlamlandırır sonra da çevreyle ilişkisini belirler. Yani her inançta tekil insan vardır; birey vardır; bireysel yaşam, kişisel hayat, şahsî durum vardır. İslam dini de insanı hem tekil olarak “kul” diye hem de cemaat, cemiyet ve ümmet mensubu olarak toplumun üyesi olarak tanımlar.
Bizde birey yoktur, bireysel yaşam yoktur diyemeyiz. Mahremiyet en çok kişi ile ilgilidir. Birey kelimesine soğuk dursak da şahıs, kişi, zat vardır. Bu kelimeler tek insanı anlatır. Nitelik veya ayrım insana, insanın bireyliğine, insanın tabiat ve toplumla ilişkisine, insanın yaratıcısıyla irtibatına verilen anlamlar ve yüklenen fonksiyonlarda ortaya çıkıyor. Sözgelimi insana tanrılık atfediyorsanız başka bir değerden, insana sadece toplumun doğurduğu olarak bakıyorsanız başka bir felsefeden, insana yaratılmış diyorsanız başka bir dünyadan, insana bencil olmasını öğütlüyorsanız başka bir ahlaktan bahsediyorsunuzdur. Bu aşamada sorunuzda yer alan “Batı tarzı bireysel yaşamanın özellikle genç kuşaklar arasında benimsenen bir kültür olduğu yönünde” ifadenize gelebiliriz. Bir coğrafyada veya millette meydana gelen sosyal, kültürel, dini, ekonomik değişim, farklı oranlarda bile olsa toplumun bütününü etkiler, bireyle sınırlı kalmaz.
GENÇLER VE “BİREYSELLEŞME”
Batı tarzı yaşamın ve bireyselleşmenin toplumun genelinde mi olduğunu söylüyorsunuz?
Evet, “Batı tarzı yaşam” sadece gençlerin değil, bizim milletimiz için her yaş ve cinsiyetten insanın sorunudur. Ancak “N’apsak Bu Gençleri?” kitabımın girişinde de belirttiğim gibi, insanoğlu olumsuz saydığı şeyleri, genellikle kendisini dışarıda tutarak tanımlamayı ve eleştirmeyi seviyor. Yetişkinler, zamanın olumsuz etkilerini çocuklar ve gençler üzerinden dile getirmelerinin yanı sıra erkekler de zamanın yozlaştırıcılığını kadınlar üzerinden analiz etmeyi yeğliyorlar. Bu bakış açısı, değişimin doğru analiz edilmesini engellediği gibi yapılması gereken ıslah edici veya önleyici çalışmaların da önüne geçiyor.
Gençler merak, ilgi, heyecan, protest çağında olduğu için yeni, hareketli, ilginç ve farklı olana ilgi gösterir. Birkaç asırdır, Batılı yaşam kendisini yeni, farklı, özgür, renkli, doğal olarak öne çıkardığı için milletlerin ilgisini çekti, “Batılılaşmak” adeta ülkü oldu. Toplumun ya da gençlerin Batı ilgisi mutlak değildir, zamanedir yani konjonktüreldir. Müslümanların çağa rengini veremeyişleriyle ilgili arızi bir hâldir. Ülkemizde “bireyselleşmenin” daha çok, toplumdan kopuk ve bencil bir yaşam tarzını ifade için kullanıldığını dikkate alarak, “Gençler arasında böyle bir eğilim var mı?” sorunuza evet var derim ama bu durumun gençlerle sınırlı olmadığını hatta yer yer üst kuşaklarda daha derin bireyselleşmelerin olduğunu da söylerim.
“İNSAN TOPLUMSUZ DOĞAMAZ, YAŞAYAMAZ”
Peki, bireysel kültürün hâkim olması toplumumuz ve yeni nesil için nasıl bir sorun teşkil eder? Narsisizminin dünyada bu kadar popüler olmasını düşünürsek benmerkezcilik karşısında nasıl durabilir, nasıl önleyebiliriz?
Bireyi dikkate alan, insanın muhteremliğini, özgünlüğünü, hürriyetini koruyan bir kültürümüz ve hukukumuz olmalıdır. Bireyi aile veya topluma feda edemeyiz. Yine bireyi tanrısallaştırarak veya egoistleştirerek aileyi ve toplumu feda edemeyiz ki bu aynı zamanda bireyin yalnızlaşmasıdır. Mutedil bir konumlanma şart. İnsan birdir, özgündür, hürdür ama aynı zamanda aile, mahalle, şehir, millet ve ümmet gibi toplulukların anlamlı parçasıdır. Bu dengeyi dikkate alan hukuk sistemimiz, ev ve şehir mimarimiz, istihdam ve eğitim politikamız, sosyal ve kültürel hayatımız olursa narsisizm etkili olamaz, güven ve selamet toplumu oluruz.
Önceki asırlarda yer yer bireyi, şahsı, kişiyi ezen bir anlayış hâkimdi, şimdi de kişiyi tanrılaştırmaya çalışan bir eğilim var. Mutedilliği yakalarsak, başımız daha az ağrır, huzurlu oluruz. Kelimeişahadet “ben” yani birinci tekil şahısla başlar, suç ve ceza kişiseldir, doğum ve ölüm şahsidir ama insan toplumsuz (annesiz, babasız, atasız) doğamaz, yaşayamaz. Bireyi merkeze alıp aile, mahalle, toplum ve dünyayı yok sayan bir yaşam anlayışı hem bireyi hem toplumu ifsat eder. Böyle bir kültürde insan insanın kurdu olur, güven değil güvenlik toplumu oluruz. Mutedil olmak güven verir, makuliyet sağlar. Hem bireyin hakkını, hukukunu, saygınlığını, mahremiyetini, farklılığını dikkate alan hem de aile ve toplumu adalet, haklar ve sorumluluklar temelinde koruyan bir düşünce üzerinden ilerlemeliyiz. İnsanın bireyliği ve toplumsallığı, onun doğasında var, fıtri bir çerçeve bu. Bireysellik ve toplumsallık, bir arada olduğu zaman, diğerini tamamlayan kardeş unsurlardır.
Tüm bu eleştirilerin yanı sıra 6 Şubat depremlerinde gördük ki bir afet anında toplumumuz birlik olarak dayanışma içerisinde hareket ediyor. Bir sosyolog olarak bize toplumsal dayanışmanın neden önemli olduğunu anlatır mısınız?
Modernleşme süreçleri, insana tanrılık yakıştırdığı için, modernleşen toplumlarda dayanışma, yardımlaşma, birlik beraberlik eksiktir. Ancak ister modern ister geleneksel olsun, dayanışma olmaksızın toplum ayakta duramayacağı için, modern devletler dayanışmayı kanunlar, kampanyalar, sosyal politikalar ve yapılandırılmış gönüllülük faaliyetleriyle ikame ederler. Bizim gibi coğrafyalarda ise modernleşmenin tezahürlerinin yanı sıra doğal ve geleneksel dayanışma örnekleri varlıklarını korumaktadır. Doğal, geleneksel, eski yardımlaşmalar belki modern dayanışmalar kadar sistemli değildir ama daha insani, daha coşkulu, daha hızlı, daha kuşatıcıdır. Bizim toplumumuzda dayanışma hem dini, hem kültürel, hem fıtri bir hâldir. Afetlerde dayanışmanın artışı da empati, hemhâl, merhamet, diğerkâmlık ahlakımızın sonucudur. Bu çağın temel sorunu yalnızlıktır. Dayanışma yalnızlığımızı giderir. Dayanışma toplumun muhabbetini, hatırasını, vefasını artırır.
“GÖNÜLLÜLÜK ORDUMUZUN ANA KİTLESİ GENÇLERDEN OLUŞUYOR”
Deprem bölgesinde genç kuşağın hızlıca organize olarak bölgeye gittiğini gördük. Yardımlaşma ve dayanışma kültürünün bir noktada oturmuş olduğunu görüyoruz. Bunu nasıl yorumlayabiliriz? Genç kuşakta dayanışma kültürünün daha da artırılmasını için neler yapılmalı sizce?
Depremin hemen peşinden her yaştan insanın, özellikle gençlerin, afet bölgesine koşuştururcasına gidişleri, bazı insanları çok şaşırtarak “gençler bildiğimiz gibi değilmiş” dedirtse de gençleri yakından gözlemleyen birisi olarak bu, benim beklediğim bir sonuçtu. Bugünün gençleri, fıtratları ve yaşları gereği, üst kuşaklardan çok daha yardımsever, iyiliksever ve dayanışmacılar. Bu iddiam şaşırtıcı gelebilir ama hakikat budur. İstatistikler de böyle söylüyor. Çeşitli iyilik hareketlerinin gönüllülere dair verilerine bakılırsa, yaş ortalamasının düşük olduğu, her yaştan gencin buralarda gönüllülük çalışmalarına katıldığı görülecektir. Türkiye’nin gönüllülük çalışmalarında her yaştan insan vardır ama gönüllülük ordumuzun ana kitlesi gençlerden oluşmaktadır. Oysa toplumumuz gençleri bencil, bireysel, egoist sanmaktadır. Basmakalıp ifadeler ve ezber yaklaşımlar yerine nüansları dikkate alan analizci yaklaşımlara ihtiyacımız var. Birden çok şey aynı anda olabilir.
Dayanışma kültürümüz düne göre zayıf değil, çok güçlü ama bazı yerlerde zayıflamalar var. Mesela dünyanın her yerine iyilik götürmede önceki asırlara göre çok ilerlemişken komşularımızın ihtiyaçlarına dair bilgimiz eksik olabiliyor. Hem genç kuşakta hem toplumda dayanışmanın artırılması ve nitelik kazanması için, dayanışmanın tür, zaman, ahlak, mecra, yöntem olarak zayıflama noktaları tespit edilerek yol haritaları oluşturulmalıdır. Mesela dayanışmanın zarafetinde sorunlarımız gözüküyor. Dolayısıyla yardımlaşmanın zarafeti, ahlakı, edebine dair çalışmalıyız. Komşular arası dayanışmada zayıflıklara rastlıyoruz. Bunu güçlendirmek için çalışmalıyız. İyilik, gönüllülük, hayırseverlik kültürünün anlatımında söze dayalı didaktik anlatımlarımız çokken sanat diliyle anlatımlar yeterli değil. Öyleyse yardımlaşmasının sanatsal anlatımlarına dair kafa yormalıyız.
Okullar, STK’lar ve diğer gönüllülük faaliyetlerinin yapıldığı dernekler genç kuşağın hem sosyalleşebildiği hem de yardım faaliyetlerinde bulunduğu mekânlar. Bu mekânları ve diğer gönüllülük faaliyetlerini çocuklara ve gençlere nasıl teşvik etmeliyiz? Bunun önemi nasıl vurgulanmalı?
En başta, çocuklar ve gençlerin coşkulu yardımlaşma duygularına gölge olmamalıyız, ket vurmamalıyız. Hani, “Gölge etme başka ihsan istemem demiş” ya Diyojen. Çocuklar ve gençlerde yardımlaşma duyguları doğaldır. Ancak bazen yetişkinler “Dünyayı sen mi kurtaracaksın evladım?” şeklindeki cümleleriyle kötü örnek olabilmekteler veya onların yardımlaşma, adalet, iyilik duygularına olumsuz yaklaşabilmekteler. Ayrıca “İyilik yaptığın insanın şerrinden sığın” gibi, istisnai bazı özel psikolojik durumlar için söylenmiş sözleri genelleştirerek mutlak hükme dönüştürmekten de sakınmalıyız. Gençler, geleneğimizdeki yardımlaşma faaliyetlerini dijital dönüşüme uygulamakta gayet başarılılar. Onları, iyiliği dijitalde yaygınlaştırmaları ve yeni formlar üretebilmeleri için teşvik etmeliyiz. Türkiye’nin gönüllülük ordusunun büyük ölçüde gençlerden oluştuğunun farkında olarak, gençleri yardımlaşma faaliyetlerinin karar süreçlerine dâhil olmalarını sağlamalıyız.
DİJİTAL ÇAĞDA YARDIMLAŞMA
Dijital dönüşümle birlikte her şey değişiyor. Dijital çağda yardımlaşma, iyilik, dayanışma, hayırseverlik kültürü de değişiyor. Bu değişimde nelere dikkat etmeliyiz?
Dijital dönüşüm her alanda olduğu gibi yardımlaşma faaliyetlerine de bazı imkânlar sunuyor, bazı riskler de oluşturuyor. Yardımlaşma faaliyetleri arama kurtarmadan kurban kesimine, öğrenci bursundan sağlık desteğine, fidan dikiminden şehir temizliğine, yaşlı bakımından anneliği desteklemeye, evlilik yardımından engelli hizmetlerine, spordan bağımlılığa kadar geniş bir alanda olması hasebiyle, sürecin hangi alanda ne tür riskler meydana getirdiği veya ne tür imkânlar, fırsatlar, açılımlar sağladığı çalıştay, sempozyum, kongre ve ar-ge faaliyetleriyle değerlendirilmelidir. Elde edilecek veriler ve raporlardan kurumlar, kuruluşlar ve akademisyenler faydalanmalıdır.
EROL ERDOĞAN KİMDİR?
1969 yılında Sinop’ta doğdu. Lisans eğitimini ilahiyatta, yüksek lisansını sosyolojide tamamladı. “İnsan Mevsimi”, “Oruç Mevsimi”, “Günbegün”, “Oyun Sözü”, “Saklambosi”, “N’apsak Bu Gençleri”, “Oyun Kimin” adlarında kitapları bulunmaktadır. Millî Gazete, Yeni Şafak, Radikal, Yeni Birlik gazeteleri ile Yeni Dünya, Nida, Millî Şuur, Tohum, CF, Kültür Ajanda, Fikirname, ÇETO dergilerinde yazıları, Şehrengiz, Ay Vakti, Tütün ve Aydos dergilerinde şiirleri yayımlanmıştır. Nida, Mavikuş, Şehrengiz, Bengisu.Net, Yeni Dünya, SPD Sosyal Politikalar, İSMEK El Sanatları, Minika Go, Minika Çocuk dergilerinin kurucu ekiplerinde yer alan Erdoğan, siyasi partilerde il başkanlığı ve genel başkan yardımcılıklarının yanı sıra sivil toplum kuruluşlarında yöneticilik yapmıştır. Eğitim, kültür, çocuk ve gençlik politikalarıyla ilgilenen Erol Erdoğan, ARGETUS Araştırma şirketinin danışmanlığını yürütmektedir.