Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, ..
1066
Bağımlılık
“Bireyi Bağımlılığa Götüren Duygusal Yalnızlıktır”
Cumhurbaşkanlığı Sosyal Politikalar Kurulu Başkan Vekili ve Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Vedat Işıkhan ile bağımlılık riskini artıran bir faktör olarak sosyal izolasyon konusunu ele aldık. Bağımlılıklar konusunda koruyucu ve önleyici bir faktör olan aile kavramının önemini konuştuk.
Yalnızlık hissi süreklilik kazandığında bedensel ve ruhsal anlamda nasıl sorunlara yol açar?
İnsan sosyal bir varlıktır. Çevresiyle etkileşime girerek yaşamını sürdürür. Aile, bunlardan en önemli olanlarından bir tanesidir. Birey, aile içerisinde sevgiyi, saygıyı, dayanışmayı, ilgiyi, rol modellerini tanır ve kendini bu çevre içerisinde geliştirir. Birey, yalnız, yani tek başına kaldığında ve yaşamaya başladığında aile ve sosyal çevrenin desteğini alamayacaktır. Bireyde yalnızlık hissi süreklilik kazandığında; içe kapanma, aidiyetsizlik duygusu, kaygı (endişe), ilgi kaybı, depresyon, çaresizlik, anlamsızlık ve boşluk duyguları yoğun bir şekilde yaşanır. Ruhsal durumun bu etkilenmelerine bağlı olarak birey, fiziksel anlamda yoğun stres, baş ağrısı, tansiyon, mide ve gastrit sorunları, bağışıklık sisteminin zayıflaması, iştahsızlık ya da aşırı iştah, sağlıklı olmayan beslenme alışkanlıkları, ilaç kullanma, sigara, alkol ve madde kullanımının neden olduğu sağlık sorunlarını daha sık yaşamaya başlar. Yalnızlık sürecinin yaşanmasında bireyin sahip olduğu ya da bireye ait olan boş zamanların nasıl kullanıldığı önemlidir. Yoğun iş ve aile yaşamı içerisinde bulunan bireyler boş zamanlarını etkili bir şekilde değerlendirebilmektedir.
SOSYAL İZOLASYON RİSK FAKTÖRÜ
Size göre, yalnızlık faktörünün madde bağımlılığına giden süreçteki etkisi nasıldır? Bu bağlamda, sosyal izolasyon ve yalnızlığın bağımlılıkla ilişkisini anlatabilir misiniz?
Yalnız kalan ve bu şekilde yaşamayı alışkanlık haline getiren bireyler, normal fonksiyonlarını tam olarak yerine getiremedikleri için bedensel ve ruhsal anlamda yoksunluklar yaşayabilmektedir. Yalnız kalan bireyler yaşanılan bu yoğun depresif durumdan kurtulabilmek için sigara, alkol, madde gibi bağımlılıklara yönelebilmektedir. Birey, kullanılan madde nedeniyle diğer bireylerle, aile üyeleriyle, yakın arkadaşlarıyla ve iş arkadaşlarıyla iletişim kuramadığı için çözümü olmayan bir kısır döngü içerisine girer. Sosyal izolasyonu yaşayan ve yalnız kalarak yaşamını sürdüren bireylerin bağımlılığa yakalanma riskleri sosyal işlevselliği aktif olup sosyal çevresiyle olumlu ilişkileri olanlara göre daha fazladır. Araştırmalar bize bunu göstermektedir. Aile içinde yaşanan çatışmalar, gerilimler, tartışmalar anne-baba ve çocuk arasındaki kavgalar bireyi bağımlılığa doğru yönelterek çıkmaz bir yola girilir.
Ülkemizde, bağımlı bireylerle yapılan araştırmalarda, bağımlı bireyin sosyo-demografik ve kişilik özellikleri, sosyal destek sistemleri, intihar girişimleri ve tamamlanmış intiharlar, etiketlenme ile yalnızlık duygusunun incelendiği çalışmalar bulunmaktadır. Alkol ve madde bağımlısı bireylerde yalnızlık, yalnız kalma isteği, sosyal geri çekilme sıkça izlenen durumlar olmasına karşın, yalnızlık duygusu algısının mı bağımlılığa yol açtığı yoksa bağımlılığının mı bireyi yalnızlaştırdığına ilişkin yeterli kanıtlar bulunmamaktadır.
Madde kullanımı ve dozunu artıran kişinin sosyal çevresi de değişime uğrar. Kişi bağımlı olduktan sonra, onun madde kullanımını destekleyen ve kendisine ihtiyacı olan maddeyi en kolay şekilde temin edebileceği kişileri daha yakınında tutmak ister. Böylece, kendisini “sahte ilişkiler” içerisinde bulur. Bu nedenle madde kullanan bireylerin hayatındaki ilk çatırdamalar, aile içi ilişkilerin bozulması ve sosyal çevrenin değişmesi ile gerçekleşir. Yalnız kalan bireyin; aile üyeleri ve arkadaşları ile olan ilişkileri bozulmaya başlar, hatta bu bozulma çatışmaya ve şiddete dönüşebilir.
Albert Einstein’in yalnızlıkla ilgili, “Tüm dünyada tanınmış bir insan olmak ve kendini bir o kadar yalnız hissetmek çok garip.” şeklinde bir ifadesi var. İnsanları bağımlılığa götüren yalnızlıkla kastedilen sayısal yalnızlık mı, yoksa bu ifadedeki gibi duygusal yalnızlık mıdır?
Çağdaş kent yaşamı bireyi adeta, aile ve sosyal çevresinden koparmayı amaçlayan popülist bir kültür oluşturmuştur. Birey, sanal bir dünyada gerçeklik algısından uzak bir yaşam sürdürmektedir. Bireysel yaşam, aşırı tüketim, rekabet, manevi doyumun yerini maddiyatla ilgili doyuma bırakması, aile ve sosyal destek sistemlerinin giderek zayıflaması dolayısıyla bireyin kabuğuna çekilmesine ve yalnızlık yaşamasına yol açmaktadır. İngiltere’de “Yalnızlık Bakanlığı”nın kurulması bu boyutun bireysel bir sorun kadar toplumsal bir sorun olduğunu göstermesi açısından dikkate alınmalıdır. İngiltere'de 2018 yılında kurulan “Yalnızlıktan Sorumlu Bakanlık”la hükûmet, sivil toplum kuruluşlarıyla çalışarak yalnızlık ve sosyal izolasyonla mücadele etmeyi hedeflemektedir.
Bireyi bağımlılığa götüren en önemli olgu bireyin yalnız kalması, yaşaması ve yaşamını bu şekilde sürdürmesidir. Günümüzde büyük şehirlerde yaşayan insanların sayısı gittikçe artmaktadır. Ne yazık ki bu kentlerde yaşayan bireylerin çoğu, yalnız, çaresiz, mutsuz, bencil ve depresif bir yaşam süreci içerisindedir. Bu yapı, bireyi güçsüzleştiren ve bağımlılığa iten faktörlerle doludur. Bireyin çevresinde iletişim kurduğu onlarca ya da yüzlerce insan olabilir ancak bireyi mutlu kılan ve başarılı bir birey olmasında; aile, arkadaş ve yakın çevrenin destekleyici tutum ve bireye verdiği değer önemli bir yere sahiptir. Bireyi bağımlılığa götüren aslında duygusal yalnızlıktır. Bu, bireyi çaresiz, mutsuz, kendini parçalanmış hissettiği durumda alamadığı desteğin yer aldığı bir çevreyi ifade eder. Yalnızlıkla birlikte bu süreç ne yazık ki bireyi bağımlılığa doğru götürmektedir.
ŞİDDET TOPLUMA DA YANSIYOR
Yalnızlık hissine kapılan bireyler son raddede kendine zarar verebiliyor. Bu süreci engellemek için bireyler ne yapmalı ve hayata nasıl bakmalı? Önerilerinizi dinlemek isteriz.
Sosyal hizmet uzmanı ve psikologlar tarafından gerçekleştirilecek mesleki müdahalelerin; bağımlı birey ve ailesiyle kurulan terapötik ilişkinin niteliğini etkileyerek verilecek hizmetin kalitesini artıracağı düşünülmektedir. Bağımlı bireylerin yalnızlık düzeyleri ve bunları etkileyen etmenlerin bilinmesiyle bu konuda erken önlemlerin alınması, birey ve ailenin desteklenmesi, bireyin sosyal destek sistemlerinin güçlendirilmesi ve dolayısıyla bağımlı bireyin nükslerinin önlenmesinin sağlaması açısından büyük önem taşımaktadır.
Sosyal izolasyonda yaşamını sürdüren bireyler öncelikle kendi sağlık ve ruhsal yapılarına zarar vermektedir. Kontrol altına alınamadığı takdirde bu şiddet topluma ve masum insanlara da zarar verebilmektedir. Bireylerle mesleki anlamda yoğun bir çalışma içerisinde olmamız önemlidir. Mesleki müdahaleyi gerçekleştirebilmemiz için bireyi yalnızlığa iten temel nedenlerin belirlenmesi (kişilik özelliği, psikiyatrik öz geçmiş, sosyal medya, yakın çevre, aile, arkadaş iş vb.) bizim için önemlidir. Profesyonel anlamda bu nedenler üzerinde çalışmamız gerekiyor. Bireyi yalnızlığa iten nedenlerin tümü ile çalışılmalı, bu olumsuzlukların yerine bireyi mutlu ve başarılı kılan, onu motive eden, gücünü artıran, kendini gerçekleştirmede fırsatlar tanıyabilecek koşulları harekete geçirmemiz gerekir. Bu olumlu stratejiler, yaşanılan sosyal izolasyon sürecini azaltabilecek hatta sona erdirecek özellikte olmalıdır. Yalnız yaşayan bireyleri, spor, sanat, egzersiz, grup terapileri, sosyal aktivitelere katılma gibi çeşitli boş zaman etkinliklerine yöneltebilmemiz gerekir.
YALNIZLIK DUYGUSU VE SOSYAL MEDYA
Size göre sosyal medyada kurulan sanal ilişkiler yalnızlık duygusunu pekiştiriyor mu? Gerçek ilişkilerin yerini sanal ilişkilerin almasının sonuçları nedir?
Bireyin yaşadığı yalnızlık duygusunu artıran en önemli faktörlerden birisi sosyal medyadır. Sosyal medya günümüzde önlenemeyen bir hızla yaşamımıza ve toplumsal ilişkilerimize hem olumlu hem de olumsuz katkılar getirmektedir. Aslında internetin keşfi, sosyal medya kullanımının artması ve zamanımızın büyük bir kısmını bu mecralarda geçirmemizin beraberinde birçok sorunu getirdiğini düşünmekteyim. Psikoloji, sosyal psikoloji, davranışsal psikolojinin temel ilke ve bulgularını kendi amacı doğrultusunda kullanan sosyal medya mecraları olmuştur. Bu platformlar, insanın özelliklerini, zayıflıklarını, güçlü yönlerini, zaaflarını, yetersizliklerini çok iyi analiz etmeyi başarmıştır. Sosyal medyada kendini beğenme güdüsü adeta bir hastalık gibi toplumları sarmıştır. Bir diğeri FOMO olarak kavramlaştırılan ve sosyal medyadaki gelişmeleri kaçırma korkusu, günlük hayattan ayrılmaz olan akıllı telefonlar sayesinde sanal dünyada daha fazla yer alma ve sosyal medyada sürekli bulunma isteği sonucunda ortaya çıkan bir korkudur. Bu durum bireyin gerçek dünya ve çevresiyle ile olan ilişkisi yerine sanal ortamda iletişime girebileceği, geçici, güzel duygu ve mutluluk veren bir çevre içerisinde yaşamasına neden olmuştur. Sanal dünyada kurduğumuz en nitelikli ilişkiler günlük yaşamımızdaki sıradan bir ilişkinin dahi yerini tutamaz. Hiçbir şey gerçek dünya ile olan ilişkilerimiz gibi olamaz. Bunu Covid-19 sürecinde akademisyenler olarak verdiğimiz derslerde bir kez daha gördük. Yüz yüze eğitim ile çevrim içi yapılan sunumlar ve dersler aynı düzeyde olamamıştır. İnsanlar yüz yüze iletişim kurarlar, duygularını ve düşüncelerini iletişimin tüm boyutlarını kullanarak geliştirirler. Göz teması kurmak, duygu ve mimikleri anlamak önemlidir. Sosyal mecraları amaçlarımız dışında kullanmamalıyız. Sosyal medya için ayırdığımız zamanı iyi yönetebilmemiz gerekmektedir.
Aile kavramının çocuk ve gençlerde yalnızlık duygusunu engelleyip, bağımlılıklardan uzak tutmadaki rolü nedir? Bağımlılığın önlenmesinde aileye düşen sorumluluklar neler?
Bugün aile kurumu, her türlü olumsuzluklara rağmen bireyin gelişiminde ve sosyalleşmesinde vazgeçilmez ve devredilmez bir yere sahiptir. Ailelerin yaşamın her döneminde, çocuklarla birebir, nitelikli ve doyurucu bir iletişim kurmalarını bekliyoruz. Çocuklarıyla sürekli iletişim kuran, sorunlarını dinleyen, çözümler üreten, onlarla arkadaşça ilişkiler kuran ve sürekli yanlarında olan ailelerin çocukları bağımlılığa yakalanma ihtimalleri de düşük olacaktır. Tersi bir durumda ise çocuğun desteksiz ve çaresiz kalması, anne ve baba arasında yaşanan çatışma ve kavgalar, geçim zorlukları, ailede yaşanan iletişim sorunları çocukların bağımlığa yönelmelerinde etkili olabilir. Tüm bu aile sorunlarından bunalan çocuklar odalarına çekildiklerinde bu duygusal boşluklarını farklı ve yanlış bir eğilim içerisine gidererek doldurabilirler.
Anne babaların yaşam koşullarını ve yaşam kalitelerini artırmamız gerekir. Aileler çocuklarıyla güvene dayalı ilişkiler kurabilmelidir. Denetimli kontrol yöntemiyle aileler çocuklarını koruyabilmelidir. Aileler, her türlü olumsuz koşullara rağmen çocuklarıyla duygusal iletişime girebilmelidir. Günümüzde yaşanan en önemli sıkıntı çocuğa ceza yöntemi olarak “Odana git, odanda dersini çalış!” şeklinde kullandığımız yaklaşımdır. Odasına kapanan, odasında ne yaptığını bilmediğimiz ve sosyal medya ile iç içe olan çocuğumuzu adeta bir bilinmeyene ve her türlü ihmal ve istismarın bulunduğu bir dünyaya doğru yöneltiyoruz. Bu yöntem yanlıştır. Çocuğumuzu kontrolsüz bir sosyal medyanın her türlü riskiyle baş başa bıraktığımızda onda olumsuz alışkanlıkların ve her türlü bağımlılığın başlamasına da neden olabiliriz.
Ergenlik dönemi oldukça hassas bir dönem. Bu durumdaki ergenlerin yalnızlık hissine kapılabilir. Bunu engellemek için ne ebeveynler ne yapmalıdır?
Ergenlik, çocuklarda fiziksel ve duygusal yapının oluşmaya başladığı oldukça fırtınalı geçen bir dönemdir. Ergenlerin büyük bir kısmının kendilerini ister istemez aile ve yakın çevreden kopardığı, yalnız kalmayı tercih ettiği ve ne yazık ki birçok sorunun da yaşandığı bir dönemdir. Ergenlerin yalnız kalmaya ihtiyaçları vardır. Ancak bu süre aile tarafından belirlenmelidir. Anne ve babanın çocuklarına olan davranışları ve tutumları önemlidir. Bu dönemin özelliklerinin, ergen kız ise anne erkek ise baba tarafından çocuğa birebir anlatılması gerekir. Anne babaların bu dönemdeki değişimlerin ve gelişimlerin normal olduğunu, her insanın bu süreçten geçtiğini, duygusal fırtınaların yaşanabileceğini, bunun da büyümenin gelişmenin en önemli göstergesi olduğunu sakin ve anlaşılır bir dille çocuklarına anlatmaları önemlidir. Arkadaşça yaklaşıldığında bu kriz durumu başarılı bir şekilde yönetilebilir. Anne babaların zorlandığı durumlarda, özellikle madde kullanımı hissedildiğinde mutlaka YEDAM’larda bulunan profesyonellerden destek alması önerilmektedir.
SAĞLIKLI AİLE İLİŞKİLERİNİN ÖNEMİ
Teknolojinin hayatımızda oldukça önemli yer tuttuğu bir dönemde; aile içinde sağlıklı iletişim kurabilmeyi nasıl başarabiliriz? Çocuklarımıza nasıl doğru rol model olabiliriz?
Teknolojinin toplumsal yaşantımızın birçok alanına girdiğini kabul etmemiz gerekir. Ancak her türlü değişime karşı aile yapısını ve sağlıklı aile ilişkilerini desteklemeliyiz. Her türlü teknolojik materyalin ailedeki kullanım sürelerinin iyi bir şekilde organize edilmesini ve belli bir plan dahilinde kontrol altına alınmasını önermekteyiz. Haftanın belli günlerinde “Ailemle internetsiz bir gün geçiriyorum.”, “İnternete değil aileme bağlanıyorum.” veya “Aile içinde hiçbir teknolojik materyali kullanmama” etkinliği yapılabilir. Ailelerin bu gün içerisinde birbirleriyle iletişim kurmaları, beraberce sosyal etkinliklere katılmalarını, birlikte etkili ve verimli bir zaman geçirmelerini önermek isterim.
Bağımlılıkların özellikle de madde bağımlılığın aile faktörüne olumsuz etkilerini çeşitli olaylarda medya aracılığıyla da sıkça görüyoruz. Bu sosyal yaranın derinleşmemesi adına neler yapılabilir?
Madde bağımlıların kendilerine veya başkalarına yönelik uyguladığı şiddet vakalarını sosyal medya ya da televizyonlarda sık sık izliyoruz. Aile de her kurum gibi çoğu zaman çeşitli sorunlarla karşılaşabilir. Psikolojik, ekonomik ve sosyal sorunlar yaşayan ailelere yardımcı olmamız ve onları güçlendirmemiz gerekir. Bireye ve bağımlı bireylerin bulunduğu ailelere yönelik psiko-sosyal desteklerin verilmesi önemlidir. Bağımlı birey ve ailesiyle birebir çalışılmalı, sosyal inceleme raporlarıyla vakanın tüm analizi mesleki anlamda yapılabilmelidir. Ailenin güçlü ve zayıf yönleri belirlenmelidir. Aileyi güçlü kılan faktörler üzerinde durulmalı ve ailenin bu yönde desteklenmesi gerekir. Burada koruyucu ve önleyici hizmetlerin sunulması yanında tedavi ve sosyal rehabilitasyon süreçlerinde de bağımlı ve ailesine destek olunması gerekir. Aile ve bireyi bağımlılık başta olmak üzere her türlü riske karşı koruyup güçlendiremediğimizde yaşanan bu sorunlar artarak ciddi sosyal sorunlara dönüşebilir. Yalnızlık ve sosyal izolasyon nedeniyle bağımlı maddelere yönelen bireyin boş zamanlarını çalışarak ya da etkin bir şekilde değerlendirmesi sürecinde sosyal hizmet uzmanları aktif rol alarak mesleki rol ve sorumluluklarını yerine getirmelidir. Bireyin sosyal işlevselliğini güçlendirmek, mutlu, üretken olması ve ayakları üzerinde durmasını sağlamak ve topluma sağlıklı birey olarak katılmasını desteklemek en önemli görevimizdir.
PROF. DR. VEDAT IŞIKHAN KİMDİR?
1966 yılında Mardin’de doğan Prof. Dr. Işıkhan, ilk, orta ve lise öğrenimini İzmir’de tamamladı. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksekokulu’ndan 1990 yılında lisans, H.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsünden 1993 yılında Bilim Uzmanlığı (MSW) derecesini ve yine aynı Enstitüden 1998 yılında Doktora (PhD) derecesini aldı. 2003 yılında doçent ve 2009 yılında profesör unvanlarını aldı. Işıkhan’ın uzmanlık alanları; sosyal politika, sosyal hizmet, sosyal yardımlar, sosyal refah, sosyal sorunlar, endüstriyel ve tıbbi sosyal hizmet, iş stresi, tükenmişlik (burn out), verimlilik, stres yönetimi ve kanserde psikososyal bakımdır. 11’i SSCI’de ve yurt dışındaki kongrelerde sunulmuş bulunan çok sayıda çalışması bulunmaktadır. Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde üç yıl sosyal hizmet bölüm başkanlığı ve aynı fakültenin dekan yardımcılığı idari görevlerini yerine getirdi. Işıkhan halen, Sağlık Bakanlığı Ulusal Kanser Danışma Kurulu Üyesi olarak görevine devam etmektedir. 2012 yılında başlatılan, T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından desteklenen Aile ve Sosyal Destek Programı’nın (ASDEP) Ulusal Koordinatörü olarak sekiz ay boyunca görev yaptı. International Council of Stress Management Professionals (ICSMP) (Uluslararası Stres Yönetimi Uzmanları Konseyi) tarafından kendisine, stres yönetimi konusunda ulusal ve uluslararası düzeyde yaptığı önemli yayınlar, araştırmalar ve uygulamalar nedeniyle 2016 yılı Uluslararası Stres Yönetimi Uzmanları Konseyi Ödülü verildi. 20 Mart 2020 tarihinde Yeşilay Bilim Kurulu Üyeliği’ne seçilen Prof. Dr. Işıkhan, halen Hacettepe Üniversitesi İ.İ.B.F. Sosyal Hizmet Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmalarını sürdürmektedir. İyi derecede İngilizce, Arapça ve orta düzeyde Fransızca bilen Prof. Dr. Vedat Işıkhan, 8 Ekim 2018 tarih ve 2018 -196 karar sayısı ile Cumhurbaşkanlığı Sosyal Politikalar Kurulu Üyeliği’ne atanmıştır.