
Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, hatta..
Birey ve toplum sağlığını koruma noktasında önemli ve vazgeçilmez bir kavram olan halk sağlığı, toplumun bugününü ve geleceğini koruyan mekanizmaların başında geliyor. Ülkemizde her yıl 3-9 Eylül tarihleri Halk Sağlığı Haftası olarak kutlanıyor. Bu haftanın amacı, halk sağlığının ve koruyucu sağlık hizmetlerinin önemini vurgulamak ve yürütülen çalışmaları daha görünür kılmak.
Modern toplumların gelişmişlik düzeyi, ya da bir diğer deyişle gerçek gücü, yalnızca ekonomik büyüklükleri ya da teknolojik gelişmişlikleriyle ölçülmüyor. Bireylerin yaşam süresi, yaşam kalitesi ve sağlık güvencesi asıl belirleyici ölçütler olarak kabul ediliyor. İşte tam da bu noktada halk sağlığı konusu ön plana çıkıyor; çünkü halk sağlığı hastalıkların tedavisinden ziyade önlenmesine odaklanıyor. Bu da halk sağlığını her toplum için vazgeçilmez ve stratejik bir noktada konumluyor. Halk sağlığı yalnızca bugünün değil, geleceğin de refahını şekillendirmede kilit rol oynuyor.
Halk sağlığı, bireysel iyileştirme süreçlerinden farklı olarak nüfus üzerindeki riskleri tanımlıyor, analiz ediyor ve yönetiyor. Bu yönüyle de yalnızca sağlık hizmetleri sunmuyor; su ve gıda güvenliği, çevresel faktörlerin denetimi, bulaşıcı ve kronik hastalıkların önlenmesi, sağlık okuryazarlığının artırılması gibi çok boyutlu bir mücadeleyi içeriyor.
TARİHİ ESKİLERE DAYANIYOR
Halk sağlığının tarihi çok eskiye dayanıyor. Halk sağlığı kavramının gelişimine bakıldığında, her dönemde medeniyetin altyapısını şekillendiren en önemli etken olarak üst sıralarda yer aldığını görüyoruz. Antik Roma’da su kemerleri ve kanalizasyon sistemleri, yalnızca mühendislik harikası olarak bugüne ulaşması için değil, aynı zamanda dönemin halk sağlığı politikalarının somut yansımasının da en güzel örneğini oluşturuyor. Orta Çağ’da veba sonucu oluşan demografik yıkım da karantina kavramının ortaya çıkmasına öncülük etmiş. 19. yüzyılda sanayi devrimi sonrası kentleşme, kolera ve tüberküloz gibi hastalıkların yayılmasını hızlandırırken, modern epidemiyolojinin ve halk sağlığının temellerinin atılmasını sağlamış. Türkiye’de 1930 yılında çıkarılan Umumi Hıfzıssıhha Kanunu yalnızca yasal bir metin değil, ülkenin sağlık politikasının anayasası niteliğinde konumlandırılmış. Sıtma savaş ekipleri kurulması, ülke çapındaki aşı seferberlikleri, anne-çocuk sağlığı merkezlerinin kurulması, okul sağlığı programları gibi birçok konuda halk sağlığının önleyici tıp ekseninde kurumsallaşması bu sayede sağlanmış.
Bugün ise halk sağlığı anlayışı, klasik enfeksiyon hastalıklarıyla mücadelenin çok ötesine geçiyor. İklim değişikliğinin yarattığı sıcak hava dalgaları, hava kirliliğinin kardiyovasküler sistem üzerindeki etkileri, antibiyotik direncinin küresel sağlık tehdidi, obezite, diyabet gibi yaşam tarzının getirdiği hastalıkların artışı, bağımlılıklar ve dijital bağımlılık gibi davranışsal sağlık riskleri, artık halk sağlığının öncelikli gündem maddeleri arasında yer alıyor. Bu aynı zamanda halk sağlığını, disiplinler arası iş birliğini zorunlu kılan bir alan hâline de getiriyor. Günümüzde hâlen toplumun büyük çoğunluğu tüm bu mücadelenin halk sağlığı tarafından yapıldığı konusunda farkındalığa sahip değil. Önlenmiş salgınlar, fark edilmeyen zehirlenmeler, başlamadan önüne geçilen hastalık zincirleri; istatistikler ve rakamlar arasında kaybolup gidiyor. Bu başarılar her ne kadar görünür olmasa da mücadele; toplumların ekonomik verimliliğini, sosyal istikrarını ve ulusal güvenliğini doğrudan etkiliyor. Buna en güzel kanıt, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerinde karşımıza çıkıyor. 20.yy’da yaşam süresinin ortalama 30 yıllık artışı büyük ölçüde önleyici halk sağlığı uygulamalarından kaynaklanıyor.
HALK SAĞLIĞININ TEMEL PRENSİPLERİ NELER?
Halk sağlığının temel prensipleri, toplum sağlığını koruma ve geliştirmek amacıyla izlenen evrensel yaklaşımları ve değerleri kapsıyor. Buna göre temel prensipler arasında; koruyucu ve önleyici yaklaşım, toplum odaklılık, eşitlik ve adalet, çok disiplinlilik, bilimsel temellik, katılım ve iş birliği ile sürdürülebilirlik yer alıyor.
Koruyucu ve önleyici yaklaşım: Bu yaklaşımda hastalıkların tedavisi yerine, ortaya çıkmasını engellemek esas alınıyor. Aşılama, sağlıklı yaşam teşviki ve çevresel düzenlemeler öncelikli başlıklar arasında yer alıyor.
Toplum odaklılık: Bireylerin değil, nüfusun tamamının sağlığını gözetmeyi, sağlık politikalarını ve hizmetlerini toplumun ihtiyaçlarına göre planlamayı ifade ediyor.
Eşitlik ve adalet: Herkesin kaliteli sağlık hizmetlerine erişimini sağlamak, sağlıkta sosyal adaleti gözetmek anlamına geliyor.
Çok disiplinlilik: Sağlık, sosyoloji, çevre bilimi, ekonomi, eğitim gibi birçok alanın iş birliğiyle bütüncül çözümler geliştirmeyi kapsıyor.
Bilimsel temellilik: Kararların ve politikaların bilimsel kanıtlara dayanması, sürekli izleme ve değerlendirme yapılmasını ifade ediyor.
Katılım ve iş birliği: Toplumun, ilgili kurumların ve bireylerin sağlık sürecine aktif katılımını teşvik etmeyi kapsıyor.
Sürdürülebilirlik: Sağlık hizmetlerinin ve politikalarının uzun vadede devamlılığını sağlamak, kaynakları etkin kullanmak anlamına geliyor.
EKONOMİK ETKİLER
Halk sağlığı yalnızca hastalıkları önleyen bir alan olarak algılanabiliyor, oysa bu alan toplumun bütün dokusunu koruyan bir güvenlik sistemi görevi üstleniyor. Öyle ki toplumsal refahın, üretkenliğin ve istikrarın sürdürülebilirliği ancak direkt olarak halk sağlığının iyi olmasıyla ilintili. Sağlıklı bireylerden oluşan bir toplumda hem ekonomik büyüme sağlanıyor hem de sosyal dayanışma güçleniyor. Aksi durumda halk sağlığı sisteminin zayıflaması yalnızca hastalık yükünü artırmakla kalmıyor, iş gücü kaybına, üretimde düşüşe, sağlık harcamalarının artmasına ve sosyal yardım sistemlerine aşırı yük binmesine neden oluyor.
Konuya ekonomik açıdan bakıldığında önlenebilir hastalıkların yarattığı yüksek maliyetler, sadece tedavi harcamalarıyla sınırlı kalmıyor. Uzun süreli iş göremezlik, üretim zincirlerinin aksaması, turizm ve ticaret gibi sektörlerin salgın dönemlerinde işleyemez duruma gelmesi millî geliri de doğrudan etkiliyor. Örneğin Dünya Bankası verilerine göre büyük çaplı bir salgın, gelişmekte olan ülkelerin gayrisafi yurt içi hasılasını %5 oranında azaltıyor.
İşin sosyal boyutu ise halk sağlığının zayıflaması olarak karşımıza çıkıyor. Temel sağlık hizmetlerine erişemeyen bireyler, yalnızca beden sağlığı olarak değil, toplumsal aidiyet duygusu açısından da daha kırılgan hâle geliyor. Sağlık krizleri gelir eşitsizliklerini daha da görünür kılıyor, derinleştiriyor; bu da toplumsal gerilimleri besliyor.
Tüm bunlar göz önüne alındığında halk sağlığına yapılan yatırımın; sadece bir sağlık harcaması değil, aynı zamanda ekonomik istikrarın, toplumsal barışın ve politik güvenliğin sigortası olarak da görülmesi gerekiyor. Sağlık altyapısına, önleyici hizmetlere, sağlık okuryazarlığına ve kriz yönetim kapasitesine ayrılan her kaynak, yalnızca bugünümüzü değil yarınımızı da koruyan güçlü bir kalkan olma özelliği taşıyor.