
Büyük Yeşilay ailesine gönül veren sevgili dostlar,
Hayat hikâyelerle örülü. Hepimizin bir hikâyesi, hatta..
Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Taşdemir, bağımlılığın sosyal bulaşmadan ekonomik kayıplara, aile içi şiddetten gençlerin riskli davranışlarına kadar uzanan çok katmanlı etkilerini ve çözüm için neden kapsamlı bir halk sağlığı yaklaşımına ihtiyaç duyulduğunu anlatıyor.
Bağımlılık, bireylerin irade zaafı ya da biyolojik yatkınlığından ibaret görülecek bir mesele değil. Sigara, alkol ve yasa dışı maddeler yüzünden milyonlarca ölümün yaşandığı, sağlık sistemlerinin milyarlarca dolarlık ek yük altında kaldığı bir dünyada bağımlılık, toplumsal ölçekte ele alınması gereken ciddi bir halk sağlığı sorunu. Konunun detaylarını Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Taşdemir ile konuştuk.
Bağımlılık neden bireysel bir tıbbi problemden çok, toplumsal düzeyde ele alınması gereken bir halk sağlığı sorunu olarak görülmeli?
Bağımlılık uzun yıllar bireysel tercih, irade veya biyolojik yatkınlıkla açıklanan bir olgu olarak görüldü ama bağımlılık yalnızca bireyin özel yaşamına dair bir durum değil. Bugün elimizdeki veriler bize bağımlılığın toplumsal ölçekte nasıl ciddi sonuçlar doğurduğunu gösteriyor. Örneğin Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre tütün her yıl 8 milyondan fazla, alkol ise 3 milyondan fazla ölüme yol açıyor. Türkiye’de de 15 yaş üstü nüfusta sigara içme oranı %30’larda. Bu kadar yaygın bir sorun, birey düzeyinde değil, toplumsal ölçekte ele alınmak zorundadır. Asıl gerekçe bağımlılığın yaygınlığıdır anlamında söylemiyorum. Yaygınlık elbette çok önemli bir faktör. Ancak tek gerekçe bu değil. Bağımlılık, kalp-damar hastalıkları, kanserler, kronik solunum yolu hastalıkları gibi ölümcül tabloların risk faktörleri arasında. Yani bağımlılık yalnızca bağımlı bireyi değil, sağlık sistemine yüklediği maliyetle, iş gücü kaybıyla ve toplumsal huzuru zedeleyerek tüm toplumu etkiliyor. Dolayısıyla bir halk sağlığı yaklaşımı olmadan bu yükün altından kalkmak mümkün değil.
Öte yandan, bağımlılık sosyal çevre üzerinden yayılıyor. Bu noktada sosyal bulaşma olgusundan söz etmek gerekir. Bir duygu, düşünce, tutum veya davranışın insanlar arasında bir salgın hastalık gibi yayılmasına sosyal bulaşma diyoruz. Özellikle gençler akranlarının davranışlarından etkileniyor. Bir grup sigara içiyorsa, diğer gençler de bu davranışı model alabiliyor. Aile içinde veya toplumda görülen bağımlılık davranışları, taklit edilerek çoğalıyor. Dolayısıyla bağımlılık yalnızca bireysel bir tercih değil, toplumsal etkileşim yoluyla yayılan bir dinamik. Bu da halk sağlığını doğrudan ilgilendiriyor.
Bu noktada, sosyal eşitsizliklerle bağımlılık arasındaki ilişkiden de bahsetmek lazım. Sosyoekonomik dezavantajlar bağımlılık riskini artırmaktadır. Bağımlılığın bir yönüyle bir eşitsizlik sorunu olduğunu söyleyebiliriz. Halk sağlığı, eşitsizlikleri azaltmayı ve herkesin sağlık hakkını güvence altına almayı hedefler. Dolayısıyla bağımlılıkla mücadele, aynı zamanda sosyal adalet ve eşitlik mücadelesidir.
“BAĞIMLILIK ÇOK BOYUTLU TOPLUMSAL BİR PROBLEMDİR”
Bağımlılık; sağlık sistemleri, ekonomi ve sosyal hizmetler üzerinde nasıl bir yük oluşturuyor?
Bağımlılık, sağlık sisteminden ekonomiye, sosyal hizmetlerden toplumsal güvenliğe kadar pek çok alanda ciddi yükler doğurmaktadır. Sağlık sisteminden başlayacak olursak; özellikle tütün, alkol ve yasa dışı madde bağımlılıkları sağlık sistemine doğrudan ve dolaylı yükler getiriyor. Örneğin kalp-damar hastalıkları, karaciğer sirozu, KOAH, akciğer kanseri, HIV/AIDS ve hepatit gibi birçok hastalıklar ortaya çıkıyor. Bu hastalıkların tedavisi uzun süreli ve maliyetli oluyor. Acil servislerde aşırı doz vakaları, alkol zehirlenmeleri, kazalar yoğunluk yaratıyor. Psikiyatri klinikleri ise depresyon, anksiyete bozuklukları, psikotik tablolar ve intihar girişimleri nedeniyle aşırı doluyor. Bağımlılığa bağlı kronik hastalıklar, uzun yıllar bakım gerektiriyor. Türkiye’de yalnızca tütün kullanımının yol açtığı hastalıkların yıllık tedavi maliyetinin 5 milyar dolar civarında olduğu; bunun da toplam sağlık harcamalarının %9’unu oluşturduğu hesaplanıyor. Yani ekonomik kayıplar da çok büyük. Bağımlı bireyler sık sık işe devamsızlık yapıyor, iş kazalarına daha yatkın oluyor ve verimlilikleri düşüyor. Erken emeklilik iş gücünü zayıflatıyor. Ayrıca trafik kazaları, iş kazaları, aile içi şiddet ve adli vakalar bağımlılığın dolaylı maliyetlerini oluşturuyor. Dünya Bankası ve Dünya Sağlık Örgütü hesaplamalarına göre bağımlılıkların toplam ekonomik yükü, bir ülkenin gayrisafi yurt içi hasılasının %1,5 ile %3’üne denk geliyor. Tabii, bireylerin bağımlılık yapıcı maddelere harcadığı para bu rakamlara dâhil değil.
Sosyal hizmetlere gelince… Bağımlılık aile yapısını, çocukları ve toplumsal huzuru doğrudan etkiliyor. Bağımlılık boşanma, aile içi şiddet, çocuk ihmali ve istismarını artırıyor. Sosyal hizmet kurumları daha fazla müdahalede bulunmak zorunda kalıyor. Bağımlı ebeveynlerin çocukları ciddi risk altında. Çocuk koruma sistemleri, bağımlılığın dolaylı mağdurlarını desteklemek zorunda kalıyor. Madde bağımlılığı aynı zamanda hırsızlık, şiddet ve organize suçlarla bağlantılı olduğundan, adalet ve güvenlik sistemine de büyük bir yük bindiriyor. Alkol ve madde bağımlılığı evsizliği ve işsizliği artırıyor; belediyeler ve devlet kurumları bu kişilere barınma, iş bulma ve rehabilitasyon hizmeti sunmak zorunda kalıyor.
Özetle, bağımlılık sağlık sistemini tüketen, ekonomiye milyarlarca liralık kayıp yaşatan, sosyal hizmetlerin yükünü ağırlaştıran çok boyutlu bir toplumsal problemdir. Dolayısıyla çözüm, yalnızca bireylerin tedavisiyle sınırlı kalmamalı; sağlık politikaları, ekonomik önlemler ve sosyal hizmetler bütünleşik şekilde ele alınmalıdır.
VERİ TOPLAMA, ANALİZ VE ERKEN UYARI SİSTEMİ
Halk sağlığı açısından bağımlılık verilerini toplama, analiz etme ve erken uyarı sistemleri kurma bağımlılıkla mücadelede neden kritik bir rol oynuyor?
İzninizle, önce bağımlılıkla mücadelede veri toplama ve analiz etmenin önemine değinelim. Halk sağlığında da sık vurgulanan temel bir ilke vardır: Ölçemediğiniz şeyi yönetemezsiniz. Bağımlılıkta da aynı kural geçerlidir. Eğer hangi maddenin, hangi yaş grubunda, hangi bölgede daha yaygın olduğunu bilmezsek, etkili politika ve programlar geliştiremeyiz. Veriler bize hem mevcut durumu hem de değişim eğilimlerini gösterir. Hangi maddelerin hangi yaş gruplarında daha yoğun olduğunu bilmek bize, hangi gruba nasıl bir önleme programı sunmamız gerektiğini söyler. Ayrıca zaman trendlerini görmek, artış ya da azalış eğilimlerini izlemek politikaların yönünü belirler.
Yani veri toplamak yetmez; analiz de gerekir. Risk haritaları çıkarılır, hangi bölgelerde kullanımın yoğunlaştığı görülür. Sosyoekonomik değişkenlerle bağ kurulur: işsizlik, eğitim düzeyi, göç gibi faktörlerle bağımlılık arasındaki ilişki anlaşılır. Ayrıca sağlık çıktılarıyla bağlantı kurularak madde kullanım oranları ile hastane başvuruları veya ölüm oranları birlikte incelenir. Böylece bağımlılığın gerçek maliyeti de ortaya çıkar.
Erken uyarı sistemlerine gelince… Dünyada ve ülkemizde bulunan sistemler madde bağımlılığıyla ilgilidir. Çünkü piyasaya sürekli yeni psikoaktif maddeler sürülüyor. Bu maddeler genellikle sentetik olarak üretiliyor ve kısa sürede gençler arasında yayılabiliyor. Erken uyarı sistemleri, yeni bir madde ortaya çıktığında risk sinyali üreterek sağlık profesyonellerini, okulları ve aileleri uyarıyor. Avrupa’da EMCDDA bu sistemi işletiyor; Türkiye’de ise TUBİM aracılığıyla benzeri bir yapı mevcut. Eğer böyle bir sistem olmazsa, yeni maddeler ancak ölümler arttığında fark edilebilir ki çok geç kalınmış olur.
Halk sağlığı yaklaşımı, bağımlılığın ortaya çıkmasında etkili sosyoekonomik, kültürel ve çevresel risk faktörlerini nasıl belirliyor?
En başta da söylediğimiz gibi, bağımlılığı yalnızca biyolojiyle açıklamak yetersiz olur. Halk sağlığı bireyi çevresiyle birlikte ele alır. Bağımlılığın ortaya çıkmasında sosyoekonomik, kültürel ve çevresel koşullar belirleyici rol oynar. Bu faktörlerin belirlenmesi, hem önleyici stratejilerin tasarlanması hem de müdahalelerin doğru gruplara yönlendirilmesi açısından kritik önemdedir.
Yoksulluk ve gelir eşitsizliği bağımlılık için çok güçlü risk faktörleridir. Gelir düzeyi düşük bölgelerde bağımlılık oranları daha yüksektir. İşsizlik bireylerde stres, değersizlik ve sosyal izolasyon hissini artırır, bu da bağımlılık yapıcı maddelerin kullanımına zemin hazırlar. Eğitim seviyesi düştükçe bağımlılık riski artar; okul terk oranlarının yüksek olduğu bölgelerde madde kullanımı daha yaygındır. Göç ve hızlı kentleşme de bireylerin sosyal destek ağlarını zayıflatır, uyum sorunlarına yol açar ve bu da bağımlılığı tetikler.
Toplumsal normlar çok belirleyicidir. Alkol tüketiminin normalleştirildiği toplumlarda bağımlılık oranları yüksektir. Türkiye’de tütün de sosyal yaşamın birçok alanında olağan kabul edilir. Aile yapısı ve ebeveyn tutumları da etkili olur; parçalanmış aileler, ilgisiz ebeveynlik veya aşırı otoriterlik, çocuk ve ergenlerde madde kullanma ihtimalini artırır. Arkadaş grupları özellikle ergenlik döneminde çok güçlü bir risk faktörüdür. Toplumsal cinsiyet rolleri de etkiler: erkeklerde risk alma davranışları daha yüksek olduğundan alkol ve yasa dışı madde bağımlılığı yaygınken, kadınlarda bağımlılık daha çok gizli yaşanır. Bu da tedaviye erişimi zorlaştırır.
Çevresel faktörlerden bahsedecek olursak, maddeye erişim kolaylığı doğrudan bağımlılık riskini artırır. Tütün ürünleri ucuz ve yaygınsa, uyuşturucuya kolay ulaşılabiliyorsa risk yükselir. Yaşanılan çevrenin niteliği de önemlidir: suç oranlarının yüksek olduğu, güvenlikten yoksun bölgelerde bağımlılık daha yaygındır. Reklamlar ve medya da özellikle gençler üzerinde etkili olur; sigara, alkol veya çevrim içi oyun gibi davranışsal bağımlılıkların özendirilmesi, riski artırır. Okul ve mahalle ortamı da kritiktir. Başarısızlıkların yoğun olduğu, öğretmen-öğrenci ilişkisinin zayıf olduğu, dayanışmanın azaldığı ortamlarda bağımlılık riski yükselir.
BAĞIMLILIK ÖNLEME ÇALIŞMALARININ ÖNEMİ
Bir halk sağlığı stratejisi olarak, toplum temelli bağımlılık önleme programlarının en önemli bileşenleri sizce neler olmalı?
Sağlık hizmetlerinde olduğu gibi, bağımlılıkla mücadelede de genellikle tedavi hizmetlerine odaklanıldığını görüyoruz maalesef. Oysa halk sağlığı yaklaşımı önleyici stratejileri öne çıkarıyor. Öncelikle eğitim ve farkındalık çalışmaları çok önemli. Okul temelli programlar çocuklara yaşam becerileri kazandırmalı: iletişim, stresle başa çıkma, 'hayır' diyebilme gibi. Bu beceriler çocukların madde tekliflerine karşı direnç geliştirmesini sağlar. Aile eğitimi de kritik; ebeveynler çocuklarıyla nasıl iletişim kuracaklarını, riskli davranışları nasıl fark edeceklerini öğrenmeli. Toplumsal kampanyalar ise sigara ve alkol kullanımının normalleşmesini engeller. Yeşilay’ın bu yöndeki çalışmaları gerçekten örnek teşkil ediyor.
Gençler en kritik gruptur. Ergenler risk alma davranışlarının yüksek olduğu bir dönemdedir. Bu gruba spor, sanat, gönüllülük gibi alternatif sosyal ortamlar sunulmalı. Dezavantajlı gruplar, örneğin göçmenler, işsiz gençler veya eğitimden kopmuş bireyler için özel programlar geliştirilmelidir. Üniversite gençliği de unutulmamalı; kampüslerde bağımlılık önleme kulüpleri, danışmanlık merkezleri ve alkol/tütün karşıtı etkinlikler desteklenmelidir.
Sadece gençler değil elbette, toplumun tüm kesimleri kapsanmalı. Mahalle tabanlı çalışmalar çok etkilidir. Muhtarlar, imamlar, öğretmenler, aile hekimleri gibi toplum liderleri sürece katılmalı. Sivil toplum örgütleri farkındalık oluşturur, danışmanlık hizmeti sunar. Akran destek programları da özellikle gençler arasında çok etkilidir. Deneyim paylaşımına dayalı destek, güveni artırır.
Kamu politikalarının rolü çok büyük. Sigara, alkol ve uyuşturucuya erişimi zorlaştıran yasalar etkili olur. Çevresel düzenlemeler de önemlidir; kapalı alanlarda tütün yasağı veya alkol satış saatlerinin sınırlandırılması gibi. Yerel yönetimler de spor alanları, kültürel merkezler ve gençlik faaliyetleri yoluyla alternatifler geliştirmelidir.
Erken tanı ve müdahale de çok kritik. Okul rehberlik servisleri riskli öğrencileri fark edip erken müdahale eder. Aile hekimleri düzenli kontrollerde bağımlılık belirtilerini yakalayıp yönlendirme yapar. Danışma hatları ve online platformlar bireylerin gizlilik içinde destek almasını sağlar.
Kalite yönetimi ve sağlık hizmetlerinde sistem odaklı iyileştirme süreçlerinde uzmanlığa sahipsiniz. Bağımlılık alanında, hizmet erişimi ve müdahale kalitesi açısından bu yönetim yaklaşımı nasıl uygulanabilir?
Öncelikle, şunu netleştirmek lazım; kalite yönetiminde asıl mesele, tek tek çalışanların uygulamalarından ziyade, sistemin bütününü nasıl daha iyi hâle getirebileceğimize odaklanmaktır. Bu bakış açısını bağımlılık alanına taşıdığımızda karşımıza birkaç önemli konu çıkıyor.
Birincisi, hizmete erişim. Yani bağımlılık tedavisinin sadece AMATEM gibi büyük merkezlere sıkışıp kalmaması gerekiyor. Birinci basamak sağlık hizmetlerinden toplum ruh sağlığı merkezlerine ve sosyal hizmetlere kadar geniş bir ağ kurmamız lazım. Bu noktada mobil hizmetler ve online danışmanlık gibi teknolojik çözümler çok işlevsel olabilir. Hatta başvurudan tedaviye başlama süresini düzenli olarak takip etmemiz, kalitemizin önemli bir göstergesi hâline gelir. İkinci olarak, müdahale kalitesi çok kritik. Tedavi süreçleri standardize edilmeli. Ayrıca, hangi tedavi yöntemlerinin daha etkili olduğunu görebilmek için ulusal veri tabanları kurmalıyız.
Bütün bu sürecin arkasında ise sürekli iyileştirme kültürü var. Biz buna PUKÖ döngüsü diyoruz; yani “Planla, Uygula, Kontrol et ve Önlem al”. Tedaviye katılım, tedavinin tamamlanma ve nüks oranları gibi göstergeleri düzenli olarak izlemeliyiz. Aile ve hasta memnuniyet anketleri de sistemin ne kadar iyi işlediğini anlamamız için çok değerli geri bildirimler sunar.
Son olarak, yönetim ve politika desteği de şart. Ulusal düzeyde kalite standartları belirlemeli, kaliteli hizmet üreten kurumları teşvik etmeliyiz. En önemlisi de, sağlık çalışanlarına sürekli eğitim vererek, bireysel farklılıkları azaltacak sistemsel standartları ön plana çıkarmalıyız.